Son zamanlarda birçok yorumcu AKP’nin hızla gerilediğini söylüyor. Sadece onlar değil kamuoyu araştırma şirketleri de yaptıkları araştırmalarda hem AKP’ye desteğin düştüğünü hem de AKP’nin projelerinin geçmişe oranla halktan destek görmediğini ortaya koyuyor
Hüseyin Kalkan
Son dönemde Erdoğan ve AKP’nin en önemli atağı bir süredir unutulmuş olan Kanal İstanbul Projesi’nin yeniden gündeme getirmesi oldu. Kanal İstanbul’u yeniden gündeme getirmenin saklı amaçlarını bir tarafa bırakırsak, bu çok büyük bir rant projesi. Hafriyatı bile yıllarca sürecek, iktidara yakın müteahhitleri besleyecek büyük bir proje. Üstelik Erdoğan’ın prestij projesi olarak gördüğü ve prestij beklediği bir proje. İlk açıklandığında iktidarın 2023 projeleri arasındaydı ve kamuoyu desteği tamdı. Ancak bugünlerde tekrar gündeme getirilen proje büyük bir muhalefetle karşılaştı. Yapılan kamuoyu araştırmaları bu projenin artık eskisi kadar itibarlı olmadığını ortaya koydu. Independent, Türkçe’nin haberine göre, kamuoyu ve pazar araştırmalarının yanı sıra etki analizleri ile ilgili de çalışmalar yürüten İstanbul Ekonomi Araştırma Kurumu son iki aydır yayımlamaya başladığı ‘Türkiye Raporu’ anketlerine son dönemin en çok tartışılan konusu Kanal İstanbul’u da dahil etti. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’nin yarısı Kanal İstanbul’u ekonomik bulmuyor. Türkiye ekonomisine bir katkıda bulunacağını düşünmüyor. Yüzde 42’si ise Kanal İstanbul’un çevreye zarar vereceğini düşünüyor.
AKP çöküş trendine girdi
Tam Kanal İstanbul’un gündemde olduğu günlerde, AKP’nin başka büyük bir projesi gündeme geldi. O da Libya’ya asker gönderme projesi idi. Suriye tezkeresinin aksine Meclis’teki 3 parti hayır oyu verdi. Sadece MHP destek oyu verdi. En önemlisi de halkın bu tezkereyi desteklemediği ortaya çıktı. Zaten uluslararası konjonktür, iktidarın büyük oranda Libya’ya asker göndermesine de elvermedi. Ayrıca AKP içinde tartışmalar yaşandığı, birçok partilinin rahatsız olduğu ve eleştiriler de bulunduğu söylentileri ayyuka çıktı. Biz bu haberde AKP’nin geldiği aşamayı AKP’yi yakından izleyen isimlerle konuştuk. Birikim Dergisi başyazarı Ömer Laçiner AKP’nin geldiği aşamaya dair şunları söylüyor: “AKP’nin yönetmekte giderek daha fazla zorlandığı, buna mukabil yerini alacak bir iktidar alternatifinin de henüz şekillenemediği bir belirsizlik durumu içindeyiz epeydir. Bu durum AKP’nin son seçimlerden bu yana bir çöküş trendine girdiği artık açıkça görülebiliyor. Bu trendi tersine çevirmeye ne gücü ne de imkanı var artık. O nedenle bırakın yeni bir atılım yapmayı; çok da uzak olmayan bir gelecekte iktidarını korumak şöyle dursun, parti olarak varlığını koruması bile çok zor olacak. Kurulan veya kurulacak olan partilerin kökenleri nedeniyle yeni bir soluk getirmeleri söz konusu olamaz. Ama AKP’nin çöküş trendini hızlandırmaları ve yeni iktidar hesaplarını etkilemeleri gayet mümkün.”
