Bu ülkenin en önemli ekonomik sorunu ne derseniz doğrusu benim cevabım hep ekonomiden ziyade ekonomiyi yönetmek üzere iktidara gelen siyasiler olduğu şeklindedir. Bir başka ifadeyle, elbette bir ülke ekonomisinde sorunlar olabilir ama o ülkenin siyasilerinin ekonomiyle ilişkilerinde bir sorun varsa, o zaman çözülmesi gereken, ekonomiden çok siyasetin ekonomiye bakışı ve ekonomiyle kurduğu ilişkilerdir. Eğer bir ekonomide “devlet” siyasiler için hala servet edinme aracı ise öncelikli olarak ekonomiden çok siyasi alana kafa yormak ve orada bir değişim sağlamak gerekir. Türkiye ekonomisinin de temel sorunu bence budur.
Bu sorun siyasi alanın sorunudur deyip ekonomiye ilişkin olan ve “yapısal” diye adlandıracağımız diğer sorunlar nelerdir?
Doğrusu, bugün itibariyle Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisiyle sağlıklı bir biçimde entegre olmamış olmasının bence iki temel nedeni vardır. Türkiye ekonomisi deyim yerindeyse “çifte dualistik” bir ekonomik yapıya sahiptir. Bu düalizmlerden birincisi “tarım-sanayi” arasındadır, diğeri de sanayiinin kendi içinde, “merkez-çevre” arasındadır. Kısacası, Türkiye’de tarım-sanayi arasındaki ilişkiler tam olarak birbirlerine girdi-çıktı bağlamında entegre olmuş ilişkiler değildir. Sanayi bir yandan, tarım ürünlerini girdi olarak kullanmalı, diğer yandan da tarımın ihtiyaç duyduğu girdileri üretebilmelidir. Oysa vardığımız tarımsal yapımız hammadde bakımdan ithalata bağımlı hale gelmiş olduğu gibi, yeterli tarım ürünü de üretemez durumdadır.
İkinci dulaizm, sanayii içinde “merkezçevre” arasındadır derken anlatmaya çalıştığım, sanayiinin merkezindeki firma nitelikleri ve yapılanmalarıyla çevresindeki firmaların nitelikleri arasında farklılıkların olduğudur. Merkezdeki firmalar daha çok ihracat için üretim yapan, ileri-geri entegrasyonlarını tamamlamış büyük firmalarken, çevredekiler ise daha çok “KOBİ” dediğimiz sermayeleri ve kapasiteleri bakımından görece küçük firmalardan oluşmaktadır. Burada bunların aralarındaki ilişkilere girmeyeceğim ama kısa da olsa bir iki konunun altını çizelim. 2001 krizinden önce merkezdeki firma gruplarının neredeyse her birinin kendi bankaları vardı ve bu durum onlara ekstra bir finansal güç sağlıyordu. Derviş programında bu ilişkiye bazı sınırlamalar getirildi. İkincisi ise KOBİ’lerin kullanabildikleri fonlar toplam içinde yüzde 3-4 civarındaydı ve bu oran şimdilerde yüzde 25’ler civarında. Ama buna rağmen bu düalizmin tümüyle çözüldüğünü söylemek zor.
Dolayısıyla böyle oluşmuş bu ekonomi ancak ortalama yüzde 4-5 civarında büyüyebilme potansiyeline sahip. Oysa gerek kendisinin de bir parçası olduğu küresel ekonomiye daha sağlıklı bir biçimde entegrasyonu, gerekse kalkınma sorunlarını (sözünü ettiğim düalistik yapıyı) çözmesi ve gerekse de yüksek nüfus artışının ima ettiği hızlı büyümeyi sağlayabilmesi için daha yüksek büyüme hızlarını (yüzde7-9) yakalaması gerekiyor. Bu gerçek de Türkiye ekonomisinin neden “dışa bağımlı” olduğunu açıklıyor.
AKP, 17 yıldır bu ekonomiyi yönetiyor, “yerli ve milli” laflarıyla afra tafra satıyor ve her olumsuz adımı “dış güçlere” bağlıyor ama bu “dışa bağımlı” ekonomiyi bir türlü düzeltmenin gayreti içine girmiyor, giremiyor.
Anlayın artık siz bu kadroların nasıl “kifayetsiz muhteris” kadrolar olduklarını!