Ortada bir seçim durumu olmamasına rağmen Erdoğan, CHP ve HDP’yi “sandıkta ve sahada” hezimete uğratacaklarını söyleyerek hem diğer muhalefet partilerine göz kırpıyor hem de iktidar alanını genişletmeye çalışıyor. Erdoğan ve Bahçeli’nin muhalefeti yeniden tanımlama ve saflaştırma manevraları, korona salgını sonrası ortaya çıkacağı şimdiden belli olan ağır ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların aşılmasına yönelik cephe genişletme ve siyasetin yeniden dizayn edilmesi amacını taşıyor. Aynı zamanda rejimin tahkimi için yeni adımların atılması anlamına gelen iktidarın bu hamlesi, daha öncekilerde olduğu gibi bu kez de Bahçeli’nin bir ön açıklamasıyla 12 Eylül döneminden beri geçerli olan partiler ve seçim yasalarında değişiklik yapılmasını istemesiyle netleşti.
AKP-MHP koalisyonuna ve Cumhur İttifakı’na yeniden çoğunluğu sağlayacak ve iktidarın devamına imkan verecek stratejik bir plan bu. Plan içinde Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin garantiye alınması için yüzde 51’lik seçim barajının ve iki turlu sistemin revize edilmesi de var. Bu konuda bazı Güney Amerika başkanlık sistemlerinde geçerli olan, seçimde birinci ve ikinci adayın arasındaki oy farkının yüzde 10 aralığında olması halinde ikinci tura gerek kalmadan birinci adayın seçilmesini sağlayan bir model üzerinde çalışılıyor.
Yeni stratejide, eski rejimden kalma yerel yönetim sisteminin değiştirilmesi ve başkanlık rejimine uygun bir statüye kavuşturulması da var. HDP’ye 2 seçim döneminde uygulanan kayyımlar ile CHP’li belediyelere getirilen yetki sınırlamaları ve bu uygulamada halkın ve partilerin tepkisinin gözlemlenmesi gibi olgular bu değişikliğin ortam hazırlama çalışmaları olarak düşünülmeli. Yerellerin yerinden yönetim ve merkezi iktidara karşı muhalefet yapma imkanlarının ortadan kaldırılmasına yönelik bir hamle bu. Yine eski rejimden kalan demokratik kitle örgütlerinin statüsünün başkanlık rejimi standartlarına göre dizayn edilmesi ve böylelikle TBB, TTB, TEB gibi örgütler ile DİSK ve devrimci sendikal hareketin ve demokratik toplumsal muhalefet güçlerinin sıkı bir denetimi altına alınması da planlanıyor.
Bu sırada, sarayda bir “Millet Masası” kurulmasını öneren ve HDP’yi PKK’nin uzantısı olarak nitelendiren Akşener’in, iktidarın yeni stratejisini destekleyici tutum takınması bir süreden beri Millet İttifak’ından kopma manevralarını açığa çıkarttı. Kılıçdaroğlu ise, GP ve DEVA’ya erken seçim halinde milletvekili transferi yoluyla seçime katılmalarını sağlayacaklarını açıklayarak, bu partilerle ittifak sinyali verdi. SP’nin hemen her konuda bağımsız davranmaya başlaması da düşünüldüğünde, HDP’den ısrarla uzak durmaya çalışan Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın geleceği pek parlak değil. Buna rağmen Kılıçdaroğlu, iktidar hedefli somut politikalar ve sağlam ittifaklar geliştirmek yerine, sürekli deklerasyonlar yayınlayarak iktidara uzaktan el sallama manevralarını sürdürüyor.
Tek kişinin siyasal iradesine dayalı yürütme, yargı ve yasama görevleri yapan, Meclis’i istediği her an seçimlere götürme ve kararnameler yoluyla kanun çıkarma yetkisi bulunan başkanlık rejimlerinde (özellikle Güney Amerika, Afrika, Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Uzak Doğu ülke örneklerinde olduğu gibi) başkanın partisinin ve kendisinin iktidarını devam ettirmek için başvurduğu geleneksel yöntem, olağanüstü rejim standartları uygulamaktır. Bu nedenle seçimler baskın seçim taktikleriyle yenilenmekte veya beka sorunları bahane edilerek ertelenmekte, her seferinde hile seçimi hileleri yapılmakta ve ayrıca baskı ve terör politikalarıyla zayıflatılan ve iktidarın gücüyle bölünüp parçalanan muhalefetin iktidar olması engellenmektedir.
Korona salgını günlerinde iktidarın yeniden gündeme taşıdığı darbe ve erken seçim söylemlerine karşı doğru tavır öncelikle iki sorunun yanıtında aranmalı: Birincisi, daha 3 yıl iktidarda kalma garantisi varken, seçimi kaybetme ihtimali olan iktidar bu koşullarda niye erken seçime gitsin? İkincisi, alternatif bir ittifak ve iktidar modeli ortaya koymadan muhalefet kazanamayacağı bir seçimi niye istesin? Ayrıca ülkenin ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel ve inançsal gerçeklerini dikkate almadan rastgele seçim istemek ya da her seçim önerisine sazan gibi atlamak, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi kitleleri ve ezilenleri sandığa mahkum etmek demektir.
Sonuç olarak siyaset günübirlik ve el yordamı politikalarla değil, rejimin teşhirini ve kitlelerin somut taleplerini gözeten siyasal kampanyalar yoluyla yapılmalıdır. Siyasal ve örgütsel gücünüze, sınıf ve kitlelerle ilişkinizin düzeyine uygun düşmeyen, somut bir getirisi ve karşılığı olmayan, ağır sonuçlara ve yenilgilere yol açan söylemlerden ve eylemlerden kaçınmak gerekir. Daha da önemlisi her somut durumda değerlendirmeler yapmak, süreci eleştiri ve özeleştiri süzgecinden geçirmek ve geçmişten gerekli dersleri çıkararak geleceğe daha sağlam ve emin adımlarla yürümek, devrimci ve demokratik siyasetin olmazsa olmazıdır.