HDP Milletvekili Tülay Hatimoğulları, Türkiye’nin Kürt karşıtlığı ve mültecilere karşı tutumunu değerlendirdi:Rojava gibi bir model bölgede yayılırsa, halklar bunun uğrunda mücadele etme konusunda örgütlü gücünü büyütürse; bölgedeki otoriter rejimler tehlikeye girecektir. Birçok güç bu iradeyi kırmak için sessiz davranıyor
Berivan Altan/ANKARA-MA
Suriye iç savaşını körükleyerek, milyonlarca insanın Türkiye’ye göçünü sağlayan AKP iktidarı, konuyu yeniden tartışılır hale getirdi. Uluslararası ilişkilerde tehdit unsuru olarak mültecileri daha önce Edirne sınır kapısına taşıyan iktidar, iç siyasette de ırkçı, milliyetçi ve dinci politikalar üzerinden kutuplaşmayı derinleştirdi. Yeniden iç ve dış siyasete malzeme edilen mültecilere yönelik derin planların sinyalleri veriliyor. Avrupa ülkeleriyle para karşılığında sığınmacıları statüsüz bırakan AKP iktidarı, mülteci hamiliğine soyunmasının arkasında işgal ve ilhak düşüncesi olduğu ifade ediliyor. AKP’nin Neo-Osmanlı politikalarıyla yayılmacı bir siyaset yürüttüğünü ve göçmen sorununun temelinde de bu yaklaşımın olduğunu ifade eden Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları, iktidarın Suriye sınırında kendi egemenliği altında bir “Arap Kemeri” kurmayı amaçladığını söyledi. Hatimoğulları, AKP iktidarın iç ve dış politikasının yansıması olarak mülteci ve Kürtlere karşı savaşı değerlendirdi.
-Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile muhalefet partilerinde kimi milletvekilleri Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı, hedef gösteren girişimleri sürüyor. Irkçı, milliyetçi, dinci söylemler üzerinden yeniden körüklenen mülteci karşıtlığı neden şimdi ısıtılıyor?
Her ne kadar mülteci kavramını kullansak da Türkiye’de Suriyelilerin mültecilik statüsü yok. Türkiye mültecilik meselesine dair gerekli olan uluslararası anlaşmaları henüz imzalamadığı için göçmenler sığınmacı olarak tanımlanıyor. Suriye savaşından itibaren sığınmacı meselesi Türkiye’de yapısal bir sorun haline geldi. Bugün sığınmacı meselesi Türkiye’de bir çırpıda çözülebilecek bir durum olmaktan çıktı. Türkiye’de uzun süredir aslında bir göç meselesi var. Fakat bu son zamanlarda Ümit Özdağ ve diğer muhalefet partileri bu konuya fazlasıyla gündeme getirmeye başladılar. Bunun en büyük sebebi Türkiye’de ırkçı, milliyetçi bir çizginin yükseltilerek, buradan siyasi bir rant elde edilmek istenmesidir. Burada AKP iktidarı sanki mültecileri seviyor gibi gözükse de esasen Türkiye ve Suriye’de yaşayan Suriyelilere en büyük kötülüğü yapandır.
-Suriyelilere en büyük kötülüğü yapandır, dediniz. İktidarın bu yönlü politikasını biraz açar mısınız?
AKP iktidarı sığınmacı meselesinde bir taşla birkaç kuş vurmak istedi. Suriye’de 11 Mart 2011’de savaş başladıktan sonra mayından temizlenen alanlar ardına kadar Suriyelilere açıldı. İlk etapta bakıldığında göç politikasında duyarlı bir yaklaşım olduğu düşünülse de asıl neden bu değildi. Türkiye 2011’de savaş başladıktan sonra bütün politikalarını değiştirdi. Komşularla sıfır sorundan had safhaya varan düşmanlıklar üreten siyasetler izlemeye başladı.
-Neden düşmanlık üreten bir siyaset tercih ediliyor?
