Türkiye ekonomisi uzun bir süredir kriz emareleri göstermekteydi. Fakat son altı ayda ciddi bir ekonomi buhranın yaşandığı açıktır.İktidarın sözcüleri “Kriz yok” ya da “Ekonomik saldırı var” gibi açık bir çarpıtmayla durumu ters yüz etmeye çalışsalar bile gerçek gözler önündedir. Türk lirasının sürekli değer kaybetmesinin ötesinde halkın yaşam standartlarındaki düşme ve temel gıdaların fiyatındaki artış buhranın seviyesini göstermektedir. Buna kapanan işyerleri ve işsiz kalan binlerce insan eklenince tablo tam olarak ortaya çıkar. Krizin insanları derinden etkilediği açıktır fakat asıl önemli olan bu durumun nasıl aşılabileceğidir. Buhranın aşılabilmesi nedenlerinin tam olarak anlaşılması ile mümkün olabilir. Çünkü ancak sebepler tam olarak kavranırsa çözüm yolları anlaşılır. Kapitalizmin tekellerin zenginleşmesi ve tekelleri esas olan politikalarla sürekli kriz salgıladığı genel bir doğrudur. Fakat bu, krizleri çıkarlarını esas alan politikalarıyla yaratan aktörler olmadığı anlamına gelmez. Bu krizin aktörünün de AKP-MHP ittifakı olduğunu belirtmek gerekir. Savaş politikalarına toplumun tüm değerlerinin seferber edilmesinin kriz anlamına geldiği bilinmesine rağmen göz kara Kürt düşmanlığı bu adımların atılmasına neden olmuştur.Ayrıca bu krizle AKP-MHP iktidarının halka yapılan çağrıların aksine davranan yöneticileri ve yardakçılarının daha fazla zenginleştiği nettir. Krizin doğrudan ve esasta emekçi halkı etkilediğini bilmek gerekir.
Yaşanan ekonomik krize hükümet yetkililerinin getirdiği açıklamaları ele almadan mevcut krizin farkını belirtmek gerekir. Yazının kapsamı çerçevesinde sadece genel hatlara işaret etmekle yetineceğiz. Türkiye’deki ekonomik buhran iki faktör üzerinden açıklanabilir.İlki AKP’nin 16 yıllık pratiği üzerinden orta vadedeki gelişmelerdir. İkincisi ise AKP-MHP iktidarının son üç yıllık uygulamaları ışığında somut durumu ele almaktır. AKP,2002-2011 arası dönemde demokratikleşme vaadiyle dış yatırımları kendisine çekebildi ve neoliberal politikaları kısa vadede görece olumlu sonuçlar doğurdu. Fakat bu politikalar hem demokratikleşmenin yerine otoriterleşme geliştikçe ve dışa bağımlılık artıkça tıkandı. Bu tıkanıklığın bir buhranı doğurması kaçınılmazdı.2013-15 arası çatışmaların durmasının doğurduğu atmosfer bu buhranı öteledi. 2015 Temmuzu itibariyle Kürt sorununu inkâr ve imha politikaları temelinde girilen yol, ekonomik kriz ihtimalini tekrardan olası hale getirdi. Bu süreçte Suriye iç savaşında girilen yanlış hesapların ekonomik sonuçları bu krizi neredeyse kaçınılmaz hale getirdi.
2015 Temmuz itibarıyla iktidara fiili olarak oturan AKP-MHP kliği Kürt halkına ve kendi gibi düşünmeyen herkese yönelik topyekûn bir kampanya başlattı. Bu aynı zamanda savaş ve sürekli bir silahlanma demekti. Kendi iktidarını korumak dışında bir amacı olmayan bu politikalar büyük bir bütçe istiyordu.Bu bütçeye ayırdığı para kendisinden ya da yardakçılarının hesabından değil halktan sürekli artan bir şekilde topladığı vergilerden geliyordu.
AKP-MHP ittifakının her açıdan bir kaos ortamı yaratmış olması ekonomisini bağlı dış yardım ve yatırımların kesilmesini de beraberinde getirdi. Artık kriz her saygın bilim insanı tarafından beklenmeye başlanmıştı. 24 Haziran seçimlerinin erkene çekilmesi kriz belirtilerinin artık görmezden gelinemez bir hale gelmesiyle bağlantısını da belirtmek gerekir. Seçim, iktidar politikalarında değişim yapabilme imkanını yitirdiği için krizin gelişini engelleyemedi.
AKP-MHP sözcüleri ise tutuklu bir ABD vatandaşı üzerinden yaratılan polemiğe ve ABD ile yaşanan sorunları ekonomik saldırı olarak sundular. Oysa ne Türk lirasının hızla değer kaybetmesinin nedeni ABD’nin yaptırımlardır ne de kriz sadece döviz kuru ile ilgilidir. Krizin tek göstergesi döviz kurlarındaki değişim değildir. Aslında kurlardaki değişim krizin sonucudur. Dış güçler çarpıtması iktidarın sürekli yaptığı halkı şoven duygular üzerinden kandırmaya çalışmak ve kendini bu süreçten aklamak dışında bir anlam ifade etmez.
Fakat bu açık çarpıtmanın etkisiz olduğu söylenemez. Tek tipleştirdiği medya organları ile sürekli ifade edilen bu “dış güçler komplosu” yoksul halkın asıl sorumluyu görmesine görece engellemektedir. Var olan krize emekçilerin tepkilerinin henüz olması gereken seviyeye gelmemiş olması bu propagandanın, devletin sürekli OHAL durumu ile yarattığı psikoloji ile beraber etki yarattığını gösterir. Bu laf cambazlıklarının ancak kısa süre gerçeği saklayabilecekleri de kesindir. Nitekim 3. havalimanı işçilerinin geliştirdiği eylem ve kadınların işçi meclislerini kurduklarını açıklamaları emekçilerin önümüzdeki dönemde daha aktif mücadele edeceğinin işaretleri olarak görebiliriz.
Bu temelde demokrasi güçlerine düşen görev krizin gerçek mahiyeti ve asıl mağdurlarını sürekli vurgulanmasıdır. Demokrasi gelişmedikçe savaş, kriz ve kaosun derinleşeceği basit gerçeği her yöntemle açıklanmalıdır. Demokrasi bilinci gelişip başta emekçiler mücadeleye daha fazla dâhil oldukça krizin daha da derinleşip toplumun daha büyük zararlar alması engellenebilir.