2023 Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçim süreci akıllara kazınacak sayısız olaya, tutuma, açıklamaya sahne oldu. İktidar bloku cephesinde olup bitenlere girmek bile gerekmiyor. Artık bir çeşit bunama hali içinde olan Devlet Bahçeli bu konuda başı çeker. Her davranışıyla köhnemiş bir sistemin artık dişleri dökülmüş, aklı karışmış bir sembolü oldu kendisi. Erdoğan desen görünüşüyle bile birçok şey anlattı. Vücut dili, mimikleri ve bir bütün olarak söylemleriyle o da Bahçeli’nin simgelediği anlamların başka bir izdüşümüydü aslında. Bu gerçek, seçim çalışmaları için açılan stantlara da yansıyordu. Kent merkezlerine açılan stant çadırlarının arabesk, eskimiş ruhu buram buram küf kokuyordu.
O seçim 14 Mayıs’ta oldu, ama “bitmedi”. Birçok ilde, ilçede, köyde sayısız usulsüzlük yapıldığı yansıdı medyaya. Sandıklar kapanır kapanmaz hatta daha kapanmadan AKP’nin zayıf olduğu bazı yerlerde itiraz dilekçeleri döşendi. Epey bir zaman veri paylaşmayan Anadolu Ajansı sonra sayfayı Erdoğan’ın oy oranını yüzde 60 göstererek açtı. O kadar gerçeklikten uzak verilerdi ki bunlar Amed’de bile Yeşil Sol Parti yüzde sıfırdı! Saatler ilerledi yavaş yavaş Erdoğan yüzde 50’lere ve altına düşmeye başladı. Sonra öğrendik ki Erdoğan’dan talimat almışlar. “Benden talimat gelmeden aradaki farkı yüzde 10’un altına düşürmeyin” demiş hazret. Bu arada AKP milyonlarca insanın oy kullandığı yaklaşık 10 bin sandığa itiraz etmiş, hatta bazı yerlerde bu itirazların sayısı bile tutulamaz olmuş.
Muharrem İnce’nin çekilmesini bir komploya dayandırmaya hatta darbeyle ilişkilendirmeye çalışmalarından tutalım da özellikle zayıf oldukları yerlerdeki sandıklara döne döne itiraz etmelerine, veri akışını bu yöntemle engellemeye kadar sayısız yolla seçimi şaibeli hale getirmek için tüm kozlarını kullanacakları netleşti. Yaptıkları aslında bir çeşit blokaj dahası “darbeydi”.
Bunlar işin bir yanı ve ne olacağını, nereye evrileceğini hep birlikte göreceğiz.
Ama sonuç ne olursa olsun toplumsal kutuplaşmanın boyutlarının net olarak görüldüğü kesin. Gerek tüm bileşenleriyle muhalefet cephesi gerekse iktidar blokunun tabanı son yıllarda yapılan seçimlerle kıyaslanmayacak ölçüde sandıklara aktı. Bu seferki sandığa gidişin diğerlerinden farkı; sadece katılımdaki yükseliş değildi. Her iki cepheden de oy kullanmaya gelenler bir hakkı kullanmanın ötesinde anlamlar kuşanarak gelmişlerdi. Bir ölüm kalım meselesiyle karşı karşıyaymış gibi…
Mevcut iktidar blokunun tabanı tarihsel olarak “kazanım” diye gördüğü her şeye sıkıca sarılma motivasyonuyla sandığa geldi. Esas dinamizmi ekonomik çıkar ilişkileriyle birlikte tarihsel gericilik birikiminden aldıklarını hissettirircesine… Bir kez daha gördük ki din ve kökleri hayli derinlerde olan tarihsel gericilik birikimi yani ideolojik-siyasal aidiyetlerin çözülmesi o kadar da kolay değil. Bunun esas çözüm adresinin, çoğunluğu işçi ve emekçilerden oluşan bu tabanının sınıf mücadelesi tedrisatından geçmesi olduğunu yeninden hatırlatırcasına…
Muhalefet cephesinin yekpare olmayan tabanının ortak motivasyon kaynağıysa; mevcut rejimin yarattığı ekonomik-siyasal-sosyal yıkıma karşı farklı renkler ve düzeylerde de olsa birikmiş tepki, yorgunluk ve nefes alma isteğiydi. Ağlayanlar, yerinde duramayanlar, ekran başına kilitlenenler, oy pusulalarının olduğu torbaların üzerinde saatlerce bekleyenler hatta sabahlayanlar nefes almak istiyorlardı. Bu nefes alma arayışı henüz kapitalist sistem içinde belirli esnemelere bile razı olmak sınırlarında olsa da birikmiş öfkenin başka bir mecraya, sistemin dışına çıkmasının da uzak bir ihtimal olmadığını hissettiren bir kıvamda olduğunu gördük.
Evet sandık geniş kitleler için halen önemli bir simge. Keza demokrasi adına ellerinde olan yegane şey bu burjuva yanılsama. Ama birikmiş toplumsal öfkenin sandık bendini yıkıp geçecek bir kıvamda olduğu da gerçeğin başka bir yüzü.
Bu seçim dönemini sadece bunlarla anmayacağız. Mesela kendisine “İşçi Partisi” ismini yakıştıranların ya da “komünist” ismini kullananların bunun içini doldururken birçok anlamı nasıl karikatürize ettikleriyle de hatırlayacağız. TKP’nin “komünistliğini” işçileri aday göstererek kanıtlamasını ve aslında onlarla kurduğu dışardan ilişkiyi, TİP’in işçi sınıfının bileşeni olmayan adaylarını zorla işçi ilan etmesini, işçi tanımını değiştirecek kadar işi ileri götürmesini unutmayacağız. TKP’nin o ekonomist, bir o kadar da dışardan sınıf yaklaşımıyla Kürt bir öğretmeni TRT ekranına çıkararak “eskiden Kürt milliyetçisiydim, şimdi doğru yolu buldum” mealinde sözler ettirmesiniyse dünya görüşümüz açısından utançla hatırlayacağız.
Her biri ayrı ayrı üzerinde durulması gereken bu iki ters, ama aslında aynı noktada buluşan yaklaşımların kendilerini, sınıf devrimciliğinin zayıf olduğu bu koşullarda bazı sandalyelere oturtturabildiklerini unutmadan. Bu seçimin belki de en önemli sonuçlarından biri bu gerçeğin adeta gözümüze sokulmasıdır. Başka pekçok şeyle birlikte…
2023 seçimleri sonuçlarıyla birlikte her açıdan önümüze yeni mecralar açıyor vesselam.