Aslında AKP, 2015 7 Haziran seçimlerinde iktidarı kaybetti. Ondan sonra da hiçbir seçimi kazanmadı. Ancak devlet makinasını kullanarak ve muhalefetin yetersizliğinden yararlanarak iktidarını sürdürüyor
Hüseyin Kalkan
AKP, 18 yıldır iktidarda. Ancak bazı analistler AKP iktidarını R. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı seçildiği günden başlatırlar. Onlara göre Erdoğan, o günlerden başlamak üzere, bugünler için güç biriktirmeye başladı. Ve bugün izlediği stratejiyi ve siyasetlerin temellerini o günlerde oluşturdu. Adım adım ilerleyerek bugüne geldi. Kuruluşundan on dört ay sonra, Kasım 2002’de yapılan seçimlerde iktidara gelmesi bu analizi doğrulayan bir veri. Siyaset bilimci Prof Menderes Çınar, AKP’yı iktidara taşıyan koşulları şöyle analız ediyor: “Sivas katliamı, Susurluk skandalı, 1999 depremi sonrasındaki krizi yönetemeyen devletin enkaz altında kalması, 1994 ve 2001 ekonomik krizleri ve 28 Şubat süreci, 1990’larda Kürt, laiklik, demokratikleşme ve yolsuzluk ve yoksullaşma meselelerindeki çözümsüzlüğün yarattığı tıkanmışlığı sembolize etti ve boşluğu doldurmak isteyen yeni siyasi girişimler için zemin oluşturdu. O zamanki Türkiye hem kamusal tartışma mecraları ve tonu bakımından hem de siyasi girişimcilerin imkânları bakımından bugünkünden daha demokratik olduğu için AKP, bugün kendi rakiplerinin önüne çıkardığı engellerden çok daha azı ile karşılaşarak meydana çıkabildi. 1990’lı yıllarda birikmiş tepkileri, talepleri, şikâyetleri, yine 1990’lı yılların iyi-kötü demokratikleşme gündemiyle dile getirdi ve bir temsil kabiliyeti kazandı.” (Birikim Güncel, 20 Ağustos 2020 Perşembe)
Haziran seçimleri
Erdoğan, her krizi iktidarını sağlamlaştırmak için kullandı. İktidarını güçlendirecek, yolunu devam etmesine yaracak her ittifaka girdi. Gerektiğinde de elinin tersi ile bu ittifakları bir tarafa iterek, oyununa devam etti. Bunun en iyi örneği önce Gülen Cemaati ile Avrasyacılara karşı yaptığı, daha sonra Avrasayacılarla Gülen Cemaati karşı yaptığı ittifak. Bütün bu ittifaklar ve bu strateji AKP’yi bugüne kadar taşıdı. Ama hep yükselmedi; 2015 7 Haziran seçimleri AKP için sonun başlangıcı oldu. Çöküş çözüm sürecinden vazgeçtikten sonra başladı, seçimle tecillendi. Bundan sonra AKP’nin demokrasinin bütün kalemlerinde karnesi kötüye gitmeye başladı. Partili cumhurbaşkanlığına geçişle birlikte artık bir parti olarak AKP’den söz edilmemeye başlandı. AKP artık Erdoğan’ın ihtiyaçlarına göre kullandığı bir aparata dönüştü.
Çözümden çökertmeye
AKP’nin 18 yıllık iktidarını Eren Keskin, Günay Aslan ve Hakan Tahmaz ile konuştuk. Günay Aslan, AKP’nin çözüm süreci derken nasıl çökertmeye döndüğünü değerlendirdi. Aslan, konu ile ilgili şunları vurguluyor: “Erdoğan ve kurmaylarının ‘Yeni Türkiye’ konseptinin daha oluşum aşamasında gündeme aldıkları ‘çözüm arayışları’ AKP’nin 2. iktidar döneminde (2007) ivme kazandı. Devlet içindeki müttefiklerinin de iteklemesiyle AKP’nin başlattığı görüşme trafiği, Gülen’cilerin, Kemalistlerin ve MHP-CHP ikilisinin siyasi öncülüğünü yaptığı bilcümle statükocuların engellemelerine ve provokasyonlarına rağmen yıllarca devam etti.”
