Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, MİT’in başından “Hariciye”nin başına geçişi sonrası Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki ilk politik sınavını bir “performans”a dönüştürme gayretleriyle Prof. Celal Şengör gibilerin gözünü boyamış olabilir. Ama sunuşuna dikkatle bakılınca Fidan’ın zihninin, esasen “devlet adamlığı”na yükselme sürecinin icaplarına ayak uydurma telaşı içinde, safra boşaltırcasına “çözüm süreci müktesebatı”nın ağırlıklarından kurtulmakla meşgul olduğu görülebiliyordu.
Fidan’ın maksadı eğer artık hiçbir ağırlığının kalmadığının anlaşılmasını sağlamak idiyse, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda ağırlıklarından tamamen kurtulduğundan emin olabilir. Fidan -bir zamanlar vardıysa- kendisine vehmedilen “eşsiz genel kültür sahipliği” yakıştırmasının önemli bir kısmını “çözüm süreci döneminde” hükümete verdiği raporlara borçluydu.
Ancak, görüldü ki, “çözüm” defteri kapanıp Dışişleri Bakanlığı’nda “misyon” Erdoğan’ın anakronik “İslam bayraktarlığı” iddiasına küresel bağlam icat etme simyagerliğine indirgenince “eşsiz genel kültür”ün Huntington’ın “medeniyetler çatışması” safsatasına müracaat dışında bir işlevi kalmamıştı. Fidan küresel süreçleri okuma, küresel güneyin dünyanın geleceği ve dönüşümündeki rolünü kavrama ve Türkiye için bu dinamiklerle bakışan özgül bir dış politika perspektifi ihdası konusunda AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın eline su bile dökemez.
Dışişleri Bakanı, kendisine sorulan onlarca sorunun hiçbirine ister teknik, ister diplomatik, ister politik olsun üzerinde düşünmeye değer, sorun çözmeye yönelik, Erdoğan’ın bugüne kadar “Eyy…” diye bağıra çağıra söylediklerinden daha anlamlı bir bakış açısı sunmayı başaramadı. Dahası, Kürt sorunu ve AB üyelik sürecine yönelik sorulara verdiği yanıtlar da vahamet derecesinde yüzeysel ve sorunları derinleştirmekten başka hiçbir sonucu olamayacak ölçüde kabaydı.
“Bazı milletvekilleri […] sanki devletimiz bir Kürt düşmanlığı yapıyormuş gibi bir algı oluşturuyorlar. […] Aslında bütün bu anlatılardaki ‘Kürt’ kelimesini çıkartıp oraya ‘PKK’ koymak gerekiyor. Yani biz, kategorik olarak PKK’nın düşmanıyız […] Türkiye Cumhuriyeti devletine şu anda yeminli, silahlı, üstüne gelmiş tek bir düşman var, PKK ve biz ona düşmanlık yapmakta haklıyız. […] PKK, Türkiye Cumhuriyeti devletine silah çekmeye devam ettiği sürece bizim mücadelemiz sonuna kadar devam edecek […] bu devlet olmanın, bağımsız olmanın yani var olmanın bir şartı.”
Aynı Fidan’ın bir de hala kimin sızdırdığı tam olarak aydınlanmayan ama tarafların otantikliğini inkâr da etmediği “5. Oslo Görüşmeleri Tutanakları”nda o PKK’lier ve lideriyle ilgili değerlendirmelerine göz atalım. KCK Yürütme Konseyi’nden Sabri Ok ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan konuşuyor:
“Sabri Ok: Biz de kendi anadilimizde eğitim istiyoruz yani talepler anlamında. O açıdan diyoruzki, biz bazı adımları atarken AKP’nin de ne yapacağını bilmek isteriz. Tamam biz bu adımları atacağız ama mesela yüzde yedi baraj düşürülür mü? Diyebilirsinizki yüzde on barajı sizi niye ilgilendirir, biz Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda kendimizi sorumlu görüyoruz ve bu Kürtleri de ilgilendiriyor. Örneğin biz diyebilirizki bu kadar tutuklu var biz adım atalım, doğru ama adım atarken, insanlar belediye başkanı il başkanı da dahil herkes içerde […]
“Hakan Fidan: […] Sabri Bey bu söylediklerinizde çok haklısınız. Benim bizzat burda oluşum size sistematik bir müzakereyi ve biraraya gelişi teklif edişim, sonra Sayın Öcalan’ın sizle iletişim kurmasına bizim kısıtlı şartlarda da olsa izin vermemiz, sizden mesaj götürmemiz, sonra çeşitli iletişim kanalları bulmaya çalışmamız, bu hafta İçişleri Bakanı da parti yetkilileri ile görüşecek, bütün bunların hepsi kamuoyunda bizleri zor duruma düşürmeyecek bir modelite icat edip, problemi karşılıklı çözme yönünde atılan adımlardır. Türkiye’de yaşamanın tadı olmaz sıkıntı olmadan, ama artık şu getirilmiş aşamadan itibaren ben meşru bir hareketin bir engelle karşılaşacağını düşünmüyorum. Onun için bence önderliği bu konuda ben bu çizgide görüyorum Sayın Öcalan’ı. Ama buradaki arkadaşların da o konuda bir çözümlemeye gitmeleri lazım diye düşünüyorum. Yoksa bunu ben AK Parti’nin veya devletin eli rahatlasın şu olsun bu olsun diye söylemiyorum.”
