Türk subayı nedir?
Milliyetçidir.
Milliyetçidir ama, her türlü milletin devletleriyle dostluk, kardeşlik, müttefiklik kurar; onlarla aynı resimde yan yana olmaktan gurur da duyar. Bütün devletlerin subaylarını meslektaşları olarak görür, bunların okullarında eğitim görmenin terfi etmekte ön koşul olduğunu bilir. Başka devletlerin (elbette iyice yoksul devletlerin) askeri talebelerini kendi okullarında eğitmekten de gurur duyar. Okuduğu okulların Hristiyanlara ait olması da, okuttuğu talebelerin Müslüman olması da Türk subayı için fark etmez. Amerikan, İngiliz, Fransız, hatta Yunanistan gemileriyle ortak tatbikatlar esnasında da milliyetçidir. Bu tatbikatları “mavi vatan savunması” olarak coşkuyla uygular.
Müttefik devletlerin siyasileriyle aynı fotoğraf karesi içinde yer almak da onun milliyetçiliğine kesinlikle halel getirmez. Onların göğüslerine taktıkları üstün hizmet madalyalarını evlerinin en müstesna yerlerinde ömür boyu saklarlar. Mesela Amerikan başkanı ile Erdoğan el sıkışırken, aynı fotoğraf karesinde Cumhurbaşkanı yaveri bir albayın heykel misali kameraya keskin ve gururlu gözlerle baktığını hepiniz görmüşsünüzdür. Putin-Erdoğan kucaklaşmasında da böyledir, El-Sisi-Erdoğan kucaklaşmasında da böyle. Yarın Esad-Erdoğan görüşmesi olduğunda da böyle olacaktır.
Bu fotoğraf karelerinde yer almak bir Türk subayı için zillet değil, gurur kaynağıdır. Devletinin ordusunu temsil etmektedir.
“Bu nasıl bir milliyetçiliktir?” diyeniniz çıkarsa, kendisi bilir. Ben Türk subayının milliyetçiliğinden bu fotoğraflar nedeniyle en küçük bir kuşku bile duymam. Hatta onları ayıplamak bile aklımdan geçmez. Görevlerini yapmaktadırlar. Kişisel çıkarları yoktur diyemem ama, yaptıklarını “milli çıkarların” gereği olarak yaparlar. O “milli çıkarların” ne menem bir şey olduğunu bilsem de, fotoğraflarındaki hallerinin “ne menem bir şey olduğunu bildiğim” milli çıkarlara aykırı olduğunu da söyleyemem. Devletin memurlarıdır, devletin, hatta halka karşı da olsa, çıkarlarının muhafızlarıdır.
Amaaa!…
Türk subayı herkesle aynı fotoğraf karesinde yer almaktan gocunmasa da, ister laik olsun, ister İslamcı olsun, ister devlete baş kaldırsın, ister devlete ihbarcılık yapsın, eğer o Kürt kendi kimliğinin Kürt, yaşadığı toprağın Kürdistan olduğunu söylüyorsa, işte o Kürtle asla aynı fotoğraf karesine girmeyi, onunla “eşitlenmeyi” milliyetçiliğine yediremez. Hele o Kürt bir de kendisi tarafından şu anda savaştığı Kürde karşı kullandığı bir “alet” ise, Türk subayı bu “aletle” aynı fotoğraf karesinde “eşitlenmeyi” Türklüğüne hakaret sayar. Türk subayının tarihi, her Kürt isyanında ayaklarına kapanan nice muhbir Kürdü, “kendi milletine ihanet eden yarın bana da ihanet eder” diyerek, isyan bastırıldıktan sonra darağacında sallandırmıştır. Türk subayı düşmanına karşı kullandığı “aleti” her kullandığında ellerini yıkar. İhanetçiyi tiksintiyle kullanır.