Tarihi bir süreç
Bu yıllar Türkiye’nin her şeyi tartıştığı, bütün tabuların tahtından oynatıldığı yıllar oldu. Ermeni ve Dersim soykırımlarının konuşulduğu, barış olanaklarını değerlendirildiği, kültürel ve demokratik bir canlanma yaşandı. Elbet bütün bunlar AKP’nin marifeti değildi, barış ortamının yarattığı bir atmosferdi. Günay Aslan, çözüm sürecinin Türkiye için tarihi bir adım olduğunu belirterek, şunları ekliyor: “2013’e gelindiğinde ise İmralı Süreci’yle birlikte yıllardır gizli olarak sürdürülen görüşmeler PKK Lideri Öcalan odaklı olarak alenileştirildi ve ileri bir aşamaya taşındı. İmralı Süreci ya da nam-ı diğer Çözüm Süreci sadece AKP iktidarı açısından değil, Türkiye açısından tarihi bir adımdı. Erdoğan ve devlet içindeki müttefikleri Türkiye’nin bölgesel ve küresel bir aktör olma iddiasını Kürtlere, Kürdistan’a rağmen hayata geçirilemeyeceğini gördüklerini söylüyor, ‘devlet-millet’ çatışmasına son vereceklerini iddia ediyor, Kürt sorununun barışçıl çözümü üzerinden demokratik, müreffeh ‘Yeni bir Türkiye’ vaat ediyorlardı.”
İki farklı dönem
Barış Vakfı Genel Başkanı Hakan Tahmaz, AKP İktidarını iki döneme ayırarak değerlendirmekten yana. Tahmaz, bu iki döneme dair şu değerlendirmelerde bulunuyor: “18 yıllık AK Parti dönemini ikiye ayırmak mümkün. Partinin kuruluş süreci, iktidarının ilk on yılı ve Ortadoğu’da Bahar Hareketleri ve Suriye savaşı sonrası olarak ayırabiliriz. İlk dönem, geleneksel statükocu güçlerle mücadele, AB ile müzakere olarak toplumsal değişim dinamiklerinin siyasal yedeklenmesi ve liberal muhafazakâr kadrolaşma, kurum, kuruluş ve organda yer edinme, sağlamlaştırmak siyaseti izlendi. Bu dönemde toplumsal barış açısından ve yılların sorunlarının çözümü için evrensel, toplumsal değerler ve insancıl hukuk öne çıkarıldı.”
İlk dönemde Erdoğan, Kürt sorunu benim sorunumdur diyordu. Bütün Türkiye’nin sorunu olduğunu ekliyordu. Tahmaz, bunları hatırlatıyor: “Hatırlayalım, ‘işkenceye sıfır tolerans’, ‘milliyetçiliği ayaklar altına almak’, ‘Kürt açılımı’ ‘Alevi Açılımı’ ‘dostlukların çoğaltacağız ve düşmanlıkları azaltacağız’ ve ‘Komşularla sıfır sorun’ başlıklı bütün iç ve dış siyaset bu döneme ait. 12 Ağustos 2005 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan Diyarbakır’da özetle: Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorudur. Benim de sorunumdur. Bu sebeple ‘Kürt sorunu ne olacak?’ diyenlere diyorum ki bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur’ sözleri de tarihi bir konuşmadır.”
