7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin büyük bir başarı elde etmesi ve AKP’nin tek başına iktidarının önüne set çekmesinin ardından başlayan süreç toplumun bütün kesimlerinin ders alması gereken olaylarla dolu. O süreçte iktidarın uyguladığı savaş konseptine zemin hazırlayan olayların nasıl manipülasyon ve çarpıtma tezgâhlarından geçip kamuoyunun önüne sürüldüğü geçen zaman içinde bir bir ortaya çıktı ve ortaya çıkmaya devam ediyor. Bu öyle bir süreçti ki, gerek özgüvensiz ana muhalefetin savaş konsepti çerçevesinde iktidarın arkasına dizilmesi, gerekse ülkenin ve dünyanın içinden geçtiği konjonktür sayesinde, “ne yese yarıyor” misali ne yapsa AKP’ye yarıyordu. HDP’ye yönelik her türlü saldırı kabul görüyor ya da suskunlukla karşılanıyor, provokasyonlar iktidarın çarpıttığı, tanımladığı biçimiyle medyada haberleştiriliyor, sorgulanmadan geniş kesimlerce kabul ediliyordu. AKP iktidarı her şeyden beslenir olmuş, obez bir parti devleti olma yolunda ilerliyordu. Ama işte gerçekler gizli kalmıyor.
Geçen hafta gazetemizde yayımlanan bir haber o dönemde halka karşı işlenen propaganda ve manipülasyon suçlarından birini gözler önüne serdi yine. HDP Milletvekili Leyla Güven, o dönem savaşın yol açıcısı olarak AKP tarafından kullanılan bir olaya dair çok önemli bir açıklama yaptı. Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde 22 Temmuz 2015’te polis memurları Feyyaz Yumuşak ve Okan Uçar’ın evlerinde öldürülmesinin ardından dönemin Urfa Valisi İzettin Küçük ile görüşen Güven’e Vali olayın bir suikast değil arkadaşlar arasındaki bir husumetten kaynaklanan cinayetler olduğunu itiraf etmişti.
Konjonktürler geçicidir, siyasette sabır önemlidir. Gerçekleri ısrarla savunmak, anlatmak gerekir. Öyle bir gün gelir ki, bazı şeyler tam tersi sonuçlar vermeye başlar en güçlü iktidarlar için de. İşte AKP tam da böyle bir süreçte artık. Yine her türlü provokasyona başvuruyor, yine operasyonlarla HDP’yi yalnızlaştırmaya çalışıyor, yine medya gücü elinde, yine televizyon stüdyolarına yandaşlarını köşe yastığı gibi dizip HDP’nin gıyabında kara propagandaları sayıklatıyor, yine ortak manşetler atılıyor ana akım medyada. Ama olmuyor. Şimdi de ne yapsa yaramıyor, ne yapsa tersi etki yapıyor.
Mesela 31 Mart 2019 seçimleri öncesinde Kürt illerinde sandık taşımadan jandarma baskısına kadar her türlü yöntemi denediler, olmadı, Kürt seçmeni ne sandıktan ne partisinden uzaklaştırabildiler. Ülkenin Batısı’ndaki metropollerde HDP’nin aday çıkarmayıp demokrasi için Millet İttifakı’nın CHP’li adaylarına destek vermesini her iki cepheden, hem HDP seçmenine hem Millet İttifakı seçmenine yönelik kara propaganda ile engellemeye çalıştılar, olmadı, özellikle Cumhurbaşkanı’nın en fazla önem verdiği İstanbul’da kaybettiler. İktidar şaşkındı, neyi tutsa elinde kalıyor, kazanacağını sanarak yaptığı her şey kendisine kaybettiriyordu. Ama ne konjonktürdeki değişikliğin ne de HDP’nin ve Kürt halkının sabırlı direnişinin, siyasi ferasetinin çok büyük sonuçlar vermeye başladığının farkına varıyordu AKP.
