Akkuyu nükleer santral inşaatında çalışan bir işçi arkadaşın sıradan, sürekli tekrarlanan günlük yaşamına hep beraber bakalım.
17.00’da işbaşı yapmak için yatağımdan kalkıp demir ranzalı yatağımı toparlayarak günlük işime başlıyorum.
Gece vardiyasında olmama rağmen bitmeyen sayılı lavaboların, tuvaletlerin, banyoların bilmem kaçıncı sırasında sıramı bekliyorum. Gündüz vardiyası daha zor ve uzun.
Bunu evde banyo-lavabo sırasıyla karıştırmayın, evde beklediğiniz gibi düşünmeyin bu bekleyişi. Biraz empati yapmayı kolaylaştırmak için dinlendiğim ortamı aktarayım size; soğuk konteynerlerde ve prefabrik dar uzun koridorlu sağlı sollu odaların çıkış kapısının hemen yanındaki lavabolardan bahsediyorum. Bazı inşaatlarda kaldığınız ortamlarda lavabolar dışarıda olur. Yağan yağmur içinize dökülür beklerken. Size aktardığım, kimsenin ağzından düşmeyen Akkuyu inşaatındaki konteynerden bahsediyorum.
Elini yüzünü yıkamak ne evdeki sıcak suyla buluşmaya, ne de evin sıcaklığına benzer. Buz gibidir bizim musluktan akan su. Tabii biliyorum birçok evde bacası tütmeyen evlerde, yakacağı olmadığı için battaniyelere sarılanlarınız, ya da doğalgaz faturasından dolayı doğalgazını açamayanlar da bu dondurucu ortamı çokça yaşamaktasınız. Aslında böyle soğukla mücadele eden ev ortamından gelen insanlardan birisi olduğumu belirtmek isterim. Yaşamaya ve çalışmaya mahkum olduğumuz zorlayıcı ortamlardan gelenlerimiz, yaşamında en kötüsünü gördükleri için olsa gerek buraya cennet diyebiliyorlar.
Devam edersek;
Titreyerek elimizi yüzümüzü yıkamak için dakikalarca bekliyoruz o lavabo kuyruğunda. Elimizi yüzümüzü soğuk suyla yıkayıp, titreyerek koğuşumuza dönüyoruz.
Servise yetişmek için hemen çamurlu, boyalı alçılı ya da demirlerin pasları üstüne sindiği iş kıyafetlerimi giyiyorum. Doğrudan koşar adımla servisteki yerimi almak için arkadaşlarımın arasında tekrar kuyruğa giriyorum, Bu işçi servisleri kuyruğu. Öyle bildiğiniz İETT, şehirlerarası ya da kapıda bekleyen ambulans değil bahsettiğim şantiye içi gidiş trafiği. Bizi bu halde çalıştıranlar başka yerde karşımıza çıkıp kimisi üzülür, kimisi görmezden gelir, yüz yüze gelirsek midesi bile bulanır, kullandığı araba şahsi arabası olmamasına rağmen karşılaştığında ya da iş cinayetine uğradığımızda bizi arabasına almaz. Sedyeyle revire ulaştırılabiliyorsak, dönüşte bağırıp çağırarak geri zekalı, aşağılık biriymişcesine bize davranırlar.
Uzatmadan günlük yaşama dönmek istiyorum;
Beklediğim servis sırasında nihayet sıra bana geldi. Sıra geldiğinde hemen pencere yanındaki koltuğu tutmak için koşuyorum.
Bunu tek ben yapmıyorum. Bencillik diyebilirsiniz koltuk kapmama. Hem yarım kalan uykumu devam ettirmek. Hem de gurbet elde eşimi, çocuklarımı, annemi ve sevdiklerimi düşlemek için iyi geliyor.
Uzun olmayan bu yolculuğun çabuk bitmesi beni üzüyor, biraz daha uyuyarak yorgunluğumu atabilirdim, düşlediklerimle biraz daha vakit geçirebilirdim. Mesaiden sayılmıyor bu süreler. Yolda, sırada, işte birkaç dakikalık duraklamalarda geçen zamanlarımız. Hep canımızdan, kanımızdan, ömrümüzden geçip gidiyor Tüm güzel zamanlarımız. Hem inince bu sefer turnikelerden kart okuması, oradan yemekhaneye gidip tekrar orada yemek sırasına girilmesi var sırada, bu sıralarda bekleyiş hepimizi oldukça bunaltıyor.
Şöyle;
O bir saatlik molamızda ağız tadıyla yemek yerken dinlenemedik hiç. Bu şantiyenin diğer inşaatlardakilerden bir farkı yok, hatta daha beter olan şantiyeler bile var. Akkuyu o çilesi çekilmeyecek şantiyelerden en ağırı.
Şantiyede patronlar için de güvenlik hat safhadadır. Kartlı girişler, göz taramalar, yüz okumalar, parmak basmalar, her kapıda onlarca polis ve özel güvenliklerin olması, içerde bizimle birlikte çalışan sivil polisler, işçiler, eline telefon aldığında bir yerde fotoğraf veya video çekerse hemen o işçinin başına çullanmalar. Tümü bizim için değil patronların güvenliği için.
Niye video aldın, neden fotoğraf çektin, adeta soru bombardımanına ve çapraz sorguya alınıyoruz.