AKP ve derin uzlaşma
İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin AKP’nin iktidar karnesini şöyle değerlendiriyor: “AKP’ye kapatma davası açıldı. Asker-AKP kavgası aslında geleceğin de habercisiydi. Bu devletin gerçek yüzünü tanıyorlar, ancak bu ‘çekirdek-ittihatçı’ yapı ile ‘uzlaşma’ yaparsanız iktidar kalırsınız gerçeğini iyi bilirler. AKP bir zaman ‘Beyaz Toroslar’ dediği yapı ile sonunda ‘derin bir uzlaşma’ yaptı. ‘Her türlü milliyetçiliği, ayaklarımın altına aldım’ diyen Erdoğan, ‘en azılı milliyetçiliği’ yapmaya başladı. Aslında bugün yaşananlar çok da şaşırtıcı olmamalı. Türk-İslam sentezci, resmi ideolojinin, ‘düşman kardeşleri’ ulusalcılar ile İslamcılar ittifak yaptılar. AKP-Cemaat ortaklığının bitmesinin ardından iktidarda kalabilmek adına ‘Beyaz Toroslar Devleti’ ile derin ve korkutucu bir uzlaşmaya gitti. 90’lı yılların tüm ‘kirli aktörleri’ bugün iktidarın yanında. AKP- Derin Devlet ortaklığı ne kadar sürer bilinmez ama benim bildiğim tek şey derin ve gerçek devlette giden olmaz.”
Kim çöktü?
Günay Aslan, çözüm sürecinin nasıl çökertme sürecine dönüştüğünü şöyle tahlil ediyor: “Sürecin çökmesiyle birlikte devlet içindeki güç mücadelesi de değişti. Devlet makas değiştirdi ve 30 Ekim 2014’te yapılan MGK toplantısında alınan ‘Çöktürme Eylem Planı’nı uygulamaya girişti. Devlet içindeki vesayetçi yapılar AKP ve Erdoğan’ın toplumsal karşılığını bu kez Kürtleri ezmek için kullandı. Erdoğan’a deyim yerindeyse tükürdüğü yalatıldı ve Erdoğan aradan geçen 6 yıllık süreçte çeşitli insanlık suçlarına bulaştırıldı. Siyasi ve kişisel istikbali gereği herkesle işbirliği yapmaya uygun bir mizaca sahip olan Erdoğan, Bahçeli’nin vesayetinde içeride de dışarıda savaşa sürüldü. Bu arada Kürtlerle savaş üzerinden içeride güvenlik endeksli ‘tek adam rejimi’ inşa edildi. Savaş gibi yeni rejimin inşası da sürüyor. ‘Yeni Türkiye’ de Türk-İslamcı çizgiye savruldu ve aradan geçen 6 yılda bir dünya sorunu haline geldi. AKP’nin 20’inci yılı dünyanın bu soruna nasıl bir çözüm üreteceğinin ve memleketin nerelere savrulacağının görülmesi bakımından kritik bir yıl olacağa benziyor.”
AKP müttefikleri ile birlikte çoktan çoğunluğu ve toplumsal rızayı kaybetti. Artık en iddialı olduğu konular da bile söyleyecek bir söz bulamıyorlar. Hamaset konusu yaptıkları söylemler günlük olarak tükeniyor. 2023 kadar dayanması mümkün değil ama kendi lehlerine olacak bir seçim atmosferi de yaratamıyorlar. Bu durum halk ile AKP arasındaki gerilimi artırıyor.
Toplumsal çatışma zemini
Bugün Kürt sorununda ve Ermenistan ile ilişkiler konusunda izlenen siyaset, Türkiye’nin toplumsal barışını tehlikeli bir noktaya taşıyor. İktidardan olma korkusu, memleketi yönetmekte ve siyasal, sosyal, kültürel sorunları çözmedeki beceriksizlik ve yetersizlik, bölgesel gelişmeler, Suriye savaşı, liberal muhafazakâr iktidar çizgisinin yerini hızla Türk milliyetçisi muhafazakâr siyasal tercihlerin almasına ve içerde-dışarda Kürt karşıtlığına ve Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur siyasetine bıraktı. Çözüm sürecinin bitirilmesiyle Türklüğü yeniden ihya etme politikaları, 1929 konsepti, bölgesel Kürt karşıtlı ve baba Bush doktrini olan “ya benden yanasın ya düşmandan yana” anlayışı işlemeye başladı. İktidar biat etmeyeni düşman ilan etmek, ayrıştırmak ve ötekileştirmek siyaseti ile toplumsal çatışma zeminini güçlendirip yaygınlaştırdı. Bunlar bir toplum veya ülke için en tehlikeli siyasal zehirdir. İktidar bu zehri kullanıyor ve kendini de zehirleyecek.
