12 Eylül darbesinden sonra, Meriç’te yüzen ölü bedenler olağan bir parçası olmuştu günlük hayatın. Film Taşra hayatının durağanlığı içinde yüzen cesetlerin olağanlaşmasına değinmişti
Ragıp Zarakolu
anlamalısın
kimse çocuklarını koymaz bir tekneye
eğer su karadan daha emin ise…
warsan shire
“Su Karadan Daha Güvenli Anne” Musa Karbadağ’ın üç öyküsünden oluşan küçük, ama insanın yüreğine değmeyi başaran bir kitap. Tıpkı yüzü koyun Bodrum kıyılarına vuran küçük Alan Kurdî’nin fotoğrafı gibi.
Orhan Çelik’in Avrupa’ya akan mülteci olgusunu deşen AR novellası gibi insanı içine alıveren…(1)
Türkiye’den siyasal mültecilik olgusunu İsviçre örneği üzerinden ilk anlatanlardan biri Ali Haydar Özilhan oldu. (2)
Mahir Mete Kul adında 20’lerinde bir genç, 10 ay hapsin ardından, kim bilir ne yaşadı ki bu süreçte, Yunanistan’a geçmeğe çalışırken boğulmuştu. Endişe içindeki annesini teskin etmek için, “su karadan daha güvenli anne” demişti vedalaşırken.
Yunan filmlerinden birinde, Yunanistan ile Türkiye arasında sınır oluşturan Meriç nehrinde Ege denizine doğru kayıp giden bir ölü insan bedeni görüntüsünü anımsıyorum. 12 Eylül darbesinden sonra, Meriç’te yüzen ölü bedenler olağan bir parçası olmuştu günlük hayatın. Film Taşra hayatının durağanlığı içinde yüzen cesetlerin olağanlaşmasına değinmişti.
Belge yazarlarından halen Hollanda’da yaşayan Ahmet Sefa’nın kardeşi de Meriç’te boğulanlar arasındaydı. Kardeşi karşı kıyıya, özgürlüğe doğru son yüzüşünü tamamlayamadı ama, Ahmet Sefa başardı. Tahayyül edilen özgürlük ama. Gerçek özgürlük mü bilmem. Ama zulüme karşı pasif bir direniş olduğu kesin, deli bir deniz de, ya da nehirde karşı kıyıya kulaç atmak. Ahmet Sefa, karşı kıyıya yüzmeyi başaranların daha sonraki maceralarını yazdı, “Lavrion Öyküleri” adlı kitabında. (3)
A.Kadir Konuk, kalp sorunları nedeniyle getirildiği Çapa Üniversite Hastanesi’nden, kaçtığında, boynunda ip taşıyan bir idam mahkumu idi. Ya Herro ya Merro dedi. Hasta yüreği dayandı valla bu maceraya, küçücük şişme bir botta, karşı adaya kürek çekerken. Arızalı yürek de bilincindeydi bu kaçışın kendisi için tek umut olduğundan. Ne güzel öyküleştirdi bu kaçış çılgınlığını. (4) Artık sularda değil, ormanlarda dolanıyor, yaş yetmişi devirdikten sonra. İş bitmiş demiyor!
1964 yılında on binlerce İstanbul Rumu, 24 sat içinde İpsala Sınır Kapısı’na konulmuştu, beş parasız, her ne alabildilerse yanlarına. (5)
Ya da 1989 yılında Metris’te koğuştaki arkadaşları tünel işini tamamladıktan sonra, kendini çıkışa davet ettiklerinde, nazik bir şekilde, çay teklifiymiş gibi, “yok almayım” diyenler de var.748 yıl hapse mahkum Halkın Kurtuşu gazetesi editörü Veli Yılmaz gibi. 1991 kısmi affıyla çıktıktan sonra kavuştuğu kızıyla Kadıköy’de yolun karşısına geçerken kalbi duruverdi Veli’nin. Belki nazik daveti kabul etse, kalbi tünel içinde duracaktı. Kazanlara sorun olmak istememişti anlaşılan. (6)
Bir de Kırşehir firarı gibi karşı tarafta ev tutulup kazılan ve kendi kendini tünelde filme alanlar var. Ama o kadar çok kaçış öyküsü vardı ki, bu film pek iş yapmayacaktı. Kabak da, Bremenli, Münihli işçi çocuklarına, bir de elbette konuksever Keyhanilere patlayacaktı. (7)
12 Mart döneminde Maltepe 2. Zırhlı Tugay’dan bir “zorunlu askerlik” arkadaşım, her yıl karşı Yunan adasına maraton yüzüş yapıyor. Yok, artık bir sorunu yok, sadece barış için atılıyor bu kulaçlar.
