Seçimle iktidara gelmiş AKP, iktidarı bırakmayacak bir parti konumuna gelmiştir. İktidara geldiği zamanlar demokrasi ve özgürlüklerden söz ederken 2015’ten itibaren savaştan, iç ve dış düşmanlardan söz ederek iktidarda kalmayı hedeflemiştir. Dört buçuk yıldır demokrasi ve Kürt düşmanlığı yapıp iktidarda kalma politikasına yönelmiştir. Savaş politikasında ısrar ederek de iktidarda kalmak istemektedir. Artık demokrasi, özgürlük, ekonomi, sosyal politikalarla seçim kazanıp iktidarda kalma anlayışını bırakmıştır. Ekonomi çökerken merminin, füzenin fiyatını biliyor musunuz, diyerek tek politikasının savaş olduğunu göstermiştir.
AKP artık normal seçimlerle iktidarda kalmak isteyen bir parti değildir. Zaten parti olmaktan çıkmıştır. Tayyip Erdoğan ve saraydaki bir elin parmak sayısındaki kişilerin oluşturduğu bir yönetim vardır. Askeri darbelerdeki cunta şu anda Beştepe’deki sarayda vardır. Bunlar da kendini Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı bir savaş cuntası olarak görüyor. Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin söylem ve politikalarına onay verenler dışında Türkiye’de herkes haindir. Bunu da yerli ve milli değillerdir, biçiminde gerekçelendirmektedir. Tüm muhaliflerini milli ve yerli görmeyen, hain ilan eden ve teröre destek verenler olarak gören bir zihniyet iktidarını bırakır mı? 12 Eylül cuntası seçimle iktidarı bıraktı, ama AKP bırakmaz.
Belediye seçimlerinde kaybetti; genel seçimlerde de kaybedebilir denilebilir. Tabi ki seçimler yapılır. Çünkü günümüz dünyasında Türkiye’de seçim yapılmadan iktidar meşruiyet elde edemez. Zaten 1946 yılında çok partili ve seçimli siyasi sisteme geçme de demokratik zihniyet sonucu olmadı. Kürtler ve demokrasi güçleri üzerinde yürütülen sistematik baskının üstünü örtmek için böyle bir siyasi sistem kabul edildi. Aradan 70 yıldan fazla geçmesine rağmen çok fazla gelişmenin sağlanamadığı açıktır. Tayyip Erdoğan’ın tek adamlığına dayalı bugünkü sistem İnönü’nün milli şefliğinin ötesine geçmiş bir diktatörlüktür. Sadece seçimle örtülen bir tek adam rejimi.
Demokrasi güçleri AKP iktidarını böyle değerlendirmezse doğru mücadele verilemez. Demokrasi güçleri faşizm olarak değerlendiriyor. CHP de benzer şeyler söylüyor. O zaman mücadeleyi sadece parlamento yada açıklamalarla sınırlamak tarihi gaflet olur. Böylesi rejimlere karşı mücadelede sokaklar her zaman önemlidir. Zaten demokrasi toplumun mücadelesi ve güç olması demektir. Demokrasi halkın yönetimi ise bu da sokaktan başlar. Dünyanın neresinde biraz demokrasi gelişmişse bu da sokaklar ve meydanlarla gelmiştir.
Dünya Savaşı’ndan sonra 4 yılda bir seçimle parlamentonun seçilmesini demokrasi gören anlayış terk edilmiştir. Çünkü halkın devrede olmadığı, örgütlü gücüyle mücadeleye girmediği ortamda faşizmin iktidara gelişi ve halk üzerinde baskı kurması engellenememiştir. Bu nedenle demokrasinin var olduğu söylenen Avrupa’da bu demokrasi anlayışının yetersiz olduğu görülerek baskı grupları, yani örgütlü toplumun varlığı zorunlu görülmüştür. Baskı gruplarının 4 yıl boyunca parlamentoya taleplerini ileterek parlamento üzerinde baskı kurması gerektiği genel kabul görmüştür. Yani Erdoğan’ın seçim kazandım; o zaman herkes buna boyun eğecek, yaklaşımı artık demokrasi olarak görülmüyor. Demokrasi olduğu söylenen ülkelerde örgütlü toplum ihtiyacı ve sokağa dayalı demokratik baskının sürekliliği gerekli görülüyorsa; demokrasinin var olmadığı ülkelerde ise örgütlü toplum ve sokağa dayalı mücadele demokrasiye kavuşmak için olmazsa olmaz kabilindedir. Bugünkü Türkiye gerçeği de örgütlü toplum ve sokakların mücadelesini gerektirmektedir. Yoksa AKP-MHP ittifakına karşı muhaliflik yapıldığı söylenemez.
AKP-MHP ittifakı en zayıf dönemini yaşıyor, sallanıyor. Ama ayakta kalmak için her yolu deniyor. 20. yüzyıldaki faşist iktidarların yaptığı gibi iç ve dış düşmanlar yaratıyor. Düşündüğü ve kaygı duyduğu; ülkenin değil iktidarlarının bekası oluyor. Sanki İdlip kendi sınırlarıymış gibi orada Suriye’ye karşı kendini savunacağını söylüyor. Birileri orası Türkiye değil, ne işin var dediğinde hain damgasını yapıştırıyor. Fırat’ın doğusunda güvenli bölgede ben olmalıyım, diyor. Sanki orası kendi toprağıymış gibi. Senin orada ne işin var diyenleri ise Türkiye’ye tuzak kurmakla suçluyor. Türkiye içinde ve dışında herkes AKP-MHP ittifakının savaş politikalarını desteklemeli, yoksa iç ve dış düşman damgası yer!
Kürtleri içerde savaştığı düşman olarak görüyor. Amed, Mardin ve Van belediyelerini gasp etmesini de bu savaşın gereği olarak yapıyor. Nitekim İç İşleri Bakanı biz dağda savaşırken bu belediye başkanlarını orada bırakamazdık, diyerek kayyumların neden atandığını çok açık biçimde ifade etmiştir. Asıl gerekçelerini itiraf etmiştir. AKP-MHP iktidarı kendini içerde ve dışarda “savaş kurmayı” olarak görüyor. Bu nedenle iktidarı bırakmam diyor. Sokak mücadelesi gelişmezse bırakmayacaktır da.
Şimdi de iktidarını ayakta tutmak için yeni bir savaşa girmek istiyor. Fırat’ın doğusuna girmesinin nedeni de iktidarını ayakta tutmak içindir. Böyle bir savaşa ihtiyaç duyuyor. Bunu da yarattığı Kürt düşmanlığına dayandırarak yapmak istiyor. İktidarını ayakta tutmak için bu düzeyde savaşa yönelen bir iktidar seçimle gitmez. Çünkü vatanın bekasından söz etmektedir.
Eğer bu iktidar ayakta kalmak için iç ve dış düşman yaratıyor ve savaşa yöneliyorsa, o zaman bu savaş politikasına da karşı çıkmak gerekiyor.
Demokratiklik de yurtseverlik de bunu gerektiriyor. Eğer iktidar yerli ve milli olmamakla suçlayacak diye bu savaş politikasına karşı çıkılmazsa bu iktidarı seçimle götüreceklerini sananlar kendini aldatır. Bu iktidardan kurtulmak savaş politikalarına karşı çıkmaktan geçmektedir. Bunun yolu da savaş karşıtlığının da yapıldığı sokaklardaki demokrasi mücadelesidir.