AKP ve Kürtler
Eski sistemi çöken ve yeni döneme uygun yeni bir yapılanma arayışına giren Türk devleti içinde tercihini AKP’den yana yapmış güç odağı, 2007 Ergenekon ve 2010 Balyoz soruşturmaları sürecinde Cemaat polisini ve yargısını ustaca kullanarak ana vesayetçi ultra Kemalist yapıyı esas olarak devre dışı bıraktı. Daha sonra da bu vesayetçi yapıdan doğan boşluğu doldurmak üzere 7 Şubat 2012’de MİT soruşturmasıyla harekete geçen Cemaatçi yapıyı tasfiye etmek için düğmeye bastı.
17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarıyla devam eden süreçte kıran kırana bir mücadele yaşandı ve Gülen Cemaati büyük darbe aldı. Vesayetçi Kemalist yapılar ve Gülen Cemaati’yle mücadelesinde liberallerden Kürtlere birçok kesimin örtük ya da açık desteğini alan AKP ve Erdoğan bu sürecin ardından devletin baş köşesine yerleşti. İçerideki statükocu güçler geriletildi ve iktidarın önü açıldı.
Türkiye’nin toplumsal dinamiklerinin değişim, dönüşüm, demokratikleşme ve refah taleplerini arkalayarak iktidara gelen AKP ve lideri Erdoğan, Türkiye’nin yapısal sorunlarını çözeceği umudunu uzun süre canlı tutmayı başardı. AKP bu süreçte siyasi vizyon olarak da ‘Yeni Türkiye’yi öne çıkardı. Burada da Kürt meselesi önemli bir yer tutmaktaydı.
Ancak Çözüm Süreci iç ve dış engelleri aşmada başarısız oldu. İçeride eski Türkiye’nin aktörlerinin; Gülen Cemaati, MHP, Kemalistler ve CHP’nin kazan kaldırdığı Erdoğan-Öcalan endeksli olan ve Öcalan ile birlikte PKK’ye de içeride ve dışarıda muazzam derecede siyasi meşruiyet sağlayan süreç ne yazık ki Öcalan dışındaki Kürt aktörlerinden de hak ettiği ilgiyi ve desteği görmedi. Küreselleşme tıkandı, devletçi, otoriter eğilimler güç kazandı. İç ve dış dengelerin sarsıcı etkileri Türkiye’yi yeni bir türbülansa soktu. Kürtlerle ‘Büyük Barış’ın kapısı aralanmışken yeniden savaş rüzgarları esmeye başladı ve 24 Temmuz 2015’den ‘Çözüm’ün yerini ‘Çöktürme’ aldı.
Türkçü İslamcı ‘Yeni Türkiye’yi, kanlı bıçaklı olduğu Batı’ya karşı desteklemek ve onun enkazından bir ‘uydu devlet’ çıkarmak Rus siyaseti olarak karşımıza çıkıyor. Dünyanın genel gidişatı, güç savaşları ve dengeleri ama Rusya’ya başarılı olma şansı vermiyor. Ne olacağını görmemiz için ise Güney Kürdistan’da ve Rojava’da Kürtlerle sürdürülen savaşa bakmak gerekiyor.
* İlk bölüm için tıklayınız: Dış politika sarkacı: 2001’den 2021’e
*İkinci bölüm için tıklayınız: Kadın düşmanlığının 18 yıllık anatomisi