Irak, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Afrika’da başlattığı nüfus bölgeleri oluşturma hedefi Türkiye’nin yayılmacı politikalarının temelini oluşturuyor. Başkan Trump’la yakınlaşan, AB’den uzaklaşan, Rusya ile stratejik boyut kazanan ilişkilerin ideolojik ve politik düzeyi, Türkiye’nin dış politikadaki yeni bir dönemine işaret ediyor. Gelinen aşamada Türkiye’nin Irak, Suriye, Libya, Somali, Lübnan, Afganistan, Katar, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Bosna-Hersek, Kosova, Kuzey Kıbrıs, Azerbaycan, Arnavutluk, Sudan olmak üzere toplam olarak 15 ülkede askeri varlığı söz konusu. Bu ülkelerin bir kısmında askeri üssü de var. En çok askeri KKTC’de, en büyük askeri üs Somali’de bulunuyor. Türkiye sınır ötesi bu askeri gücü varlığıyla ABD’den sonra yurt dışında en aktif olan ikinci orduya sahip. Yine ABD’den sonra en büyük orduya sahip olan Türkiye NATO’da, ileri karakol ve hazır kıta pozisyonunu koruyor. Soğuk Savaş döneminde sadece bölgesinde jandarmalık görevi üstlenen Türkiye, şimdi üç kıtada NATO’nun jandarmalığını yaparak başta ABD olmak üzere emperyalist güçler tarafından onurlandırılıyor.
Bu süreçte Ahmet Davutoğlu’nun ABD’nin milli güvenlik doktrinleriyle örtüşen “Stratejik Derinlik” kitabındaki yeni güvenlik stratejisi etkili oldu. Hatırlanırsa Davutoğlu, “Soğuk savaş sonrası dönemin getirdiği dinamik uluslararası ve bölgesel konjonktürde en yakın havzasından başlayarak dışa açılması kaçınılmaz olan Türkiye’nin stratejik derinliğinin yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta bağlantıları ile yeniden tanımlanması ve bu derinliğin jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel boyutlarının dış politika parametreleri olarak kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi gerektiğini” söylüyordu. Bu bağlamda Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde Türk-İslamcı ve yayılmacı dış politikası, Yeni Osmanlıcılık söylemiyle Ortadoğu ve Afrika’daki İslam ülkelerine atfedilen jeopolitik değerler üzerinden Abdülhamit dönemine benzer İslam Birliği politikalarına dönüştürüldü.
ABD’nin ve NATO’nun tüm askeri, politik stratejik ve taktik konseptlerinin aslı unsuru olan Türkiye, 11 Eylül saldırılarından sonra Bush Doktrini ile Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eşbaşkanlığını üstlendi. BOP stratejisi ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da rejim değişiklikleri yapılırken Türkiye’ye NATO’da merkez ülke rolü verildi. “Küresel terörizme karşı savaş” adı altında yapılan bölgedeki etnik, kültürel ve inançsal dinamiklerin körüklenmesi ile iç savaşlar çıkarıldı. Bu süreçte Osmanlının etnik, kültürel ve dinsel ayak izlerini takip eden Türkiye bölgesel bir güç olarak emperyal hayalleri doğrultusunda yayılmacı politikalar izlemeye başladı.
Osmanlının temel refleksleri olan fundamantalist ve irredentelist geleneklerin de etkisiyle yeni yayılmacı doktrin başta MHP ve CHP olmak üzere tüm milliyetçi ve İslamcı kesimler tarafından desteklenerek milli mutabakat haline getirildi. 12 Eylül 1980’den itibaren yetkinleşmiş milli güvenlik devleti ya da askeri devlet niteliği kazanan oligarşik devletin yeni güvenlik stratejisi, “Mavi Vatan” gibi kavramlarla doktrinleştirildi. Aynı zamanda Türk tipi başkanlık rejiminin tahkimini sağlayacak ve AKP-MHP iktidarının geleceğini de belirleyecek olan yeni doktrine karşı Millet İttifakı’nın partileri CHP, İP, SP ve yeni partilerden Deva, GP suskunluğunu koruyarak dolaylı destek verirken, devrimci ve demokratik muhalefet duyarsız kalıyor.
Uluslararası ilişkiler öğretim üyesi İlhan Uzgel, Duvar’daki yazısında, “Denizde ‘Mavi Vatan’ adı verilen ama bunu aşarak karayı da içeren yeni ve adı tam konmamış bir doktrin inşa halinde” dediği bu yeni milli güvenlik anlayışını üç temel unsura dayandırıyor. “Birincisi, dış politikanın militarizasyonu ve askeri güç kullanımının öne çıkması. İkincisi, Türkiye’nin savunmasının sınır ötesi alanlardan başlaması. Üçüncüsü, bu stratejiyi uygulamaya yönelik bir askeri endüstriyel kompleksin geliştirilmesi.” Bu bağlamda Türkiye’nin sınır ötesi alanlarda asker bulundurma, askeri üsler kurma, askeri varlığı takviye etme gibi adımlar, milli güvenlik politikasının merkezine oturmuş durumda.
AKP-MHP militarizminin Milliyetçi-İslamcı-Ulusalcı mutabakatının bir yansıması olan bu yeni doktrin Türkiye’nin yayılmacılığının geldiği aşamayı göstermesi bakımından önem taşıyor: Bu da militarizme, şovenizme, faşizme, emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadelenin yükseltilmesini gerektiriyor.