Bunun sebeplerinden biri Neo-Osmanlıcılık politikası ve diğeri de Kürt düşmanlığıdır. Kürtlerin, Suriye’de bir statü elde etmesinin önüne geçmek için her türlü adımı attı. ÖSO’dan El-Nusra’ya, DAİŞ ve uzantısı örgütleri destekleyerek, savaşı körükleyecek bir politika izledi. Mültecilerde bu politikadan bağımsız değildi. Sığınmacılar Türkiye’de sermayeye ucuz iş gücü sağladı. Türkiye’de iktidar faşizan baskıları ve otoriterleşmeyi arttırdığı dönemde TÜSİAD bir açıklama yapmıştı. Ardından iktidar; ‘Biz işçi eylemlerini engelliyoruz ve grev hakkını ellerinden alıyoruz’ diyerek, TÜSİAD’a mesaj verdi. Aynı mesajı göçmenlik meselesinde de veriyor. Örneğin, Çukurova’da narenciye ya da maydanoz işçisinin yevmiyesi 150 TL ise Suriye’den gelenleri 50-60 TL’ye çalıştırıyorlar. Ayrıca her yerde güvencesiz, merdiven altı çalıştırılıyorlar.
Suriye savaşı başladığı günden sonra Türkiye’deki iktidar bir tampon bölge oluşturmaktan bahsetti. Bazen adını değiştirdi ‘güvenli bölge’ oldu bazen ‘uçuşa yasak bölge’ denildi. Bütün bunların altında yatan etmen Suriye ve Türkiye Kürdistanı arasında bir Arap kuşağı yaratmaktı. Orada demografik yapıyı değiştirerek, yapay olarak çizilen sınırlarda kendi egemenliğinde ara bir Arap kuşağı yaratmak istiyor. Bu bölge halkları açısından tehlikelidir. Bu politika ile Kürtlerin yaşadığı bölgede demografik yapıyı değiştirme hedeflenmektedir. O yüzden Türkiye sınırları açtı, bugün 5 milyona yakın Suriyeli burada.
-Efrîn’de yürütülen Kürtsüzleştirme politikası gibi…
İdlib’de yüz bin briket ev projesi yaptılar. Muhtemelen bunu farklı bölgelerde de yapacaklar. Efrîn’de de yapabilirler. Efrîn’deki çatışma ardından Kürtler, Suriye’nin içine doğru gitmek zorunda kaldılar. Efrîn şu anda Kürtsüzleştiriliyor. Orada da briket evler ya da adı başka bir şey olur. O tür projelerle Türkiye’deki Suriyelileri oralara yerleştirmek istiyorlar.
-Tezkerelere ‘Evet’ diyen muhalefetin bugün Türkiye’de artan göçmen karşıtlığında sorumluluğu yok mu ve şu aşamadan sonra muhalefetin ne yapması gerekiyor?
Öncelikle göçün bitmesi için savaşın bitmesi gerekiyor. Bunu muhalefet partileri de, bu işin içinden ırkçı, milliyetçi hamaset üreterek, nemalanmak isteyen siyasi partilerde, gruplarda çok iyi biliyor. Bu göçün nedeninin savaş olduğunu ve çözümünün de barışın tesisinden geçtiğini bilmemek için insanın aklını yitirmiş olması gerekir. Bir sorunun köklü çözümü onun asıl nedenini ortadan kaldırmakla mümkündür. Bunun nedeni savaş. Muhalefet AKP öncülüğünde sınır ötesinde harekatları destekliyor, Suriye’nin iç işlerine karışmasına izin verdi. Bütün bunlarla uğraşmadan, AKP karşıtlığı üzerinden yüzeysel bir ırkçılık, milliyetçilik geliştiriliyor. Aslında geliştirilmek istenen ırkçılık ve milliyetçilik, faşist olan AKP rejiminin değirmenine sutaşıma anlamı taşıyor. Muhalefet eğer bu konuda samimi ise sığınmacılar üzerinden geliştirilen ırkçı, milliyetçi söylemler yerine savaş karşıtlığı, tezkerelere hayır demek ve Türkiye’nin Suriye’den elini çekmesi için mücadele etmesi gerekir. Aksi takdirde yapılanlar göçmenleri sevme değil, göçmenleri AKP gibi araçsallaştırarak, siyaset üretmedir. AKP, Türkiye’yi bir göçmen deposuna çevirdi. Bunu da Avrupa ülkelerinden taviz koparmak için göçmenleri araçsallaştırarak, bir kart şeklinde ikide bir masaya vuruyor.