Sadece suda boğulanlar mı, bir de özgürlüğe doğru tünel kazarken su yerine ciğerlerine toprak çekenler var, çürük tavan çöktüğünde. Ya da tünel çıkışını tam nöbetçi askerin ayakları önüne kazanlar. Yanlış ayarlama!
Erzincan Cezaevi’nden tünel kazıp kaçan devrimcileri, Sovyet yönetimi tam sınırı geçtikleri noktadan geri postalamıştı.
Sahi idamlar sürerken, Bulgar yönetimi 12 Eylül cuntası başı General Evren’i ağırlıyordu değil mi? Bulgar devletinin bininci yılı kutlamak için devasa anıtlar yapımını tamamlaması kısmet olmadı Yoldaş Todor Jivkov’a. Ama yüzbin Türk’ü Türkiye’ye postalamayı başardı. Yolladı da, onlar bu kez Türkiye’de ‘Bulgar dölü’ diye adlandırılacaktı.
General Kenan Evren, Kürtlüğü, Ermeniliği isimlerde bile yasaklarken, Yoldaş Jivkov da Bulgaristan Türkleri’nin adını Bulgarlaştırmakla meşguldü.
Olmaz olsun böyle yoldaşlık!
Sahi, Abdi İpekçi’nin katili, sessiz Malatyalı öğretmen okulu öğrencisi, boksörlükle bir ilgisi olmayan Mehmet Ali Ağca, Polonyalı Papa hazretlerini vurmak üzere Sofya üzerinden Roma yollarına düşmüştü değil mi?
Boşuna yazmadı Aziz Nesin usta, “Türkiye’de Kürtler Bulgaristan’da Türkler” kitabını. (8)
Jivkov indikten sonra Bulgaristan Türkleri’nin çoğu geri döndü, hatta partileri oldu, hatta koalisyon hükümetinde yer bile aldılar. Türkiye’deki
Kürtlerin partileri hep kapatıldı. Liderler desen hala hapiste!
Doğu Avrupa’da Mr. Churcill’in demir perdesi Fransız Devriminin 200. yılında kendiliğinden çöküverdi, sistem çürümesinden.
Bakalım Orta Doğu’daki, Afrika’daki “demir perdeler” ne zaman çökecek, insanlar artık suyu karadan daha güvenli bulma zaruretinden nasıl kurtulacak?
———
(1) Orhan Çelik, Ar, Belge Yayınları 2015
(2) Ali Haydar Özilhan, Mülteci, Belge Yayınları 1992
(3) Ahmet Sefa, Lavrion Öyküleri, Yeni Sesler Dizisi 22, Belge Yayınları 1990
(4) A. Kadir Konuk, Su Uyur İnsan Kaçar, Belge Y. 2007; Kötünün Kötüsü Adam, Belge Y. 2019
(5) Hülya Demir/Rıdvan Akar, İstanbul’un Son Sürgünleri, Belge Yayınları 1999
(6) Belge Yayınları Veli Yılmaz’ın hapisteyken 2 kitabını yayınladı: Düşünce Suçu / Bir Engizisyon Hukuku Kavramı, 1989; Eylül Hukuku ve Basın Özgürlüğü, 1990. Veli Yılmaz serbest kaldıktan 2 yıl sonra 1993 yılında 43 yaşında, tünel kazarken ya da denizleri aşarken değil, karada öldü. Yaşamı için bak: Eray Yılmaz, Veli Yilmaz (1950-1993) Devrimci Gazeteci, İletişim Yayınları 2020.
(7) Erdal Aykaç, Olmazsa Yeniden Dene!, Yeni Alan Yayıncılık 2010; Şehriban Tayhani, Ateşi Çalan Yolcular, 1. Kitap, Ayrıntı Yayınları 2020
(8) Aziz Nesin, Türkiye’de Kürtler Bulgaristan’da Türkler, Nesin Yayınları 2008.