Nejla Kurul
Anayasa Mahkemesi (AYM), Ayşe Çelik kararı ile başlayarak ifade özgürlükleri konusunda hukuk değeri yüksek ve cesur bir karar aldı. Bu karar, kendini söz, yazı, renk, ses, nesnelere biçim verme gibi farklı biçimlerde ifade etme yolları için örnek oluşturacak nitelikte. Çünkü adalet terazisi uzunca bir zamandır bozulmuş olan Türkiye’de ‘evrensel’ denilebilecek ilke ve kararlar nerdeyse uykuya yatırılmıştı, AYM’nin kararı uyuyan adaletin yüzüne soğukça bir su serpti.
Bu kararın, Devlet Bahçeli’ye rağmen yargıyı kısa bir süre içinde etkileyeceğini umuyorum. Ne var ki kararın diğer kamu kurumlarına ulaşması için zamana ihtiyaç var. Çünkü bırakın güvenlik güçlerini, 1071’ler vakasından anlaşılıyor ki küçük kent üniversiteleri bile AYM’nin kararını akademik özgürlüklerle ilişkilendirerek okuyup sindiremedi. Güvenlik güçleri ise ifade özgürlüklerinin nasıl engellenebileceği üzerine uzmanlaşmış adeta. Çünkü son birkaç gün içinde KESK yöneticilerinin ifade özgürlükleri engellendi ve gözaltına alındılar. Gün geçmiyor ki birkaç HDP il yöneticisi evlerine yapılan baskınlarla gözaltına alınmasın. İktidar, yüzlerce internet sitesine erişim engeli getirmekte hiçbir sakınca görmüyor.
En büyük tasfiye süreci
“Bu suça ortak Olmayacağız!” başlıklı bildiri nedeniyle imzacı akademisyenler, üniversite tarihinin en büyük tasfiyesine maruz kaldılar. Tasfiye süreci, üniversite dışına atmak ve üniversite içinde imzacıları ve diğer akademisyenleri etkisizleştirmek biçiminde ortaya çıktı. Oysa AYM’nin gerekçeli kararına göre, “akademisyenlerin açıkladıkları görüşler kendi araştırma, mesleki uzmanlık ve yeterlilik alanlarına ilişkin olmasa, tartışmalı olsa veya rağbet görmese dahi ifade özgürlüğünün sıkı koruması altındadır.”
İfade özgürlüğü Anayasa ve yasalarla korunmasına karşın darbe girişimi fırsatçılığı ile birinci ve ikinci imzacılar çeşitli düzeylerde cezalarla karşılaştılar. Cezalar hukuki ve idari olanlarla sınırlanamaz. Bir yandan emekliliğe zorlamak, ağır ceza mahkemelerinde yargılamak, cezaevine göndermek, üniversitedeki işinden atmak, pasaportuna el koymak, kamu ve özel sektörde çalışamaz hale getirmek. Diğer yandan üniversitede kalan imzacıları kırılganlaştırmak, bitmeyen soruşturmalarla tehdit etmek, oto sansüre yol açmak, akademik yükseltme ve atamalarda ayrımcılık yapmak, görev süresini uzatmamak, araştırma ve yayınlarını duyurmalarını engellemek, ricacı duruma sokmak ve diğer onlarca ceza.
‘Emret başkanım’ zihniyeti
Bildirgenin yayınlanmasının ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öfkesini gören üniversiteler, soruşturma açtılar ama mevcut hukuk akademisyenleri koruyordu, darbe girişimine dek beklemek zorunda kaldılar, 20 Temmuz’un ardından bekleyişin yerini hareket aldı. OHAL koşullarında üniversitelerin önlerinde iki seçenek vardı: İmzacı akademisyenleri tasfiye etmek ya da akademisyenleri ve üniversiteyi savunmak. Üniversitelerin bir kısmı akademisyenleri önce emekliliğe zorladılar, emeklilik hakkını elde eden imzacıların bir kısmı dilekçelerini vermek zorunda kaldılar. “Emret başkanım” zihniyetindeki rektörler emri derhal yerine getirip hem birinci hem de ikinci imzacıları (406 akademisyeni) KHK ek listelerine koyarak tasfiye ettiler. KHK ek listelerine girmek, ne kamu ne de özel sektörde iş bulamamak, pasaport şerhi nedeniyle yurt dışına çıkamamak, sağlık hakkından yararlanamamak, bir damgayı sürekli taşımak demekti.
5 Aralık 2017’den itibaren 800’ün üzerinde akademisyen ceza yargılamalarına maruz kaldı ve halen davası süren 600’e yakın akademisyen bulunuyor. İşten çıkarılan, istifaya zorlanan, emekli olmak zorunda kalanlarla birlikte barış akademisyenlerinin toplam 549’u işini kaybetmiş oldu. Olağanüstü Hal Komisyonu, ihraçların üzerinden yaklaşık üç yıl geçmesine karşın bu akademisyenler hakkında herhangi bir karar vermedi.
Doğru tutum alanlar oldu
İfade özgürlüğü ve akademik özgürlükler konusunda duyarlı olan üniversite yönetimleri, barış imzacıları hakkında soruşturmalar açsa da, doğru biçimde tutum alarak onları KHK ek listelerine dahil etmediler. Bu akademisyenler, olması gerektiği gibi üniversitelerinde görevlerine devam ediyorlar. Yani Anayasa Mahkemesi, barış akademisyenlerini savunan üniversiteleri haklı çıkardı. Onları kutlamak gerekir, başta Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi’ni. Bu dönemde Prof. Dr. Füsun Üstel ve Doç. Dr. Tuna Altınel bir süreliğine cezaevine girerek özgürlüklerinden yoksun bırakıldılar. İhraçların kamuoyunda yarattığı rahatsızlık nedeniyle KHK’li akademisyenler ve barış talep eden 10 milletvekili Parlamentoya girdiler.