-Tabii bu işin bir de batılı ülkelerin sorumluluğu da var. Sığınmacıların zaman zaman Avrupa’ya karşı bir şantaj aracına dönüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP, Türkiye’yi bir göçmen deposuna çevirdi. Bunu da Avrupa ülkelerinden taviz koparmak için göçmenleri araçsallaştırarak, bir kart şeklinde iki de bir masaya vuruyor. Mesela iktidar, AİHM kararları dahil olmak üzere hiçbir uluslararası sözleşmenin yerine getirmiyor. AİHM kararlarına göre Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş serbest bırakılmalıydı. Bu kararlar uygulanmamasına rağmen AB’nin sessiz kalmasının nedeni Türkiye’nin mülteci kartını masaya vurmasından dolayıdır. Dikkat edilmesi gereken bir nokta da Türkiye’de seçime az bir süre kaldı ve mevcut iktidar çok büyük bir kaos yaratarak seçime gidebilir. Bu kaosta seçeneklerden birisi de muhalefet partilerinin bir kısmının ısrarla üzerinde durduğu sığınmacı meselesi ve buradan devşirilmek istenen ilkel milliyetçilik ve ırkçılıktır.
-Arka planında ne düşünülüyor?
Türkiye, sığınmacılar meselesinde yangın yerine dönüşebilir. Ankara’nın Altındağ ilçesinde geçen yılın Ağustos ayında bir Suriyeli sığınmacı linçle katledildi. Birçok Suriyelinin iş yeri yağmalandı. O bir pogrom denemesiydi. O pogrom denemesinin ve ırkçılığın arttığı bu atmosfer içerisinde Arap ve Kürtlere dönük de bir pogrom senaryosu yeniden devreye girebilir. İktidar bu oyunu oynar. AKP’nin günahları kadar muhalefetin de günahları var. O yüzden herkes aklını başına almalı. Muhalefet ve iktidarı da ciddi bir şekilde uyarıyoruz; Sakın hiç kimse böyle tehlikeli bir oyuna girip, ülkeyi ateşe atmaya kalkışmasın. Muhalefete seslenirsek; sığınmacı sorununu çözmek için bir kere tezkerelere hayır demeyi bileceksiniz, Türkiye’nin Suriye’nin içişlerine karışmasını engelleyeceksiniz. İktidara diyeceksiniz; ‘Bütün askerleri geri çek biz orada barışa hizmet edecek, konferanslar toplayalım, barışı tesis edelim.’ Bir diğeri Kürt sorunuyla yüzleşeceksiniz. Kürt sorunuyla yüzleşmeden, sığınmacı sorununu da bu saatten sonra çözemezsiniz. Türkiye, Kürt düşmanlığından vazgeçmeli, Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözmeli ve bunu Suriye’ye model olarak sunmalıdır. Bütün bu sorunların köklü çözümü burada yatar.
-Baas rejimi de Suriye’de daha önce Kürt coğrafyasında “Arap Kemeri” oluşturdu ve tarih başarısızlığın tanıklığını etti. Türkiye’nin düşündüğü “tampon bölge” oluşur mu, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ortadoğu’yu, İran, Irak, Suriye ve Türkiye coğrafyası üzerinden değerlendirecek olursak; zaten 21’nci yüzyılda böyle demografik yapıyı değiştirmeyi esas alan politikalar halklara düşman politikalardır. Halkların buna karşı güçlü bir duruş sergilemesi gerekiyor. İdlib’de yüz bin briket ev yapılmış durumda, Erdoğan tanıtımını yaptı. Bir yandan ‘Biz hiçbir sığınmacıyı göndermeyeceğiz’ diyor ama proje bitmiş. Bu proje öyle şimdi planlanan bir şey de değil. Üzerinde uzun yıllardır çalışıldı. Mevcut iktidar, Suriye savaşından itibaren bu projeyi hayata geçirmek için her türlü fırsatı değerlendirdi. Neo-Osmanlıcılık politikaları 21’nci yüzyılda karşılık bulmaz. Osmanlı tarihine dönüp baktığımızda bölge halkları çok ciddi acılar çekmiş, aynı acıların yeniden zuhur edilmesini asla istemezler. Dünya gözünü Rusya- Ukrayna savaşına dönerken, AKP iktidarı da kendi projelerini hayata geçirmek için gaza basmış durumda. Mesele Federe Kürdistan’a yapılan operasyonu böyle okumak gerekir. Orada da bir Musul-Kerkük sorunu vardır. Türkiye, coğrafi, siyasi, ekonomi olarak bir hegemonik alan yaratmak istiyor. İdlib’de yapılan briket evlere, Suriyeli sığınmacıları taşıyacaklar. Bu yerleştirme demografik yapıyı değiştirir.
