Şu sıralarda elimde Nedim Gürsel’in son kitabı “Aşk ve İsyan” var, sabahın twilight/alacakanlık okumalarında (alt başlık: Saf Oğlan’ın İstanbul Yolculuğu, DK Yayınları, Eylül 2020). Gönderen sağ olsun!
Şafak öncesi twilightta karanlık düşüncelere dalacağına, kitap sayfalarına dalmak daha hayırlı! Sonra yeniden uyku denizine düşlerin sürrealizmine dalmak…
Beni alıp hatıralara götürdü Voltaire’in Lale devri Osmanlı dünyasına ve günümüze sıçrama yapan Saf Oğlan’ı Candide.
Nedim Gürsel’i, Galatasaray son sınıfta talebe iken tanımıştım, Masis sayesinde. Öğretmen olan annesinin Fındıkzade’deki evinde ziyaret ettiğimi hatırlıyorum.
Masis ve Nedim ile İstanbul Üniversitesi işgalinden sonra Marmara adasının arkasında elektrik olmayan bir köyde harika bir yaz tatili yaptığımızı hatırlıyorum.
Elektrik yoktu ama yazlık sinema vardı köyde, tanımadığım bir kızla el ele tutuştuğum, filmi seyrederken. Ertesi gün veda etmeden köye, denizin dalgalarına dalıp çıkarken, sinemadaki eldaşım kızın uzaktan bizi hüzünle seyrettiğini farkettim.
Gidip de bir merhaba demedim. Hepimizde galiba bir saf oğlan yanı vardı.
Sonra 12 Mart darbesi oldu, herkes bir yerlere, Nedim de Paris’lere savruldu.
2001 Aralık’ında, yani vedalaşmaya bir buçuk 2 ay kala, Ayşe Nur, Padova Vicdanlılar Grubu tarafından onurlandırıldığında, onun yerine Venedik’e gittiğimde, bu kent ile İstanbul/Konstantiniye arasında nasıl bir aşk/nefret bağı olduğunu fark ettim.
Venedik’in ünlü kilisesinde, latin işgali sırasında gasp edilen metalden at heykelleri sapasağlam duruyordu. Ve dış kapı üstünde, koca sarıklı, kaftanlı Osmanlılar selamlıyordu bizi. Sanki Nedim Gürsel’in kitabından fırlamışçasına.
İyi ki almışlar, yoksa hurdacıya giderdi hepsi! Nedim Gürsel sayesinde Venedik ile İstanbul/Pera/Topkapı arasında, karnavallar, yeniçeri kazan dalmaları dahil, harem, kaşıkçı elması dahil, hayli keyifli bir tur yapıyoruz.
Coronavirus karantina günlerine borçluyuz bu kitabı, kendisinin de şükran sunduğu gibi. Veba günlerine, Decameron Öyküleri’nden dolayı borçlu olmamız gibi. (İlk Varlık yayınları editörü Yaşar Nabi Nayır sayesinde okuma olanağına sahip olmuştum, orta/lise yıllarında). Ya da Chaucer’in Canterburry Masalları gibi.
Nedim Gürsel de usta bir anlatıcı, iyi bir narrative yazarı. Nedim Gürsel aynı zamanda bir gezgin, bir Akdeniz, marenostrum gezginidir. Keyifle okunur ülke ve kent kitapları…
Akdeniz tarihi olmadan ne Avrupa, ne Osmanlı tarihi yazılabilir. Fransız tarihçi Braudel’in Annales Okulu ufuklar açmıştı önümde. Tarihin sırrı oradaydı! 80’li yılların ilk yarısında, Alan Yayınları’nı kurduğumda, resmi tarihe karşı alternatif tarih anlatımına önem vermiştim. Bu nedenle bir yandan Galeano’nun “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”nı yayınlarken, bir yandan da Werner’in Marksist metodoloji ile yazdığı “Büyük Bir Devletin Doğuşu: Osmanlılar” (1300-1481) yayınlamıştım. (Ve Annales Okulu üzerine bir derlemeyi, yine harika bir genç olan Ali Boratav’a tercüme ettirmiştim. (Tarih ve Tarihçi: Annales Okulu İzinde, Alan Yayınları 1985).
Ne harika bir ailedir Boratav’lar, 40’lı yıllardan bu yana. Korkut Boratav’ın makalelerini 1402’likler döneminde iki kitap halinde yayınlamaktan onur duymuştum.
Yine genç bir Galatasaraylı iken tanıdığım Mehmet Ali Kılıçbay, ne iyi yaptı, peş peşe Braudel’i tercüme ederek. Babası, İÜ İktisat’ta hocamız idi. Oğlunun Marksizme yönelmesi sevindirmişti bizleri o zamanlar.
1997 yılında, Paris’te CRDA’da (Ermeni Diasporası Araştırma Merkezi) konferans verdiğimde, Nedim Gürsel beni, konferansta Sırp tarihçi Predrag Matveyeviç ile tanıştırmıştı. “Tam senin adamın” diye. Yugoslavya’nın dağılışını protesto edip Paris’e yerleşmişti.
Akdeniz edebiyatına yer verdiğim Marenostrum dizisinden dolayı. Onun “Akdenizin Kitabı”nı çok yayınlamıştım ama, DGM Davaları, para cezaları, 94 Aralık’ındaki bombalama zora sokmuştu Belge’yi. 1999 yılında Yapı Kredi yayınladı. Zaten Alan/Belge programında yer alan birçok kitabı, daha sonra, mayasını Enis Batur’un attığı Yapı Kredi Yayınları çıkaracaktı.
Nedim Gürsel, cinselliği, erotizmi başarı ile kitaplarında yediren bir yazar. Bu yüzden de başı derde de girdi. Bu nedenle 2009 yılında TYB’nin “İfade Özgürlüğü” ödülünü aldı.
Allah’ın Kızları isimli kitabı TCK’nın ünlü 216. Maddesine istinaden, “halkın din duygularını rencide etmek” suçlamasıyla yargılandı. Çetin abi (Tüzüner) vermişti ödülünü. 12 Eylül sonrası Nedim Gürsel’in üçüncü kez yargılanışıydı bu.
12 Eylül rejimi 1975’te çıkan ilk kitabı “Uzun Sürmüş Bir Yaz”ı yasaklayıvermişti, yasaklanan binlerce kitap arasında. Sözde liberal Turgut Özal ise, muhafazakar çevrelere şirinlik muskası olarak, müstehcen neşriyatı engelleme yasası çıkarmıştı. Nedim Gürsel’in “Kadınlar Kitabı” bu yasanın ilk hedeflerinden biri olmasa olmazdı!
Çetin Tüzüner, Ayşe Nur Cem-May Dağıtım’ın sol kültüre 12 Eylül karanlığında nefes alma olanağı sağlayan efsanevi yönetici olduğu günlerde, aynı binada Bilgi Yayınları’nın İstanbul dağıtıcısı idi. Üst katta ise, May Yayınları’nda, Teoman abi, Mehmet Ali Yalçın’ın kalp sektesi ile ölümünden sonra orayı yaşatmaya çalışıyordu. Her ikisinin de babaları TKP davalarında az çile çekmemişlerdi.
Ve May edebiyat dergisinin genç editörü Babür Kuzucu, 1968 yılında komünist Kürt şairi Cegerwwin’in şiirlerinin ilk Türkçe çevirilerini yayınlamıştı.
Fahri Aral da 1974 affı ile çıktığında May’da çalışmaya başlayacaktı.