Yeni partiler AKP tabanını etkiler
AKP’nin kurucularından olan, CHP milletvekili Abdüllatif Şener yeni kurulan ve kurulacak partilerin AKP seçmenini etkileyeceğini belirterek, şunları söylüyor: “AKP’nin geldiği nokta şu, demokratik kurallara göre iktidara gelmiştir. İktidara geldikten sonra, pozisyonunu güçlendirdikçe, devlet mekanizmasına yerleştikçe bir tarafta hukuk devleti ilkelerine aldırış etmez, sonunda da Anayasa’yı değiştirmek sürati ile Türkiye’deki demokratik yapıyı tamamen tasfiye eden bir partidir. Artık her şeyde tek kişinin yetkili ve etkili olduğu bir düzen ortaya koymuşlardır. Devletin denge, kontrol mekanizmalarını denetim mekanizmalarını ortadan kaldırmışlardır. Tüm kamu kaynaklarını istedikleri gibi kullanmaktadırlar. Bu yapı, sorunlara çözüm üretme kabiliyeti olmayan bir yapıdır. Bu nedenle ekonomi, dış politika, iç politika, kurumsal yapılar ve adalet sistemi tamamen çökmüştür. Ve Türkiye geleceğe bu yapı ile gidemez hale gelmiştir.
Yeni kurulan partiler konusunda ise şunları söyleyebiliriz. Bu partilerin faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü önemli bir kısım AKP seçmeni eleştiriye tahammül göstermeyecek bir durumdaydı yakın zamana kadar. Parti içinde cumhurbaşkanlığı yapmış, başbakanlık yapmış, dışişleri bakanlığı yapmış, içişleri bakanlığı yapmış, adalet bakanlığı yapmış kişilerin bu politikaya itiraz etmeye başlaması, parti tabanındaki eleştirilere kulak verme eğilimini geliştirecektir. Bundan ülkeye, ülkenin geleceğine katkısı olacaktır. Seçmen tercihlerinin daha doğru ortaya çıkmasına katkıları olacaktır.”
AKP içindeki tartışmalar konusunda bilgisi olmadığını söyleyen Abdullatif Şener, Meclis’te milletvekili olan isimlerde çok fazla bir çözülme olacak gibi gözükmediğini sözlerine ekliyor. Abdüllatif Şener yeni kurulacak partilerin tabanı etkileyeceğini, bunun da ülkenin yararına bir gelişme olacağını, yıllardır oy verdikleri partiye karşı eleştirel bir tavır geliştireceğine katkı olacağını söylüyor.
Bu dönem darbe dönemleri gibi
AKP’nin geldiği aşama ile ilgili sorularımızı yanıtlayan isimlerden biri de bu partinin kurucularından ve etkili isimlerinden Fatma Bostan Ünsal oldu. Ünsal, AKP’nin geldiği aşama ile ilgili şunları söylüyor: “AK Parti, tam da kendi kurulduğu dönemde gücü azalmakta olan iktidarın yaptığına benzer şekilde “iç tehdit” ve “dış düşman” üreten bir sarmala girmiş yani başlangıçtaki iddiasının zıddına dönüşmüştür.” Bu partinin içinden gelen ve parti tabanını yakından tanıyan Ünsal’ın söyledikleri önemli. Fatma Bostan Ünsal’ın sorularımıza verdiği yanıtlar aşağıda.
İç ve dış politika açısından AKP’nin geldiği noktayı değerlendirir misiniz?
Gerek iç gerek dış politika açısından AK Parti kurulduğu döneme göre çok değişmiştir. AK Parti’nin kurulduğu dönemde 28 Şubat bir anlamda devam ediyordu, zayıflayan bir iktidar söz konusuydu ve zayıflayan hemen her iktidarın yaptığı gibi iç tehdite aşırı vurgu yapılıyordu. İç tehdit ağırlıklı olarak “irtica” ile ilişkilendirilse de o dönemde yaygın şekilde başvurulan “andıç” uygulamalarının da bize gösterdiği gibi Kürt meselesine demokrat yaklaşanlar ve daha geniş ölçüde hemen bütün bağımsız ve eleştirel gruplar tehdit olarak görülüyordu. Bu yaklaşıma itiraz eden AK Parti ve AK Parti’nin o dönemde doğal destekçisi görülen muhalif “dindar” İslami çevreler, dönemin diğer muhalifleri ile birlikte iç tehdit anlayışını yanlış buluyor; demokrasi, laiklik, Avrupa Birliği gibi kurumları pozitif değer olarak buluyordu. Bugün AK Parti tam da karşı çıktığı “iç tehdit” vurgusunu hem genişleterek hem de elindeki yaygın medya ve bürokrasi desteğiyle iç tehdit olarak değerlendirdiği kesimleri çeşitli şekillerde cezalandırarak bu konuyu Türkiye demokrasisi için ciddi bir problem haline getirmiştir. İç tehditin kapsamı bazen “hal esnafı”, patates ve soğan satıcısına kadar kolaylıkla genişleyebilmekte; yüz binlerce insan terörle ilişkili olarak sorgulanmakta, şiddet kullandığına dair bir iddia bile olmadan teröre destekten ceza verebilen adli bürokrasi desteklenmekte, demokratik değerleri dikkate alan yargı kararları uygulanmamakta hatta bazen bu kararı veren yargı mensupları, yargıç teminatını ihlal edecek uygulamalarla karşılaşmakta veya en son Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davalarında görüleceği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları çeşitli bahanelerle uygulanmamaktadır. Hiç de şaşırtıcı olmayacak şekilde genelde demokrasi, laiklik ve Avrupa Birliği gibi kurum ve değerler artık çok pozitif değer olarak vurgulanmamaktadır.
