Bölünmüş bir toplum nasıl olur derseniz işte böyle olur derim. Küçüklerini bir yana bırakırsak toplum bugün hani ne derler “kabak gibi” tam ortasından bölünmüş durumda. Bildiğimiz, siyah-beyaz, Hristiyan-Müslüman, İrlandalı-İngiliz gibi değil. Bizdeki bölünmüşlük, Türkçü-İslamcı değerlerle davrananlar ile seküler-sol-sosyal demokrat değerlerle davrananlar arasında. Ya da, bir başka tanımlamayla, 600 yıllık Osmanlı toplum geleneği içinde harmanlanmış Türklük ve Müslümanlık değerleriyle hayata bakanlarla, seküler(laik) ve modernist değerlerle hayata bakanlar arasında.
Aslında bu bölünme yeni bir bölünme de değil. Yeni olan ancak şimdi daha görülebilir hale gelmiş olması. Siz ister küreselleşme deyin, ister bizde askerin rolünün değişmesine yol açan olaylar ve davalar deyin, bugün bu bölünme daha görünür hale gelmiş durumda. Görünebilir olmasını sağlayan öğe ise, bu toplumsal bölünmenin siyasi alana yansıyarak siyasi partilerde vücut buluyor olması.
Dedim ya bu bölünmüşlük yeni değil ve bize Osmanlı’dan kaldı. Cumhuriyeti kuranlar bu bölünmüşlükle yüzleşip kurdukları milli devleti öyle kuracaklarına, yüzeysel reformlarla yetinip sorunu ötelemeyi tercih ettiler. Hatta onlar da, bugün AKP’nin yaptığı gibi bölünmüşlük üzerine, bölünmüşlüğün bir tarafından baskı yaparak durumu kurtarmaya çalışırlarken, yine bugün AKP’nin yaptığı gibi bölünmüşlüğü azdırmışlardı.
Bugün hemen herkes toplumun birinci sorununun ekonomik olduğu konusunda hemfikir gibi. Bence bu seçimlerle bir daha gördük ki birinci sorunumuz bu toplumsal bölünmüşlük. Farklı fikirlerle demiyorum farklı değerlerle farklı davranan aynı coğrafyadaki insanların bir arada olmaya devam etmeleri zor. Tarih bunun örnekleriyle dolu. İç savaş hikayelerinin çoğunun arka planında benzer bölünmeler var.
İşin ilginç tarafı, AKP ve Erdoğan “tek devlet, tek vatan, tek bayrak” gibi bölünme karşıtı söylemleri sıkça söylese de aslında fiilen yaptıklarıyla bu bölünmeyi hızlandırıyorlar. Düşünsenize, uzunca bir zamandır Erdoğan’ın söylevlerinden hiç eksik olmayan “onlar” ve “biz” söylemlerini, ya da bu seçimlerde muhalefeti “alçaklıkla”, “FETÖ’cülükle ve PKK’cilikle” nitelemelerini. En son iki gün önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’ı arayarak “Sizi bitireceğiz, size artık yaşama hakkı yok” demesini ya da CHP’lilerin şehit cenazelerine katılamayacakları yönündeki ifadelerini… Bütün bunlar ilginç bir biçimde var olan bölünme hattını daha da bölünmeye itiyor.
Peki bu bölünmeyi bilerek ve isteyerek mi teşvik ediyorlar. Sanmıyorum. Ama açıktır ki niyetleri öyle olmasa da toplumsal bölünmeyi hızlandırma eylemlerinin nedeni kendi “cemaatçi” ya da “kimlikçi” bakışları. Herhangi bir kimlik için söylüyorum, eğer siz o kimliğin üyesiyseniz, kimliğin içindeki inanç sisteminin bir parçası haline geliyorsunuz ve toplumdaki diğerlerini de bu gözlükle görüp bu gözlükle gördükleriniz üzerinden değerlendiriyorsunuz. Onun için de ne onları işitiyor, ne onları dinliyor ve ne de onları anlayabiliyorsunuz. AKP’lilerin çoğunun ve bu arada Sayın Erdoğan’ın da durumu bu. Farkında olmayarak toplumdaki bölünmüşlüğü daha da azdırarak toplumu çok tehlikeli bir yere doğru itiyorlar.
Seçim gecesine ilişkin ortalıkta dolaşan videolarda, yüzleri, silahları ve arabalarının plakaları bal gibi göründüğü halde bu kişiler hakkında her hangi gerçek bir işlemin yapılmaması işte bu farkında olmadan yapılan toplumu bölme eyleminden başka nedir ki?
Tuhaf olan AKP’nin, “biz olmak” ve “ortak yaşam” kavramları etrafında siyasi kampanyasını yapan HDP’yi “bölücükle” suçlaması. Bu da bizim siyasetimizin ironisi bence. Ne denir insan başkasını kendisi gibi görürmüş demek ki…