AKP’nin birinci sürümü olarak piyasaya çıkan Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’nden (GP) 3 ay sonra, Babacan’ın Demokrasi ve Atılım Partisi’de (Deva) merkez sağ piyasasında alıcıya/görücüye çıktı. Her iki parti de esas olarak ticari şirketlerin yeni ürünlerinin tanıtımında kullandıkları bir kavramla lansman yaptı. Zaten Özal’dan beri devlet, hükümet ve partiler şirket tarzında yönetildiği için bu kavram hiç kimseye ters gelmedi. GP ve Deva, AKP’yi bölen, parlamentodaki konumunu değiştiren, erken seçime zorlayacak ve iktidardan edecek bir durumda değil. AKP’nin iki yeni versiyonu ya da sürümü olarak ortaya çıkmalarına karşın, her iki parti de böyle bir fonksiyon üstlenme potansiyelinden yoksun. Ancak AKP’nin yüzde 3-5 oranında oy kaybetmesine yol açmaları bile önemli sonuçlar yaratabilecek bir sorun oluşturuyor.
Türkiye siyasal tarihinde uzun süre iktidarda kalan partilerin doğurgan nitelik kazanmasının bir yansıması olarak AKP peşi sıra iki parti birden doğurdu. GP ve Deva liderleri, AKP’de görev ve sorumluluk aldıkları dönem politikaları üzerinden siyasete soyundu. Babacan, AKP’nin 2002-2011 dönemi IMF destekli ekonomi politikalarını, Davutoğlu da 2009-2016 dönemi AKP’nin dış politikalarını temel alıyorlar. AKP iktidarının tüm icraatlarından sorumlu kişiler olarak Babacan ve Davutoğlu, Erdoğan’ın kendi yolunda tek başına ilerlemek için onları tasfiye etmesinden ve yaptıkları onca işlerdeki sorumluluklarından hiç söz etmeksizin aynı kulvarda yürümeye çalışmaları, siyasal bir handikap oluşturuyor. Yeni ve ülkenin temel ekonomik, sosyal, siyasal, etnik, kültürel ve inançsal sorunlarının çözümü için alternatif politikalar üretmeden, eskinin yerine yeniyi koymadan, kitlelerin somut taleplerini dikkate almadan siyasal ve toplumsal alanda bir dönüşüm sağlamanın mümkün olmadığını kısa zamanda öğrenmiş olacaklar.
Yaşanmakta olan siyasal ve toplumsal konjonktür, AKP’ye karşı bir iktidar alternatifini gerektirirken, bu aşamada muhalefet partilerinden hiçbirinin bu görevi tek başına üstlenemeyeceği gerçeği, muhalefet partilerinin en geniş ittifakını dayatıyor. Bu bakımdan Cumhur ve Millet ittifaklarının eskisi gibi devam edip etmeyeceği, özellikle de GP ile Deva’nın katılımıyla Millet İttifakı’nın güçlenip güçlenmeyeceği önem kazanıyor. Şimdiden dillendirilmeye başlandığı gibi Millet İttifakı’nda CHP’yi dışlayarak İP, SP, GP ve Deva’nın içinde yer alacağı Türkiye İttifakı adıyla üçüncü bir ittifakın ortaya çıkma ihtimali de var. Böyle bir ittifak, Cumhur İttifakı’nın işine yarayacağı için AKP, CHP’nin HDP ile baş başa kalması için elinden geleni yapmaya çalışacaktır. Kendi geleceğini merkez sağ politikalarda arayan ve HDP’den uzak durmayı sürdüren CHP, Millet İttifakı’nı yaşatmaya ve iki yeni iki partiyi bu ittifaka dahil etmeye çalışarak AKP’nin kıskacından kurtulmaya çalışacaktır.
Siyasal ve toplumsal veriler, normal koşullarda yapılacak bir seçimde AKP’nin iktidarını kaybedeceği anlaşılıyor. Kendi geleceğinin farkında olan AKP, bir süreden beri iktidarının devamı için yeni hamleler yapma peşinde. Muhalefet partilerinin ittifaklarını zayıflatmak için yüzde 10 seçim barajını yüzde 5’e indirmek, başkanlık seçiminde yüzde 51 şartını değiştirmek ve partiler arası ittifaklarda partilerin pozisyonlarını düzenlemek gibi yeni planlar yapıyor. Bu bağlamda bazı Güney Amerika ülkelerinde geçerli olan, en yüksek oy alan birinci parti ile ikinci sırada olan parti arasında yüzde 10’luk bir fark olması halinde birinci gelen adayın seçilmesi veya yüzde 51’in yüzde 45’e düşürülmesi gibi alternatif çözümler arayışını sürdürüyor.
AKP’nin başkanlık sisteminin bazı aksayan yanlarını düzeltmeyi ve parlamentonun yetkilerini biraz artırmayı ve böylelikle rejimi tahkim etme konusunda doğrudan İP ve dolaylı olarak CHP ile bazı pazarlıklar yaptığı biliniyor. Çünkü başkanlık sisteminden vazgeçilerek parlamenter sisteme dönüş ancak Cumhur İttifakı dışında kalan muhalefet partileri koalisyonunun iktidar olmasına bağlı. Egemen sınıfların temsilcisi olan ve esas olarak müesses nizam koruyuculuğu yapan partilerin parlamenter sisteme dönüş konusunda yaptıkları açıklamalar konusunda ne kadar kararlı ve tutarlı olacakları belli değil. Bir iktidar değişikliğine yol açacak bu sürecin mümkün olup olmayacağını siyasette egemen olan ABD ve AB destekli merkez ve merkez sağ politikaları belirleyecek.