İç politikadaki değişiklik ile ilgili olarak dış politika da radikal ölçüde değişmiştir. Özellikle Batılı değerler AK Parti’nin kuruluş ve ilk dönem iktidarında çok olumlu iken son dönemde neredeyse Batı düşmanlığına varacak bir söylem ve politika değişikliği içinde olunmuştur.
Kısaca ifade etmek gerekirse AK Parti’nin birbirini etkileyen bu iç ve dış politika yaklaşımı nedeniyle Büyükada davasında gördüğümüz gibi en sade, sıradan olaylar “terör”e destek veya “casusluk” faaliyeti olarak algılanmakta ve çok sayıda sivil toplum çalışanı veya gazeteci “casus” olarak suçlanmakta; yüz binlerce kişinin sıradan faaliyetleri “terör”e destek olarak görülüp yargılandığı ve ceza aldığı bu ortam tam da AK Parti’nin kurulduğu dönemde itiraz ettiği “iç tehdit” söylemini daha da ileri götürdüğü bir ortama yol açmıştır. Yani AK Parti, tam da kendi kurulduğu dönemde gücü azalmakta olan iktidarın yaptığına benzer şekilde “iç tehdit” ve “dış düşman” üreten bir sarmala girmiş yani başlangıçtaki iddiasının zıddına dönüşmüştür.
Yola çıkarken mücadele edeceği “Yolsuzluk, Yasaklar ve Yoksulluk” ile ilgili olarak da uluslararası ölçümlerde en net görülebildiği gibi daha kötü pozisyonlarda kalmanın yanı sıra medya sermayesinin Türkiye’de hiç olmadığı ölçüde tek tipleştiği, toplumsal desteğin azalmasıyla dış politikada başarı ihtiyacı, savaş zamanlarında mevcut iktidarlara yönelik toplumsal desteğin artması savaş politikalarına yöneltmiştir.
AKP için bir dağılma sürecinden söz ediliyor, bu gözleme katılıyor musunuz ve bu süreç nasıl sonlanır, yeni kurulan partiler AKP tabanını nasıl etkiler?
AK Parti’nin iddialarının zıddına dönüşmesine bağlı olarak ve elbette sadece buna bağlı olmadan, hukuk ve ekonomik krizin yaşandığı bu ortamda AK Parti içinde zaten olmakta olan ama kamuoyuna aksetmeyen eleştiriler artık yüksek sesle ifade edilmeye başlanmıştır. 28 Şubat döneminin liberal, Kürt siyasetine demokrat yaklaşan bütün muhaliflerin aşağı yukarı desteğini alan AK Parti, 2013 yılından beri bu kesimleri zaten uzaklaştırmaya başlamıştı. 17/25 Aralık operasyonları ani olarak AK Parti iktidarını sarsmasa da bugün Gelecek Partisi’ni kuran dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu konularda farklı düşündüğünü bir şekilde biliyorduk ama bugünlerde kendisi ile yapılan görüşmelerdeki ifadelerinden daha net anlıyoruz bu konular aslında 2014 yılından beri AK Parti içinde sıkıntı oluşturmuştur. Yine başkanlığı getiren anayasa değişikliğine Ali Babacan’ın referandum sırasında karşı olduğunu bu süreçte öğrenme imkanımız oldu. Önce özellikle sol liberallerin uzaklaşmasını takiben partinin çok sayıda kurucusuna ilave olarak ikinci genel başkanlığını yapmış, başbakanlık yapmış, ilk cumhurbaşkanlığını yapmış kişilerin AK Parti’den uzaklaşıp bazılarının muhalif partilere katılması bazılarının yeni parti kurmalarının yaşandığı günümüzde, bütün bunlara rağmen AK Parti’nin dağılıp un ufak olacağını düşünmüyorum. Ama hiç etkisi olmayacağı da söylenemez, daha AK Parti içinden bu tür eleştirilerin kamuoyunda açıkça ifade edilmeden önce AK Parti kendisini besleyen iki büyük şehirde destek kaybına uğramışken, bu tür içerden eleştirilerin ifade edilmesi ile ciddi oranda destek kayışı yaşayacaktır.
