Seçim yenilgisinden sonra AKP’nin nasıl hareket edeceği, nasıl bir yol izleyeceği en çok merak edilen ve tartışılan konudur. Zira AKP seçimden yenilgiyle çıktı. Halihazırda yöneten konumda olmasına rağmen esasında bu konumunu kaybetmiş, toplumdan yönetme ehliyetini alamamıştır. Bu haliyle meşruiyetini yitirmiş bir yönetim pozisyonundadır. AKP’nin bundan sonra ne yapacağı konusunda AKP’den beklentisi olanlar AKP’nin paradigma değişimine gideceğini düşünürken, beklentisi olmayanlar ise herhangi bir değişim yapmadan aynı siyaseti yürüteceğini düşünüyorlar. Her iki düşünceye yol açan da AKP’nin karakteri ve tarzıdır. Çünkü AKP her ikisini de yapabileceğini gösteren bir geçmiş sunuyor. Buna bakarak herkes kendine göre veya beklentisine göre bir sonuç çıkarabiliyor. Bu da AKP’nin mahareti olsa gerek. Madem herkese hakkını teslim etmek hakikatin bir gereğidir, o halde AKP’nin de bu hakkını teslim etmek gerekir. O kadar çok halden hale girebiliyor ki, gerçeğinin ne olduğu kayboluyor, ilk bakışta görünemez oluyor. Tıpkı maddenin halleri gibi AKP’nin de farklı halleri vardır. Madde gibi AKP de yere ve zamana göre bazen katı, bazen sıvı, bazen de buhar olarak karşımıza çıkabiliyor. Bazıları politika adına bunu bir maharet olarak görüp anlatıyor; fakat bu maharet değil, devlet siyasetinde derinleşmenin insanı düşürdüğü bir durumdur. AKP bu duruma MHP’yle ittifak kurduktan sonra düşmemiştir. Baştan beri AKP ve Tayyip Erdoğan devletçi bir kafayla yol almış ve şimdi de bu kafayla yol almaya devam ediyorlar. Zamanla devletçi kafa derinleştikçe daha çirkin bir hal almışlardır. AKP ve Tayyip Erdoğan için bir değişimden bahsedilecekse, bu söylenebilir. Yoksa başta iyiydiler de sonra kötü olmamışlardır. Tersine, bu kafadan dolayı karşılarına çıkan iyilikleri her seferinde teperek bugünkü derekeye düşmüşlerdir.
Bu yazıda anlatmaya çalıştığımız, AKP’nin bu hallerine bakarak yanılmamak, gerçeğini gözden kaçırmamaktır. Nasıl ki maddenin farklı halleri maddenin özünü değiştiremiyorsa, AKP’nin girdiği farklı haller de AKP gerçeğini değiştirmiyor. AKP’nin bu kadar farklı hallere girmesinin bir başka sebebi de sahip olduğu özünü gizlemesinden ileri gelmektedir. Demek ki özünü göstermekten çok korkuyor. Eğer öyle olmasaydı bu kadar maske takınmaz, gerçeğini bu kadar gizlemeye çalışmazdı. Çünkü gizlilik korkunun ürünüdür. AKP bu anlamda korkuları çok olan bir yapıdır.
