Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘alt düzeyde ve istihbari’ dese de Suriye’de Esad rejimiyle görüşme halinde olduklarını nihayet itiraf etti. Yıllardır ‘milyonlarca kişinin katili’ dediği Esad rejimiyle, Astana görüşmelerine başladıkları günden bu yana, ilişki içinde oldukları aslında tahmin ediliyordu. Ancak bu itiraf neden bu dönemde geldi? Daha doğrusu Erdoğan bu sefer neyin peşinde? Buna geçmeden önce Türkiye- ABD ilişkilerinin geldiği düzeye bakmak gerekir. Suriye Demokratik Meclisi (MSD) Yürütme Kurulu Başkanı İlham Ahmed, ABD Başkanı Danold Trump’la Trump İnternational’da düzenlenen bir resepsiyonda ayak üstü görüştükten sonra 6 Şubat’ta da Trump’ın Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmaya davet edildi.
Bu görüşme ve davet şimdiye kadar ABD ile Kuzey Suriye arasında devam eden askeri işbirliğinin siyasi bir boyuta da taşınması anlamına geliyor. Türk devleti bu durumdan ciddi şekilde rahatsız ve bu rahatsızlığını da ABD’den daha çok uzaklaşıp, Rusya’ya yakınlaşma şeklinde siyasete döküyor. Ancak Suriye rejimi ile çatışmalı bunca silahlı örgütü etrafında toplamışken, Rusya ile nasıl yakın bir siyaset izleyebilir?Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vilademir Putin arasında yapılan son görüşmeden sonra Putin’in Adana Protokolü’ne işaret etmesi bu siyasetin ilk sinyaliydi. Ki, Putin’in konuşması Türk devletine ‘Suriye rejimiyle diyalog kapılarını arala’ çağrısı şeklinde yorumlanmıştı. Putin’in söylemi sonrası Erdoğan’ın da Suriye rejimiyle ‘alt düzeyde ve istihbari’ görüşmelerin olduğu itirafında bulunması, Adana Mutabakatı’nın yenilenmesine yönelik çabaların olduğunu gösteriyor. Ki, Milli Savunma Bakanlığı’ndan bir heyetin geçtiğimiz hafta Rusya ziyareti bu çabanın bir ürünü.
Bu dönemde dikkat çeken bir diğer husus da Türk devletinin, hakkında idam kararı bulunan Müslüman Kardeşler (İhvan) üyesi Muhamed Abid El Hafiz’i geçtiğimiz günlerde Mısır’a teslim etmesiydi. Arap Baharı’nın başladığı günden bu yana Müslüman Kardeşleri destekleyerek Mısır ve Suriye’de Uluslararası Koalisyon’a ve bölge devletlerine karşı siyaset yapan AKP hükümetinin böyle bir şey yapması beklenmiyordu. Çünkü şu an Suriye’de bizzat denetiminde olan silahlı grupların çoğu Müslüman Kardeşler’le aynı ideolojiyi paylaşıyor. AKP Mısır’da da Müslüman Kardeşler’i ve lideri Muhammed Mursi’yi destekliyordu. Mursi’yi askeri darbeyle deviren Sisi yönetimiyle de bundan dolayı gergin. Ki, bu gerginlikten dolayı Mısır, Türkiye karşısında Arap devletlerinin tutum alabilmesi için bir süredir Arap Birliği’ni toparlama çabası içinde. Mısır’ın önemiyse, Adana Mutabakatı’na aracı ülke olmasından ileri geliyor.
Ancak AKP hükümeti şimdiye kadar desteklediği Müslüman Kardeşler ideolojisinden beslenen cihadist örgütlere sırtını dönebilecek mi? Yakın bir dönemde bunu yapması çok zor görünüyor. Çünkü AKP sadece cihadist örgütleri Türkiye dışında desteklemedi, kendi tabanını da bu ideolojiyle besledi. Yaklaşan 31 Mart yerel seçimleri göz önünde bulundurulduğunda, bu dönemde böylesi bir taktik değişikliğin AKP için ağır bedelleri olabilir. Bundan dolayı zamana oynuyor, hamlelerini daha çok seçim sonrasına saklıyor. Bunun sonucudur ki, Milli Savunma Bakanlığı heyetinin, Rusya ziyaretinden ciddi bir sonuç çıkmadı.
Moskova’daki görüşmede Rusya Türk heyetin önüne İdlib’e yönelik operasyon planını koydu. Ancak AKP hükümeti bu plana hiç hazır değil. Çünkü Türk devleti İdlib’de Rusya ve Suriye rejiminin yanında operasyon sahasına indiği zaman, cihadist guruplarla bu kadar iç içe geçmişken, neyle karşılacağını kestiremiyor. Yanında duran silahlı gurupların Heyet Tahrir El Şam safına geçme riski dahi bulunuyor. Sadece bu da değil, Türkiye içinde de bu kadar örgütlenmiş cihadistlerin harekete geçmesinden korkuyor. 31 Mart seçimlerine bir zafer senaryosuyla gitmeyi planlayan AKP’nin bu kadar kısa zamanda ve bu şekilde bir zafer senaryosu yazması mümkün görünmüyor. Bundan kaynaklı olarak Moskova’da önüne konulan tüm planları seçim sonrasına erteleme taktiği izledi. Ancak diğer yandan da Rusya ve Suriye rejimine de Erdoğan’ın açıklaması ve Müslüman Kardeşler üyesini Mısır’a teslim ederek göz kırptı.
AKP hükümetinin bu dönemde taktik değişiklik ihtiyacı duymasının esas nedeni ise yine Kürt fobisinden kaynaklanıyor. Özellikle ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon Güçleri’nin tampon bölge açıklamaları ve ABD’de İlham Ahmed’in üst düzeyde muhatap alınması, Türk devletinde kuzeyden kendi silahlı gurupları eliyle Kuzey Suriye’ye direkt müdahale edemeyeceği algısını oturttu. Ancak bu sefer de Suriye rejimini ve Arap milliyetçiliğini özellikle Kürtlere karşı örgütleyerek Kuzey Suriye oluşumuna Arap milliyetçiliği eliyle güneyden müdahale etme planı güdüyor.
Türk devletinden yeşil ışık alan Suriye rejimi de Suriye krizine ilişkin MSD’nin, basına da yansıyan, 11 maddelik çözüm metninde tüm maddeleri kabul etmesine rağmen bir tek Kuzey- Doğu Suriye’nin özerklik fikrine karşı çıkıyor. Kültürel hakları kabul ediyor, ancak siyasal hakları kabul etmiyor. Bu şekilde Kuzey Suriye’yi statüsüz bırakıp, saldırılara açık bir halde tutma noktasında Türk devletiyle ortaklaşıyor.
Ancak yeni bir sorun gündeme geliyor ki; Türk devleti İdlib, Afrin ve Cerablus’a yerleştirdiği cihatçılara sırtını bir anda dönebilecek mi? Dönmemesi durumunda da bu sefer Esad rejimi ile Esad rejiminin ‘terörist’ diye kabul ettiği bu silahlı grupları bir araya getirebilecek mi? Her ikisi de zor. Böylesi bir durum Türk devleti açısından Suriye’deki çatışmaların cihatçılar eliyle Türkiye’ye taşınması, Suriye rejimi açısından da ya Baas rejiminin yıkılması ya da Suriye’nin bölünmesi gibi yeni bir gündemin doğması riskini barındırıyor.
Erdoğan’ın neyin peşinde olduğunu şimdiden kestirmek zor, ama riskli bir işe girdiği kesin.