Yüzde 3-5’lik bir kamuoyu desteği AK Parti’yi bu zamana kadar ayakları altına aldıklarını söyledikleri politikaları destekleyenlere mahkûm ettiği bir siyasi denge içinde AK Parti içinden çıkan bu eleştiriler, ayrıca Türkiye’deki hukuk krizi ve bunu takip eden ekonomik kriz Türkiye’yi derinden sarsmaktadır. Çok yüksek sayıda insanın elektrik borcunu, kredi kartı borcunu ödeyemediği, “açlık” veya temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı için intiharların görüldüğü bu ortamda mevcut iktidarın destek kaybı çok doğaldır esasen. Ayrıca AK Parti iktidarı sırasında olan pek çok olumsuz olaydan mesela KCK operasyonlarından, telefon dinlemelerinden, Balyoz ve Ergenekon operasyonlarından cemaatin suçlanması, bugünlerde toplumun çok büyük kesimini hedef alan “FETÖ operasyonlarından iktidarın yarı resmi ortağı Doğu Perinçek ekibinin esas fail olarak görülmesinin devam etmeyeceği kanaatindeyim. Bu nedenle AK Parti tümüyle dağılmasa da çok büyük güç kaybına uğrayacak, gücünü “güçlülüğünden” alan AK Parti’nin zayıflamış olması, kuvvetten düşmesini hızlandıracaktır. Tabii bütün bu tahminler, özellikle AK Parti seçmeninin güvenini kazanacak bir muhalefetin ortaya çıkması ile mümkündür. 2001 dönemi AK Parti’sinin kuşatıcı demokrat söylemine ve pratiğine sahip bir muhalefet parti/ler veya blok olduğu durumda ancak bu öngörünün gerçekleşebileceğini söylemek izahtan varestedir.
AKP’de bazı iç tartışmaların yaşandığı kamuoyuna yansıyor, bunlar nelerdir ve nasıl değerlendirirsiniz?
AK Parti’den en son istifa eden, İnsan Hakları Komisyonu üyesi Mustafa Yeneroğlu’nun partiden ayrılırken pek çok başka milletvekilinin de rahatsız olduğunu ifade etmesi, yine halen Cumhurbaşkanı Yüksek Kurulu üyesi olan Bülent Arınç’ın, haklarında özel hiçbir suçlama yapılmadan yüz kırk bin civarında kamu personelinin KHK’ler ile işten atılmasını “facia” olarak nitelemesi AK Parti içindeki eleştirilerin muhtemel konularını göstermektedir.
OHAL düzenlemesine atıf yapılarak kayyumların atanmış olması, Kemalist elitlere nazaran yerelleşmeyi savunan ve seçime, seçilmişlere birincil önem veren geleneksel sağ politikaların kabullerinin zıddına yerel seçimlerin lağvedilmesi ve kayyum ataması bir başka eleştiri kaynağı olacaktır. Olağanüstü Hal uygulaması resmi olarak kalksa bile fiili olarak devam etmesi, başkanlık sisteminde milletvekillerinin etkinliğinin çok azalmasının AK Parti içinde de rahatsızlık sebebi olduğunu düşünebiliriz. Seçilmiş AK Partili yerel idarecilerin istifaya zorlanmış olması o dönemde kamuoyu önünde itiraza yol açmamış olsa bile bugün öğreniyoruz ki önemli şehirlerden biri olan Ankara il başkanı bu uygulamayı içine sindirememiş.
Bu tür hususların AK Parti içinde ciddi rahatsızlık nedeni olduğu düşünülebilir. Bu kadar belirsiz ve öngörülemez bir ortamda siyaset yapmak, kısıtlı inisiyatife sahip olmak iktidar partisi siyasetçisinin doğal beklenti ve taleplerine uygun bir durum olmadığı kanaatindeyim.