AKP’nin paradigma değişimine gideceğini düşünenler AKP’nin pragmatik gerçeğinden hareketle bu sonuca ulaşıyorlar. Buna göre AKP pragmatik yaklaşacak, siyasetini değiştirip Kürt meselesine eğilecek ve demokratik adımlar atacak. Tayyip Erdoğan’ın pragmatik bir karaktere sahip olduğu doğrudur. Fakat tam da bundan dolayı siyasetini değiştirip demokratik bir rotaya girmez. Demokrasi pragmatizmle gerçekleşecek bir şey değildir. Hele ki söz konusu Kürt meselesi olunca en yanlış ve tehlikeli yaklaşım pragmatik yaklaşımdır. AKP ve Tayyip Erdoğan Kürt sorununa zaten böyle yaklaştıkları için malum noktaya geldiler. Dolayısıyla pragmatizmin gereğinden dolayı AKP’nin değişeceğini belirtmek ve beklemek son derece yanlıştır. Kürt sorunu derin bir inkarın ürünüdür ve ancak derin bir demokratik zihniyetle çözülebilir. Böyle bir bilince sahip olanlar Kürt meselesine eğilebilirler. AKP ve Tayyip Erdoğan gibileri ise ancak pragmatik yaklaşabilirler ve pragmatik yaklaşımın nasıl bir sonuç doğurduğunu, AKP’yi MHP-Ergenekon ittifakına götürdüğünü hep birlikte yaşayarak gördük. Ortadoğu’da pragmatizmle siyaset yapmanın sonu despotizm ve diktatörlüktür. Bunun yeterince görülmüyor veya anlaşılmıyor olması gerçekten de şaşırtıcıdır. Halbuki bu gerçeği en fazla deneyimleyen ülkelerden biri Türkiye’dir.
İkinci sırada gelen görüş ise AKP’nin hiçbir değişikliğe gitmeden mevcut konsepti sürdüreceğidir. Birincisine göre bu görüş gerçeğe daha yakındır. AKP ve Tayyip Erdoğan’ın Kürtlere karşı savaşı daha geliştirmekten başka bir şey düşünmediği açıkça ortadadır. Tayyip Erdoğan’ın Irak’a gidişi de bu amaçladır. Fakat AKP’nin konumu eskisi gibi güçlü değildir. Türkiye’yi eskisi gibi tek başına yönetme durumunda değildir. AKP ve Tayyip Erdoğan sadece meşruiyetini yitirmemiş, yönetme gücünü de kaybetmiştir. Tayyip Erdoğan’ın yüksek sesle “tek yönetim benim” demesi eski gücünü yitirmesinin sonucudur. Bağırarak bu durumunu gizlemeye çalışıyor; fakat böyle bir durumunun olmadığını biliyor ve görüyor. Dolayısıyla Kürtlere karşı savaşı da eskisi gibi tek başına veya içerisinde bulunduğu ittifakla yürütmesi mümkün değildir. İşte bu durum AKP’nin yeni bir hal almasını zorunlu kılmaktadır. Yani muhtemeldir ki Türkiye Tayyip Erdoğan’ın yeni bir haliyle karşı karşıya kalacaktır. AKP, söz konusu konseptten vazgeçmeyeceğine göre, geriye konsepti yürütmek için daha geniş destek sağlamak kalıyor. Tayyip Erdoğan, yumuşak bir veçheye bürünerek bu desteği sağlamaya çalışacaktır. Desteğini almaya çalıştığı ise seçimde birinci parti olarak çıkan CHP’dir. Seçimde birinci parti olarak çıkan CHP olmadan AKP ne ülkeyi yönetebilir ne de Kürtlerle savaş anlamına gelen konsepti yürütebilir. Tayyip Erdoğan bu gerçeği görerek hareket ediyor. Zaten Özgür Özel’le görüşmek istediğini belirtmekle bu tutum ve niyetini ortaya koymuştur. Dolayısıyla en büyük tehlike CHP’nin AKP’yle uzlaşmasıdır. Bu olur mu, bilinmez; fakat olursa elbette kötü olur. Bu durumda CHP yakaladığı tarihi fırsatı kaçırır. Yönetim olma durumu ortadan kalkar. Yarının ne getireceği belli olmamakla birlikte Tayyip Erdoğan’ın ömrünü biraz daha uzatma imkanı elde edeceği söylenebilir. AKP ve Tayyip Erdoğan bu süre zarfında cumhuriyetin kalan kırıntılarını da öğütüp rüzgara savuracaktır. Böylece CHP diye bir şey de kalmayacaktır. Ama CHP AKP’yle uzlaşmayı reddeder, demokratikleşme programını geliştirirse o zaman farklı ve olumlu gelişmeler olur. Sonuç olarak AKP ve Tayyip Erdoğan yeni bir hal ile karşımıza çıkmış bulunuyor. Her şey buna nasıl yaklaştığımıza bağlı olacaktır.