Mahkemeler karara uymalı
AYM, aldığı kararla, işlerinden atıldıkları gibi haklarında “terör örgütü propagandası yaptıkları” iddiasıyla ağır ceza mahkemelerinde yargılanan 9 akademisyene verilen cezalarda “ifade özgürlüğü ihlali” olduğuna karar verdi. Artık sıra bütün birinci derece mahkemelerinde! Mahkemelerden AYM’nin kararına uyarak, Barış Akademisyenleri ile ilgili olarak mahkemesi halen sürmekte olanlar için ivedilikle beraat kararı, mahkumiyet kararı verilenler hakkında ise yeniden yargılama yaparak beraat kararı vermesi bekleniyor.
Eleştiri ve itiraz istemiyorlar
Üniversitelerindeki akademisyenleri sorgusuz sualsiz KHK ek listelerine koyarak sivil ölüme mahkûm eden üniversite yönetimlerini de bir telaş aldı. Yeni rejimin üniversite yönetimleri, AYM’nin gerekçeli kararını açıklamasının ve 1071’lerin imzalarının ardından ‘istemezük’ açıklamalarını birbiri ardına sıralamaya başladılar.
Kimi üniversitelerin toplumsal sorunlara kayıtsız ve sinik, İslam’ı da araçsallaştırarak piyasalarla kol kola para, akrabalar için kadro ve iktidar peşinde koşan, kendilerini sınırlayan Anayasa ve yasalara rağmen yasakçı devlet kodlarını acımasızca uygulayan köhne bir yönetim anlayışını yukarıdan aşağıya dayattığı zamanları yaşıyoruz. Barış akademisyenlerine “çocuklarını teslim edemeyeceklerini” söyleyen ifade özgürlüğü düşmanları, “zihninde terör tohumları olanlara… bilgi, evrak ve öğrencileri teslim edemeyeceklerini” söyleyen Rektör, asıl olarak üniversitelerdeki talana karşı itiraz etme ve eleştiri hakkını istemiyorlar.
Verili düzenin savunucuları
Anayasa Mahkemesi’nin, bu kuru gürültü bildiri konusunda, onları bile koruyan “hak ihlali” kararını eleştiren 1071’ler, verili düzenin savunucuları olarak imza atıyorlar. Bu imzaların bir kısmı yönetimin baskısı nedeniyle olsa gerek, çünkü küçük kent üniversitelerindeki düşük unvanlı ve sosyal bilimci olmayan akademisyenlerin sayısı epeyce fazla, kuşkusuz baskının varlığı onları masum yapmıyor, kuşkusuz mağdur da, çünkü bir şey kaybetmiyorlar, tabi insanlık onurundan başka. Oysa asıl kahramanlık, tüm toplum susmuş ve endişe ile olanı biteni izlerken kendinden çok daha güçlü olan birine karşı “Dur! Yapma!” diye seslenebilmekte.
Hukukun ilkelerini hatırlattı
OHAL dönemi hak ihlalleri karşısında sessizliği tercih eden Anayasa Mahkemesi, bu karar ile siyasal iktidara çoğulcu bir toplumda hukukun ilkelerini hatırlattı. Öyle ya, iktidarı çöktüğü sivil toplumun üzerinden alacak hiçbir kurum kalmamışken yerel seçimlerde yükselen toplumsal muhalefetin de rüzgârıyla AYM sivil topluma bir el uzattı. Bu el yeterince güçlü olmasa bile, yeni bir kayıt düşüldü: Özellikle hukuk fakültelerindeki akademisyenlere, 1071’li meslektaşlarımıza, kendini ifade yollarının her çeşidini sınırlamakta ve engellemekte hiçbir sakınca görmeyen AKP’ye ve MHP’ye.
Bildiri yaşam hakkı çağrısıdır
AYM’ye göre “ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından kabul gören, memnuniyetle karşılanan, insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak şok eden, rahatsızlık veren, inciten, endişelendiren veya ayrılık yaratabilen fikirler için de uygulanabilmelidir.” Yine AYM, “ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini” ve “eleştirel bir düşünce açıklamasında öfke dilinin kullanılmasının muhatabı sarsma amacı da bulunduğuna” dair görüş bildirmiştir. AYM’ye göre, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiri, yetkililere çatışmaların sona erdirilmesi ve yaşam hakkına ilişkin ilke ve kuralların korunması çağrısını içermektedir.
Gücümüzü toplamalıyız
AYM’nin kararından kısa bir alıntı bile gerekçeli kararı konuşmak, tartışmak ve gereğini yapmak için oldukça ikna edici tezleri içeriyor. İktidar kurumları ve başta yargı ve güvenlik güçleri olmak üzere kamu görevlileri, üniversite yönetimleri, akademisyenler kararı okumalı ve anlamaya çalışmalı. Asıl önemlisi haklarını bilmek ve talep etmek konusunda biz yurttaşlar olarak gücümüzü toplamamız ve hakları ihlal edilen akademisyenlerin, siyasetçilerin, gazetecilerin, üniversite öğrencilerinin, ifade özgürlükleri engellenmiş tüm yurttaşların hayata/işlerine/üniversitelerine dönüşü için çaba göstermemiz gerekiyor. Bu da Türkiye’de barış kültürünün yerleşmesi ve barış hakkı için ciddi bir uğraşı sergilemekle mümkün.