Kenan Kırkaya
Ankara kulisleri hareketli, çoğu dedikodu düzeyinde pek çok söylenti dolaşıyor. Aynı zamanda analizci diye ekranlara çıkarılan pek çok siyasi falcı da iş başında. AKP’den yansıyan kulislere göre seçim en erken 2023 tarihinde yani zamanında yapılacak. İktidara seçimi kazandıracak şartlar olgunlaşsaydı sonbaharda Türkiye sandık başına gidecekti. Ancak veriler aksini gösteriyor ve bu yüzden iktidarın seçim kampanyası gecikti.
Bu kampanya bildiğimiz anlamda olağan bir seçim kampanyası değil. Bu kampanyada şiddet baş rolde. Şiddet alanları aynı zamanda miting meydanları işlevi görecek. Çünkü derinleşen ekonomik kriz, insanların canına tak eden hayat pahalılığı, işsizlik ve geçim derdi nedeniyle toplumsal desteğini kaybeden iktidar, tek bir şansının olduğunu düşünüyor; o da savaş. Ve bu operasyona bir seçim kampanyası titizliğiyle hazırlık yapılıyor. Savaşın yükselteceği milliyetçi dalga ile açlık, yoksulluk, yolsuzluk unutturularak, “vatan millet AKP” sloganıyla seçimlere gitmek iktidarın tek gayesi. İktidar Kürtleri hedef alan bir saldırıyla 7 benzemezin tamamının peşine takılacağını biliyor, bunu defalarca ters etti ve sonuç hiç şaşmadı. Bunu savaş tezkereleriyle test etti, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra devreye konulan savaş konseptiyle test etti ve şiddet kampanyasıyla 7 Haziran’da kaybettiği iktidarını 1 Kasım’da yeniden kazandı.
“Aynı sonucu alırım” umuduyla denenmiş bu taktiği bir kez daha hem de daha şiddetli bir şekilde yeniden denemek istiyor. O yüzden şiddete dayalı seçim kampanyası başladığı an Türkiye resmi olarak da seçim sürecine girmiş olacak. Uzun süredir bunun hazırlıkları yapılıyor ama şimdiye kadar uluslararası güçlerden beklenen izinler alınamadı. Fakat iktidar bundan vazgeçmiş değil, vazgeçecek durumda da değil. Bunun için bütün diplomatik imkanlarını seferber etmiş durumda; son olarak Esad rejimiyle yakınlaşmanın yollarını arıyor. Bahçeli bu yakınlaşma için fetva verdi ve hemen arkasında öncü birlikler oluşturuldu. Türkiye’deki siyasi varlığı her zaman şaibeli olan Doğu Perinçek ve bugüne kadar iktidar nimetlerinden fazlasıyla nemalanan, Cumhurbaşkanına ilanı aşk eden, daha sonra soluğu eski “yoldaşı” Perinçek’in yanında alan medya patronu Ethem Sancak bu öncü birlikte yer alacak. Önümüzdeki günlerde bu ikilinin AKP adına Suriye rejimi nezdinde temaslarda bulunması ve Suriye rejimiyle yakınlaşma zeminini hazırlamaya çalışmaları bekleniyor. Öncü birliklerde yer alan sadece Perinçek tayfası da değil. Oda TV uzun süredir Suriye rejimiyle yakınlaşma talebinde bulunuyordu. Cumhuriyet gazetesindeki ulusalcı kesimler daha şimdiden bu öncü birliğe gönüllü olarak yazıldı. Gazetenin rejimle yakınlaşmaya yönelik hazırladığı haberlerin tamamında iktidara yönelik olumlama ve Kürtlerin bölgedeki varlığının Türkiye açısından “varlık yokluk meselesi” olduğuna dair bir hava hakim. Öyle ki Zafer Partisi’nin milliyetçiliğine karşı ulusalcı klasik milliyetçiliği yarıştırır duruma geldiler.
Üstelik bu çevrelerin tamamının derdi Esad ile yakınlaşarak Kürtlerin varlığının bölgede elemine edilmesidir. Tamamı da böyle bir hikâyenin ve bu amaçla yürütülecek olası bir operasyonun seçimlerde AKP lehine zafer olarak yazılacağının farkında. Ama mesele Kürtler olunca bu kesimlerin tamamı asla ikilem yaşamıyor, asla tereddütte kapılmıyor. Kürtler kaybetsin de kim kazanırsa kazansın zihniyetine sahipler. Buna kendilerini öylesine kaptırmışlar ki Kürtlerin kaybettiği bir yerde Türkiye’nin, Türk halkının kazanmadığını ya görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar. O yüzden tamamı, Kürtler kaybetsin de ülkeyi uçuruma sürükleyen zihniyetin yüzyıl daha Türkiye’yi yönetmesine razılar. Bunun için iktidarın seçim kampanyasında yer almaya gönüllü oldular.
Sonrasında olacakları da görüyorlar ve bunun için de argümanları hazır. Böyle bir ortamda Türkiye’nin siyasi değişimine destek verecek olan Kürtler elbette savaşı destekleyen kesimlerin yanında yer almayacak; iki kötü, iki savaşçı arasında birini seçmek zorunda hissetmeyecekler kendilerini. Erdoğan da bunu görüyor, bu oyuna dahil olan ulusalcılar da; Kürtlerin desteğini alamayan muhalefetin seçimi kazanma şansı yok. Muhalefet ve iktidarın bu kampanyasına destek veren ulusalcılar da şiddetin önüne attıkları Kürtleri her zaman ki gibi bu sonuçtan sorumlu tutacak.
Peki böyle bir senaryoda Türkiye halkı mı kazacak, Türkiye’nin sorunları mı çözülecek, ekonomik sorun mu bitecek, yoksulluk açlık sona mı erecek? Buna aklı başında hiç kimse evet cevabı veremez. Velev ki iyi niyetle bunun cevabını bilmeyenler ya da aksine kendini inandıranlar var; o zaman 2015 yılından beri Türkiye’nin içinde bulunduğu şiddet ortamının ülkeyi nereye sürüklediğine, şiddetle ayakta kalan bir iktidarın şiddeti nasıl toplumsal bir yaşamın parçası haline getirdiğine bakmak yeterli olacak.