31 Mart sonrası İstanbul’da seçim iptalinin ardından olanlar da ibretliktir. AKP elindeki bütün medya gücüne ve resmi kurumlardaki etkisine rağmen seçim tekrarı kararını ne Türkiye kamuoyuna anlatabildi ne de dünya kamuoyuna. İbre tersine dönmüştü AKP için bir kere. Kararlarının gerekçesini anlatmak için her kamera karşısına çıktığında komik duruma düşüyordu AKP’nin sözcüleri.
Ve 24 Haziran 2019’da muhalefet HDP’nin büyük katkısı ve kararlılığı ile İstanbul’u bu defa ezici bir çoğunlukla kazandı ve Ekrem İmamoğlu demokrasi için atılmış Kürt oylarının katkısı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı oldu.
“Yenilen pehlivan güreşe doymazmış” misali AKP de yenilgiye doymaz olmuştu ama. Bu defa da hezimet obezi olmuş bir iktidarla karşı karşıyaydık.
AKP’nin yeni stratejisi hiç yeni değildi oysa: ‘Böl ve yönet’. Amed, Van ve Mardin’deki kayyım operasyonunda bir amaç bu kentlerdeki rantı kaybetmemekse, bir diğer amaç da Batı’daki CHP’li belediyelere göz dağı vermek, hatta Kürt illerindeki kayyım atamalarını bir laboratuvar deneyi gibi uygulamak, gelecek tepkileri ölçüp Batı kentlerine yönelmekti. Ama bu da tam tersi sonuç verdi. Kürt halkının direnişi Batı kamuoyuna ders niteliğinde bir yansıma yaparken, bir yandan da Kürt illerindeki kayyımların bir önceki dönemdeki utanç verici yolsuzlukları patlamış kanalizasyon gibi ortalığa saçıldı. Aynı şey CHP’nin kazandığı kentlerde de oluyordu. CHP’li başkanlar her gün AKP’li yerel yönetimlerin metropollerde halkın parasını nasıl yağmaladıklarını ifşa etmeye başlamıştı.
CHP yönetimi de başlangıçtaki bir takım tereddütlerin ardından Kürt illerindeki adaletsizliğe bayrak açmaya, yapılan haksızlığı net ifadelerle protesto etmeye başladı. AKP’nin hesapları yine tutmadı yani, tam tersine muhalefetin birbirine daha fazla yaklaşması sürecini başlattı.
Önce CHP’nin önde gelen kimi isimlerinin, geçen Cumartesi günü de Ekrem İmamoğlu’nun Diyarbakır’ın seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Selçuk Mızraklı ve Mardin’in seçilmiş Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Ahmet Türk ile Diyarbakır’da bir araya gelip dayanışma mesajları vermesi hep bu sürecin bir sonucudur.
Muhalefet bu konjonktürü çok iyi değerlendirmeli, toplumdaki demokrasi taleplerine iyi kulak vermelidir.
AKP’de büyük bir çözülme başladı. HDP’yi yalnızlaştırmak için her türlü yola başvuran AKP’nin üst kadroları kendileri yalnızlık içinde şimdi. Partideki istifalar da hep bu kıymetli konjonktürün sonucu. Muhalefet birleşip güçlendikçe onlar da birbirlerini yiyecekler böyle.
Aslında AKP hükümeti için dış politikada da durum aynı. Suriye’deki hesapları tutmadı, tutmuyor, ekonominin iler tutar tarafı kalmadı. Fakat bu başka bir yazıya konu olacak çok geniş bir mevzu yine.
Tekrar ülke içine dönüp bir gözlemimi daha aktarayım: 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde meydanlarda toplanan insanlarda bu yıl geniş bir çeşitlilik ve ama çok daha önemlisi büyük bir özgüven gördüm. Yani Kürt halkı ve HDP, bütün muhalefet için öğretmen olma işlevini sürdürüyor.