İşte bu milliyetçi Türk subayı, Malazgirt Zaferi denilen hadiseyi kutlama töreninde böyle bir “aletle” aynı kareye girivermiştir. Öyle teğmen, astsubay, çavuş falan değil, Hava ve Deniz Kuvvetleri’nin komutanı iki orgeneral rütbesinde Türk subayı, “İslamcı Kürtlük” adına Türk devletine, hatta o devletin kurucusu Atatürk’e beddua okuyarak hizmet eden Hizbulkontra’nın artığı HÜDA-PAR Genel Başkanı’yla yan yana malum fotoğraf karesinin içinde yer almıştır.
Aleti tiksinerek kullanan ile kullanılan kirli alet yan yana aynı fotoğraf karesinde yer alınca, kışlalarda kıyamet koptuğuna, bire bin bahse girebilirim. Milliyetçi Türk paşalarıyla “hem Kürt, hem kirli alet” yan yana. Akıllar baştan gitmiş olmalıdır. Aslında her iki ordu komutanı Erdoğan’ın protokol elemanlarınca sahneye çıkarılıp bir yanlarında MHP Genel Başkanı, öteki yanlarında HÜDA-PAR Genel Başkanı ile fotoğraf karesine girdikleri anda, muhtemelen gaflete geldiklerini anlayıp, daha sonra çekilen toplu fotoğraf karesine girmemişlerdi. Başlarına gelenin ne olduğunu geç de olsa fark etmişlerdi. Bu “nazik protestoyu” Erdoğan’ın takımı, “fotoğrafta vardılar, lakin katılanlar kalabalık olduğu için kadrajın dışında kalmışlar” diyerek örtbas etseler de, her iki komutanın fotoğrafta yer aldığını gösteren bir başka fotoğraf ortaya koyamamışlardı. Ortada binlerce kare fotoğraf, binlerce metrelik video çekimleri var olduğu halde.
O fotoğraf karesinde başından beri olmayan hangi kuvvet komutanıydı? O komutan, kılıç çekip “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek yasaklanmış yemin metnini okuyan ve sonunda “Ne mutlu Türküm diyene” diye bağıran teğmenlerin komutanıydı. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Selçuk Bayraktar’dı.
İmdiii…
Ham armudun adı “ahlattır.” Sözün Özü programında “Ayı ahlatı sever ama, ahlat dediğin ham armut insanın boğazında kalır” demiştim, öyle oldu. Ahlat’ta iki ordu komutanını HÜDA-PAR’la sahneye çıkarma kurnazlığı ayaklarına dolandı.
Teğmenlerin eylemini “laiklik ve Atatürkçülük” sanan CHP’lilere gelince, bu eylemde “Mustafa Kemal’in askerlerinin” kılıç şakırtılarından çok, Kürd’ün “kirlisine de temizine de” düşmanlığın gölgesini görmelidirler. Tepki Erdoğan’ın “Başkomutanlığına” falan değil. Kendilerine hizmetkârlık yapan “kirli Kürt’le” paşaların yan yana gelmesine. Kirlisini kullanarak temizini öldürme işinde bir değişiklik yok çünkü.
HÜDA-PAR’ı İslamcı ve milliyetçi bir parti sananlara hatırlatayım: Partiniz devletin hizmetindedir. 1990 başında nice Kürd’ün kanına giren Hizbullah da devletin hizmetindeydi. Kullandılar. Sonra çoğunu öldürdüler. Unuttunuz mu? Yine kullanılacak, sonra kirli bir çamaşır gibi çöpe atılacaksınız.
Ve CHP’lilere tavsiye: Teğmenlerin eylemini sabahtan akşama kadar savunmak için tartışmak yerine Ahlat rezaletini bırakın da Saray ile ordu kendi arasında tartışsın. Bu gündem halkın gündemi değil, onların iç işi.
Yani CHP’li kardeşlerime bu teğmenler çoktandır sizin askerleriniz değildir demek istiyorum. Sanırım unuttunuz: Bir teğmen milletvekiliniz vardı. Mehmet Ali Çelebi. AKP tetikçisi olmuştu. Şimdi acaba ne yapıyor?