Bir hukuksuzluğu, bir iş “kazası” görüntüsünü, bir adaletsizliği, ya da hijyen olmayan, yeterli ve besleyici olmayan yemeklerden tutalım, yolunda yürümeyen herhangi bir durumu topluma göstermek için çektiğimiz her fotoğraf ve video silinmeden bırakılmıyor. 3. Havaalanı’nda iyi deneyimlemişler ki, burada çok daha profesyonel yapılıyor işçinin sesinin topluma duyurulmaması için müdahaleler.
Bir daha tekrarlanmasın diye aldığımız tehditler bu müdahaleden sonra hepimize sıralanıp duruyor.
Şükür; yemek sırası şimdi bana ulaştı, savaştaymışım gibi yemeğimi yiyip bitirdim. Sonra koşar adımlarla harbe gidercesine, firmanın üst kimliklere sahip olan üstümüzde şef olan, taşeron yetkilileri, mühendisler, formenler, iş buyurma ahlakı olmayan bu kişiler bizi alarak sert ve eril dille emir komuta zinciri halinde, iş başına gitmek üzere ekip olarak sahaya çıkıyoruz.
Tabii her firmanın ayrı kuralları var, birbirinden zor işleri olan da var, yer yer bazı firmaların uygulamalarında güzellikleri olan da var, mesela bizimki lütuf olarak görülse de çay molalarımız ve dinlenme haklarımız belli periyodiklerle uygulanıyor. Binde bir olsa da muhakkak dinlenmeler yapabilirler aramıza girerek. O yüzden yetkili biri gelince kaçacak delik arıyoruz dinlenme sırasında, sanki Azrail gelmiş gibi. Bu kaçışta, panikten korkup bir yerden düşen, ölmüş olan var mı bilmiyorum. Umarım başımıza gelmez bu durum. Çünkü panik yaparken, sağa sola kaçarken, stresli olurken, sürekli baskı altındayken, üretim baskısı bir yanda, devlet erkanının belli ettiği tarihe işi yetiştirmek bir yanda, açılış için gün verilmesi bir yanda stres hep artıyor. Ana firmanın taşerona, taşeron firmasından gayri resmi taşerona, gayri resmi taşeronundan formene, formenden ekip başlarımıza, en son bize hepsinin altında yemediğimiz hakaret kalmaz bu koşuşturmacada. Ağa ve marabaya dönüşmüş durumda inşaat işçileri ve patronların ilişkisi.
İş cinayetlerine en çok neden olan bu üretim hızıdır. Geçimsizliktir. Psikolojik olarak ne kendimize ne ailemize gelen zamlara göğüs geremediğimizdendir. Ay başı gelince yağan faturaları ödeyememe stresi tüm yaşadıklarımıza eklenir. Ev sahibinin ay başı gelmeden sürekli taciz etmesidir. Evimizde, işyerinde, sokakta bir Azrail gibi peşimizde dolaşan geçinememe stresi bizi hızlı adımlarla yaşayan ölüye dönüştürür. Ya da bunların getirdiği dalgınlıkla bir asansörün çukuruna, şaftın, havalandırmanın boşluğuna düşürür. Ya sakat ya da ölümümüze neden olur bu kaçış.
Kamptan nasıl işyerine hareket ettiysek, aynı şekilde bir mesai yoksa, bu sefer tersten giderek kahvaltı sırasına, kahvaltı sırasından turnike çıkışlarına, oradan servis sırasına gidip yerimizi alıyoruz. Yine aynı şekilde en iyi aracı, iyi koltuğu olan yere koşuşturuyoruz. Servislerin çoğu eski ve birçok defa da kaza olur bu servis gidiş dönüşlerinde.
İşe gittiğimiz psikolojiyle, geri dönerken aynı olmaz psikolojiğimiz. Bu sefer bir an önce kampa ulaşmak isteriz. Duş almayan, yorgunluktan pestili çıkan onlarca işçi düşünün, sırasını beklemeyi tercih etmeden kendini direkt yatağına atar. Sanki yerde uzanan bir cenaze gibi kendini direk o yatağa teslim eder.
Duşunu almak isteyen de olur, onlar banyo sırasında yerini alıp tüm yorgunluğuyla sırasını bekler. Bu durum her gün istisnasız değişmez, ta ki maaş gününe kadar. Ve maaş gününde mi? İki kere sıraya giriyoruz o gün. Birincisi bankaların bankamatiğinde ya da içinde, ikincisi inşaattaki çift bordro uygulamasıyla elden verilecek ücret kuyruğunda. Hak ettiğimiz emeğin karşılığını patronlardan almak tam bir zulüm, işkence haline geldi. Maaşlar ödenirken elden vermeye çalışılan ücret alma, muhasebe kapısında işkenceye dönüşüyor. Eksik verilen, eksik yatırılan paranın evdeki hesaba uymaması sonucunda mutfaktan, yiyeceğimizden, içeceğimizden kısa kısa iskelete dönüştük çocuklarımızla birlikte.
Hayatımız hep birilerinin koyduğu kurallarla geçiyor. Trafikte kırmızı ışıkta durdurulması gibi yanar bize uyarılar. Oysa kırmızı renk insanı harekete geçiren renktir.
Gelin birlikte düşünelim bu yaşamı yeniden;
Egemenlerin koyduğu kurallarla değil, işçinin, kadının, gencin, toplumun bir bütünen bir arada olduğu, ekosistemin korunacağı ortamın yeniden inşasına yol açacak, doğru yaşamı inşa edecek kurallara ihtiyacımız var.
Yeni yaşamı, emeği, doğayı, çevreyi gözeterek inşa etme dilekleriyle kalın …