-Bu politikaya karşı halklar ne yapmalı?
Kürt ve Arap kardeşliğinin bölgede en iyi şekilde örülmesi gerekiyor. Türkiye, Araplarla Kürtleri, Kürtlerle Kürtleri karşı karşıya getirmek istiyor. Aynı şekilde KDP ile Kürt Özgürlük Hareketi’ni karşı karşıya getirmek istiyor. Orada kalıcı bir müzmin bir savaş olsun, ‘Biz işimize bakalım, enerji kaynaklarını sömürelim, KDP bize bağımlı kalsın’ beklentisi içerisindeler.
-Türkiye’nin Irak’a müdahale etmesi ve kaynaklarını kullanma isteğine Arap kamuoyu nasıl bakıyor veya var olan devletler nasıl karşılıyor?
Türkiye’nin Federe Kürdistan bölgesine yönelik saldırılarına Irak hükümetinin bir tepkisi oldu ama zayıftı. Sadr hareketinin güçlü bir tepkisi oldu. Arap Birliği’nden güçlü bir çıkış olmadı. Fakat bu Arap ülkeleri Türkiye’nin Neo-Osmanlıcı politikalarının karşısında durmayacağı anlamına gelmiyor. Burada herkes zayıflatılmış bir Kürt hareketi istiyor. Kürt hareketi o kıvama geldiğinde devreye girmek istiyorlar. Zaten tehlikeli olan o. Tırnak içinde söylersek; ‘Önce Kürdü dövdürelim, iradesini kıralım ardından döner bakarız.’ Irak ve Suriye’de bu kadar açık, direk karşı duruş sergilememelerinin nedeni, Kürdün özgürlük anlayışı ve iradesini dövdürme, iradesini kırma, Rojava gibi bir modelin bölgede yayılmasının önüne geçmedir. Çünkü Rojava gibi bir model bölgede yayılırsa, halklar bunun uğrunda mücadele etme konusunda örgütlü gücünü büyütürse; bölgedeki otoriter rejimler ve yönetimler tehlikeye girecektir. Biraz bu iradeyi kırmak için yarı sessiz davranıyorlar. Fakat hiçbir Arap ülkesi yeniden Osmanlı politikasının bölgede hakim olmasını kabul etmez, istemez.
4 ülkede Kürtlere statü
-Tabloyu HDP olarak değerlendirdiğinizde, ne öneriyorsunuz?
Bölge ağır bir savaş ve çatışma altında. Bu Ortadoğu’nun kaderi değil. Bölgenin barış politikasına ihtiyacı var. Bölgenin halklarının iradesinin yan yana gelmesine ihtiyaç var. En nihayetinde emperyalist güçlerin bölgedeki sözcülüğü ve jandarmalığını yapan rejimlerle bu işler çözülmez. Büyük bir değişim ve dönüşüme ihtiyaç var. HDP olarak Büyük Ortadoğu Barışı’ndan söz ediyoruz, bunun için de bir çaba içerisindeyiz. Büyük Ortadoğu Barışı’nın gelmesi için bölgede yaşayan bütün halklar kendi dillerini, ibadetlerini özgürce yaşayabilmeli, varlıkları devletlerin anayasalarında bir statüye kavuşmalıdır. Kürtler dört ülkede yaşıyor ama doğru düzgün bir yasal statüleri yok. Irak’ta Federe Kürdistan Bölgesi var onu da KDP’nin izlediği yanlış ve teslimiyetçi politika ile kaybetmek üzereler, dolayısıyla Kürt sorunun barışçıl, demokratik yöntemlerle çözülmesi, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de Kürtlere statü tanınması ve Kürtlerin eşit yurttaşlık temelinde haklarının sağlandığı model gelişmeli. Emperyalist güçler bölgeyi enerji ve pazar kaynağı olarak görüyor, bu bölgenin hiçbir şekilde sömürülmesine izin vermeyecek, halkların kendi yaşam alanlarını savunacak bir bilincin gelişmesi önemlidir.
Berivan Altan/ANKARA-MA