Seçim süreci yaklaştıkça AKP’nin seçim stratejisi de yavaş yavaş beliriyor. Aslında bundan önceki seçimlerden pek de farklı olmayan “seçim oyunu”nun yine “kimlikler ve inançlar üzerinden toplumda yaratılmış kutuplaşmayı daha da derinleştirmek ve yoksullaştırıp, muhtaç hale getirilen kesimlerin ağzına -sosyal yardım vaadleriyle- bir kaşık bal çalmak” üzerine kurulacağı anlaşılıyor. Bunlar legal stratejiler tabi! “İktidar sahip olduğu otokratik güçle halkın iradesinin sandık sonuçlarına yansımasını engellemek için legal olmayan hangi strateji ve taktiklere başvurur ya da -yasal zaruret olmasına rağmen- savaş vb gerekçelerle seçimi tamamen mi engellemeye çalışır?” şimdiden bunu bilemiyoruz. Ama yasama yılı başlar başlamaz AKP’nin “Sansür Yasası”nı Meclis’e getirmiş olması seçimleri manipüle etme hazırlıklarının süratle devam ettiğini gösteriyor.
Olası 2023 seçimlerine giderken zaten adaletsiz olan seçim sistemi ve propaganda süreci ile bağımsızlığından söz edilemeyen yargının seçimde denetimi sağlayacak olmasının iktidara sağladığı avantajların bile yeterli bulunmaması, Erdoğan’ın ve AKP’nin toplumsal desteğinin ne denli düştüğünün açık kanıtı aslında. Bir de buna şimdiye kadar olmadığı ölçüde organize olmuş rakiplerle (Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı) seçime gitmek durumunda olması eklenince, AKP’nin seçim kaybetme riski hiç olmadığı ölçüde artıyor.
Sandıkta seçim kazanmanın riski büyük olunca -legal- seçim stratejisinin üzerine oturduğu temeller önceki seçimlerle benzeşmekle birlikte kutuplaştırmanın dozunun artacağı, sosyal yardımların ise kapsamının genişleyeceği anlaşılıyor. Mevcut iktisadi ve siyasi iklim, stratejinin uygulanmasında taktiklerin de farklılaşacağına işaret ediyor. Bu arada AKP’nin rakiplerinin hatalarını avantaja çevirme çabasının diğer seçimlere nazaran bu seçim sürecinde çok daha fazla olduğu dikkatlerden kaçmıyor.
Örneğin AKP’nin diğer seçimlerde sıkça kullandığı “dinci-laik ayrışması” Millet İttifakı’ndaki muhafazakar partilerin varlığı ve Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söylemleri nedeniyle kullanışlı bir kutuplaştırma argümanı olma özelliğini kaybettiği düşünülürken Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü konusundaki restini gördü, el yükseltti ve dengeleri -en azından şimdilik- değiştirdi. Muhtemelen bundan sonraki süreçte Erdoğan, başörtüsü ve onun dışında laiklik ve seküler yaşamı güvence altına alan düzenlemeleri anayasa değişikliği ile ortadan kaldırma meselesi üzerinden dinci-laik ayrışmasını daha da alevlendirecek ve altılı masanın da bu ayrışma üzerinden dağılmasını umacaktır.
Olası seçimler yaklaştıkça, inançlar üzerinden yürütülecek kutuplaştırmanın yanı sıra “kimlikler üzerinden ayrıştırma”nın daha belirleyici olacaktır. Bir taraftan -ittifak ortağı MHP’nin de ittirmesiyle- derin devleti yanında tutma gayreti diğer taraftan Avrupa’da yabancı düşmanlığı üzerinden güçlenen ırkçılık, AKP’yi bu konuda daha da cesaretlendiriyor ve can simidi gibi sarıldığı “kimlikler üzerinden kutuplaştırma siyaseti”ni güçlendiriyor.
Kimlikler üzerinden kutuplaştırmanın seçimlerde ne kadar işe yarayacağını belirleyecek olan kuşkusuz muhalefetin tutumu olacaktır. “Helalleşme” siyaseti -Roboski’yi ziyaret etmenin ötesine geçerek- toplumsal barışı sağlayacak bir anlayışla sürdürülürse kimlikler üzerinden kutuplaştırma gayeleri de boşa çıkartılabilir! Ama her seçim döneminde olduğu gibi artması muhtemel provokatif eylemler, operasyonlar, şehit haberleri vs. karşısında muhalefet yine “iktidarın ardında hazır ola geçer” ve yine Kürt sorununun demokratik çözümü yerine iktidarla “kimin daha şahin olacağı” yarışına girerse sonuç diğer seçimlerden farklı olmaz ve otokratik saray rejimi güçlenerek devam eder.
AKP’nin 2023 seçimlerinde izleyeceği anlaşılan stratejilerin diğer bir ayağı olan sosyal yardımlar, yirmi yıldır -Dünya Bankası’nın Yoksullukla Mücadele Programı’na da referansla- uygulanan politikaların devamı olarak görülebilir. Erdoğan’ın 26 Eylül’de yaptığı “millete sesleniş” konuşmasında dillendirdiği vaatler Cumhur İttifakı’nın bu konudaki seçim programı olarak yorumlanabilir.
Yedi maddeden oluşan söz konusu programda “25 milyon kişiyi ilgilendirdiği belirtilen sosyal konut projesi; ihtiyaç sahibi ailelere 3 milyar lira doğalgaz desteği verilmesi; Türkiye’deki ailelerin onda birinin yararlanmakta olduğu belirtilen aile destek programının bütçesinin 15 milyardan 40 milyar liraya çıkartılması; öksüz, yetim yardımının 300 liradan 600 liraya, eşi vefat eden kadınlara yapılan yardımın 500 liradan 1000 liraya, çoklu doğum yapan muhtaç aile desteğinin 215 liradan 400 liraya, şartlı sağlık yardımının 55 liradan 100 liraya yükseltilmesi; çiftçilerin elektrik borçlarının beş yıl ertelenmesi; yüksek öğrenim yurtlarında kalan öğrencilerin beslenme yardımının günlük 25 liradan 60 liraya çıkartılması; yüz binlerce kişiyi ilgilendiren Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) konusunun çözümü için hazırlanan yasa tasarısının Aralık ayında Meclis’e sunulması” bulunuyor. Ayrıca asgari ücretin -yılbaşından itibaren- yüzde 50’nin üzerinde arttırılacağı, sözleşmeli kamu personelinin kadroya alınacağı da iktidar cenahında sıkça dillendirilen konular arasında yer alıyor.
Enflasyonun yüzde 200’lere vardığı koşullarda vaad edilen sosyal yardım düzenlemelerinin ve ücretlerde yapılacağı söylenen artışların toplumun içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları ortadan kaldırması mümkün değildir elbette. Ancak muhalefetin ortaya somut alternatifler koy(a)maması durumunda, kutuplaştırıcı politikalarla birbirine düşmanlaşmış ve hakkını aramak için demokratik mücadele yollarını kullanamayan yoksul, emekçi kitlelerin iktidarın 20 yıldır uyguladığı “yollu-yolsuz yoksullaştıma politikaları”nı sorgulamadan, AKP’ye -kerhen de olsa- destek vermesi şaşırtıcı olmaz!