Türkçe, kavramları karşılamada sıkıntılı bir dildir. Çünkü yabancı kavramlar Türkçe’de birden fazla anlam taşıyabilir ve kavramın hangi tanımıyla kullanılacağına karar vermek zordur. Yanlış bir tanımlama, tüm anlatımın yanlışlanmasını beraberinde getirebilir. Komplesans, Türkçede “halinden memnun olma”, “kayıtsızlık”, “gönül rahatlığı”, “kendini beğenmişlik” ve “rehavet” gibi değişik anlamlarda kullanılabilen böylesi bir kavramdır. Ergun Çağlayan’ın hepsinin birleşimi olan tanımlamasıyla “şeylerin durumu hakkında, daha fazlasını düşünmeden ve onları iyileştirmeyi istemeden memnuniyet duyma” olarak açıklanabilir. “Tehlikelerin farkında olmaksızın tatmin duygusu yaşama.” Bir çeşit kendi halinden memnun olma hali. Türkiye solunun halet-i ruhiyesi budur. Akvaryumda balık mutluluğu.
İktidar, bütün aygıtlarını kullanarak toplumsal muhalefeti ve sosyalist hareketi dar bir alana sıkıştırıyor. Bu durum son derece normal, zira iktidarın temel amacı kendisine yönelecek muhalefeti kendi çizdiği sınırlar içerisine sıkıştırıp, kontrol etmektir. Anormal olan, sosyalist hareketin kendisine çizilen bu sınırları ön kabul olarak benimsemesi ve buna uygun bir siyaset tarzını kalıcılaştırmasıdır. Bu hapsoluşta iktidarın hem siyasi hem de ideolojik saldırılarının etkisi kadar solun kendi sınıfsal tabanından kopmuş ve neredeyse siyaset yapamaz hale gelmiş olmasının payı büyüktür. 12 Eylül bütün ağırlığıyla günün siyasetini belirlemeye devam ediyor. Eylül öncesinin devasa örgütlerinin darbe sonrası kendilerine ve temsiline soyundukları işçi sınıfına yönelen siyasal saldırıyı göğüsleme konusunda yetersiz kalması toplumsal hareketi ani bir felç durumu ile karşı karşıya bırakmıştır.
Cuntanın sokağı istila ettiği koşullarda, somut durumdan kopuk rekabetçi sığ tartışmalara boğularak yan yan gelememesi bu durumu pekiştirmiştir. Toplumsal felç durumu devrimcilerin tüm kitle bağlarının kopmasını beraberinde getirmiş, örgütler dağılma noktasına gelirken hareketler daralıp etkisizleşmiştir. Reel sosyalizmin geri çekilmesi eklenince, fiziksel yenilgi politik yenilgiye dönüşmüş, sosyalist hareket ezilenlerin dünyasına umut olma kapasitesini yitirmiştir. Yenilgi psikolojisi ve kitlelerden kopukluğun uzun zamana yayılması, verili durumun genel çerçeve olarak benimsenmesini getirmiş, zayıflık kendisine uygun siyaset yapmayı dayatmıştır. Dünün devrim iddialarına sahip hareketleri bu iddialarını unutmuş, güncel sorunların teşhiri ile yetinen bir mağduriyet siyasetine hapsolmuştur. Kendileri nesnel durumu değiştirmek adına hareket eden devrimci hareketler yolun sonunda nesnelliğe teslim olmuşlardır. Bu nesnelcilik bugün de sürmektedir.
Solun sıkışmışlığının altında nesnel koşullar kadar, örgütsel ve hegemonik zayıflığı yatmaktadır. Yıllardır örgütsel zayıflığı aşmak adına girişilen birleşme deneyimleri rekabet dünyasına yenilmiş, birlik olgusuna olan inancın zayıflaması ile sonuçlanmıştır. Kaba bir yorumla örgütsel kadroların iradi yan yana gelişinin kitleleri harekete geçirmeye yetmediği görülmüştür. En ciddi girişim olan ÖDP bölündüğü gün bitmiş, geriye kalan hayaleti ise bizzat onun ölümünden sorumlu olanlar tarafından bugünlerde defnedilmiştir. Oluşumu ciddi bir umut dalgasını beraberinde getiren ve bizzat kurucuları marifetiyle bu umudu söndüren ÖDP deneyimi doğru analiz edilmeden bugün birlik tartışmalarını yürütmek, yeni başarısızlıklara yelken açmak anlamına gelecektir. Kaba iradecilik, nesnelcilik kadar tehlikedir.
Geldiği noktada devrimciler akvaryumda balık misali okyanusları çoktan unutmuş, kendi hallerinden memnun bir duruma geçmişlerdir. Bu kendinden memnunluk hali aşılmalıdır. Aksi durum devrimcilik iddialarından vazgeçmek anlamına gelecektir. Toplumsal yapı, bir yandan iktidarın saldırıları, öte yandan derin bir yara haline gelen sosyal çürüme ile kıvranmakta, dünya ve ülke ciddi kırılmaların eşiğinde gezinmektedir. Tüm bu karmaşanın ortasında ne yazık ki devrimciler uzak ülkelerde meydana gelen halk hareketlerine methiyeler yazıp, neden başarısız oldukları üzerine derin analizler yapmaktan öteye geçememektedirler. Bu pozisyonun kabul edilir bir yanı yoktur. Zayıflık teslim olunacak değil aşılması için mücadele edilecek bir durumdur.
Bu noktada zayıflık olgusunun bütünsel izahı önemli bir hal alır. Analiz strateji ve taktiği belirleyecekse solun yaşadığı sıkışmışlık hali de salt örgütsel zayıflığı ile izah edilemez. Esas olan bir bütün olarak hegemonya kaybından söz etmek gerekir. Devrimci yapılar kitleleri devrimci kampanyalar ve toplumsal-siyasal sorunlar ekseninden mobilize etmek kapasitesini yitirmiştir. Toplumsal mücadelenin kontrolü ve var olan kitlelerin mobilizasyonu bağımsız birey ya da otonom merkezkaç yapılanmalara devredilmiştir. Yeni bir arayış, bu duruma teslim olmadan ama bu durumu gören bir yerden devreye girmelidir. Toplumsal bir önderlik oluşacaksa örgütlerin masa başında yürüttüğü derin tartışmalarla değil bizzat mücadele halindeki kitleleri ile mücadele içerisinde oluşacaktır. Devrimci mücadeleyi büyütmek adına kendisini aşmayı göze alamayanların bu mücadeleyi yönlendirme şansı da olmayacaktır. Kendi başlarına bir mücadele zemini haline gelmiş toplumsal dinamiklerin ve bireylerin elbette böylesi bir zeminde siyaset yapmayı göze alabileceği, politik faaliyette kendisine yer bulacağı bir zemin yaratılmalıdır. Bu zemin Kürt Özgürlük Hareketi ile omuz omuza, saraya ve sermayeye karşı birlikte yürüyen, yürümeyi kabul eden tüm yapıların, oluşumların ve bireylerin yan yanma gelmesi, hareket etmesi ve konuşmaya başlaması ile mümkün olacaktır. Zaman daralıyor.