Günümüzde Türkiye toplumunu oluşturan insanlardan en az yarısının, gerçekte ise çok daha fazlasının davranışları, algıları ve tepkileri, bir bilim dalı olarak toplum psikolojisi konusunda olağanüstü öğretici özellikler taşıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 24 Haziran seçimleri sonrasında, seçmenlerine teşekkür etmek üzere çıktığı Karadeniz gezisi, toplumun ruh halini gözlemlemek için çok uygun bir fırsat.
Cumhurbaşkanının etkileyici bir hatip olduğunu kabul etmek durumundayız. Karşısındaki kitlenin hassasiyetlerini doğru okuyan, kendisini kitle ile özdeş kılan söylemlerle, sık sık ‘biz’ vurgusu yaparak geniş bir halk tabanı ile bütünleşme izlenimi oluşturan bir konuşmacı. Vurgularını, ünlemlerini, babalanma naralarını yerli yerince kullandığında karşısındaki kalabalığın sözlerini anlaması, algılaması, tartması falan gerekmiyor. Esas olarak cümlelerin sonundaki vurgu ve bir de kürsü veya sahne kenarındaki teşrifatçılar, bir anlamda stadyum amigolarının işaretleri ile kitle istenen kıvama kolayca sokulabiliyor. Dolayısı ile Cumhurbaşkanının ‘hazır mısınız?’ sorusuna gırtlağını patlatırcasına ‘hazırııız’ diye bağıranlara sakın ha neye hazır olduklarını sormayın. Böyle bir sorunun yanıtı boş boş bakan gözler olacaktır zira. Hatta bu tür bir soruyu uluorta sormak tehlikeli de olabilir. Etrafınızda olası bir ajanın, provokatörün bu sorunuzda bozgunculuk vehmetmesi ile göstereceği tepki o boş boş bakan gözlere kan yürümesi, öfkeli bir kalabalığın saniyeler içinde bir linç topluluğuna dönüşmesi ihtimalini asla gözden uzak tutmamalı.
Değerli meslektaşım Mihail Vasilyadis sırası geldiğinde İtalyan faşist lider Mussolini’nin,“Kişileri ikna etmek kitleleri ikna etmekten çok daha zor bir iş” dediğini anımsatır. Bu yüzden de kitlelerle konuştuğunuz gibi tek tek insanlarla konuşamazsınız. Birebir konuşmalarda muhatabınıza inandırıcı olmanız gerekir. Oysa kalabalıklar zaten inanmış, sorgulamayan, o yüzden de dinlemeye gerek duymayanlardan oluşuyor. Onlar için konuşmacının ne dediği değil, kendisinin orada bulunması önemlidir. Kaldı ki çoğu zaman oraya gelişi de kişisel iradesinin dışında, ya mahalle baskısıyla ya da doğrudan doğruya amirlerinin tehditli talebi ile gerçekleşmiştir. Cumhurbaşkanının konuşacağı meydanın yeterince kalabalık olmaması o bölgedeki AKP teşkilatının başarısızlığı anlamına geleceği için yetkililer başta vilayet ve kaymakamlık olmak üzere, il veya ilçe milli eğitim müdürlükleri, muhtelif devlet daireleri ve kamu kurumlarının imkânlarını seferber etmekte, meydanlarda göz doldurucu bir kalabalığın oluşması için gerekli tüm şartları sağlamaktalar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan işte böyle bir kalabalığın karşısında demagoji kavramının en geniş anlamını test etme imkânını buluyor. Başka türlü Dolar’daki baş döndürücü yükselişi “Onların Dolar’ı varsa bizim de halkımız, hakkımız ve Allah’ımız var” diyemez. Ardından ise Türk Lirası’nın hızlı değer yitimini ‘papaz’ diyerek küçümsediği Protestan pastörü Andrew Bronson’a bağlayarak ABD’nin Türk-Amerikan ittifakını bir papaz için riske attığını iddia ediyor. Oysa bu konuda gerçeklik tümüyle farklı. Devlet Bahçeli 2019 Kasım’ında yapılması öngörülen devlet başkanlığı ve milletvekili genel seçimlerini bir yıl kadar erkene almayı önerdiğinde herkesin aklında mevcut ekonomik yapının kısa bir sürede büyük bunalımlara girecek olması vardı. Hatırlanacağı gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan Bahçeli’yle görüşmesinden sonra tarihi daha da öne alarak 24 Haziran 2018’i açıkladı. O dönemde hemen tüm köşe yazarları bu panik seçimi olası bir mali krizin önünü alma çabası olarak değerlendirmişti. Şu anda içinde olduğumuz ekonomik dar boğaz tam da aylar öncesinden öngörülen gelişmenin nihayet zuhur ettiği gerçeğinden başka bir şey değil.
An itibariyle henüz krizle tanışmış değiliz. Şu an için sadece TL’nin hızlı eriyişini görerek bunun yapay, dış kaynaklı bir manipülasyon olduğunu sanıyoruz. Yani ekonomimiz tıkırında, üretimimiz yerli yerinde ama bazı simsarlar piyasalara kontrollü bir şekilde döviz sürerek veya çekerek yapay bir kaos yaratıyorlar iddiasındayız. Fakat çok yakında Lira’nın değer kaybı çarşı-pazarda fiyatların astronomik yükselişine yol açtığında neyin ne olduğunu acı bir tecrübeyle göreceğiz. Henüz akaryakıtı, doğalgazı eski Dolar kuru üzerinden ödemekteyiz. Ancak bu durum uzun sürmeyecek ve iğneden ipliğe her şey daha zor ulaşılır hale gelecek. Bunlar kehanet değil, olan bitenin öngörüsü sadece.
Kâğıt üzerinde, rakamlarla büyüdüğünü zannederken doğal kaynaklarını tüketen, tarımını, hayvancılığını, üretimini berhava eden bir sistemin çöküşüdür yaşanan. Ne yazık ki bu çöküntünün altında bir kez daha memleketin mazlum, çaresiz ve akıl tutulmasına uğramış çoğunluğu kalacak.