Heyhat, aynı Fidan şimdi bu yaklaşımın kıyısından bile geçmeyecek, cahilce olduğu kadar eblehçe ve kıyıcı MHP-Ergenekon tezlerini eşi bulunmaz birer inci gibi Komisyon’da dirhem dirhem satarken, kendisinden önceki onlarca hükümet tarafından kullanıla kullanıla çaptan düşmüş “raison d’etat” (devlet aklı) ambalajına sarmayı marifet sanıyor.
Ama zaten tam da bu nedenle ne kendisi, ne de lideri yani Erdoğan, hayal ettikleri gibi, tarihte çığır açan büyük insanlar arasına karışamayacaklar. Adları kendilerinden öncekilerin önüne yazılmayacak. “Kürt sorununu çözmek” kısmen Kürtlerle kader birliği etmek demekti. Bu, ABD’de siyah sorununu çözmek, Güney Afrika’da apartheid sorununu çözmek, Britanya’da İrlanda sorununu çözmek için olduğu kadar çok cesaret ve vizyon isterdi. Oysa ne Erdoğan’da ne Fidan’da bu cesaret ve vizyon vardı, ne de tarihsel olarak bu cesaret ve vizyonu üretecek bir tabana yaslanıyorlardı. Arafta uzun süre kalınamazdı. Kürtlerle kaderlerini birleştirmektense devletin sahiplerine iltica ettiler. Şimdi onların dilinden konuşuyorlar.
Fidan, Erdoğan ve diğer ihtida etmiş siyasal İslamcıların durumu, tarihin cilvesiyle devlet ve medeniyet katına yükselmiş bütün haricilerinkinden farksız. Benzer bir gerilim anında Lenin Çarlığın yerini alan Komünist bürokrasinin açmazlarını değerlendirirken şu öğretici örneğe müracaat etmişti: “[…] Çocukken tarih derslerimizde bize anlatılanlara benzer bir şey oldu: Bazen bir ulus diğerini fetheder, fetheden ulus fatih ve yenilen ise fethedilen ulustur […] Ama bu ulusların kültürüne ne olur? Burada işler o kadar basit değil. Fetheden ulus, mağlup ulustan daha kültürlüyse, birincisi kendi kültürünü ikincisine empoze eder; Ama tam tersi olursa, yenik ulus kendi kültürünü fatih ulusa empoze eder […] çünkü ikincisi yönetim yeteneğinden yoksundur.”
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçiş işte böyle bir şeydi, iktidarı muhafaza MHP ve Ergenekon’a ilticayı, “Kürtlerle barış”ın bordadan atılmasını, “entelektüel MİT Başkanı”nın Ergenekoncu Dışişleri Bakanı’na, Reis’in “Duçe” taklidine dönmesini gerektiriyordu. Fetheden fethedildi.
Elbette, en az 20 milyon Kürdün yaşadığı bir ülkede Kürtlerin “dekolonizasyonu” diye bir tarihsel mesele Hakan Fidan unuttu diye gündemden kalkmayacak, ancak Fidan’ın bize anlattığı, dönüşüm dinamiklerinin devletten çoktan uzaklaşmış olduğu ve Kürtlerin kurtuluşunun siyasal gündeme taşınması olanaklarının “devlet aklı”nın değil toplumsal kurtuluşun bir fonksiyonu olması gerekeceğidir.