Türkiye’nin de tarafı olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre çocukların eğitim, sağlık, barınma, giyinme, beslenme gibi temel hakları vardır. Ancak kapitalizmin hüküm sürdüğü sistemde dünyada ve ülkemizde çocuklar temel hakları olan ihtiyaçlarından mahrum kaldıkları gibi bu haklara erişmekte yaşamsal bir zorlanma içerisinde.
İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verileri açıklandı. Bu verilere göre ülkemizde 2 milyon çocuk işçi nüfusu mevcut. Aynı verilere göre, son on yılda en az 888 çocuk işçi iş cinayetlerinde katledildi. Çocuklar; emek sömürüsünün kıskacına vahşi bir şekilde çekildikleri gibi, çok boyutlu çocuk ihlalleri ile- fiziksel, zihinsel, duygusal, ekonomik ve cinsel istismara varan hak ihlalleri- ile karşı karşıyalar.
Türkiye kapitalizminin ulaştığı devasa servet birikim düzeyi, servet bölüşümündeki adaletsizlik keskin bir gerçeklik kazanmış durumda. Marx’ın tanımlamasından hareketle ifade edecek olursak; bir tarafta devasa bir sermaye birikirken, diğer tarafta ise sefiller ordusu birikiyor. Zira, neoliberal stratejinin yaratmış olduğu, bütçe ve vergi politikaları gelirdeki eşitsizliği her geçen gün daha da derinleştiriyor.
Sermaye sınıfına kepçeyle bütçe dağıtılırken, emekçi sınıflardan; özellikle vergiler eliyle aynı oranda vurgun yapılıyor. Vergi yükü tümüyle emekçilere fatura ediliyor. Hal böyle iken, kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkilerinin doğası gereği, kaçınılmaz olarak emekçiler daha da yoksullaşıyor ve emekçi çocukları çocuk işçiler olarak piyasaya çıkmaya zorlanıyor.
Emeğin ucuzladığı, emeğin haklarının değersizleştiği emek piyasasında çocuklar ucuz emek gücü ihtiyacını karşılıyor. Ve de o piyasa piramidinin en alt kısmında yer alıyorlar. Üstelik emek piyasasındaki o piramidin en alt segmenti kimliklere göre şekilleniyor. Nasıl ki Kürt ve mülteci işçiler en ucuz emek kategorisinde yer alıyorlarsa, Kürt ve mülteci çocuklar da o piramidin en altında konumlanıyorlar.
Kayıt dışı çalıştırma noktasında önemli bir zemin kaplayan çocuk emeği, söz konusu mülteci çocuk emeği olunca patronların iştahını oldukça kabartıyor. Çocuklar, kayıt dışılığın yoğun olduğu ticaret ve hizmet sektöründen, sokak satıcılığına, uyuşturucu ve fuhuşa değin birçok alanda konumlandırılırken, mesleki eğitim, çıraklık ve staj adı altında -üstelik yasal olarak çocuk işçi kategorisine alınmadan- devlet eliyle işçileştiriliyor. Millî Eğitim Bakanlığı’nın organize ettiği birçok yasal ucuz emek düzenlemeleri ile çocuk emeği sömürüsü meşrulaştırılıyor, çocuk işçiliğin önü açılıyor. MEB öncülüğünde çocuklar meslek edindirme adı altında, otomotivden ahşap işçiliğine, basım işlerinden makine işlerine, turizmden kimya sanayine kadar birçok sektörde çalıştırılıyor.
Devasa bir çocuk nüfusu işliklerde, atölyelerde, fabrikalarda, tarlalarda, mağazalarda, küçük işyerlerinde, sokaklarda çalıştırılmak zorunda bırakılıyor.
Tablo ortada. 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü vesileyse bir kez daha altını kalınca çizerek belirtelim:
Çocuk işçiliğinin ve çocuk yoksulluğun esası kapitalizmin özünü dışavurur.
Kapitalizmin alameti farikası olan çocuk işçiliği ile kınama yoluyla ya da tek başına etik değerler üzerinden mücadele edilemez. Çocuk işçiliğine karşı mücadele doğası gereği kapitalizmi karşısına alan anti-kapitalist bir mücadele olmak zorundadır.
Çocuk işçiliğiyle mücadele bizleri yeni bir yaşamın inşasına, demokratik bir cumhuriyetin inşasına soyunmaya çağırmaktadır. Çocuk işçiliğinin gerçekten suç sayıldığı, güvenceli bir yaşamın taşlarını bugünden örebiliriz.
Çalışma saatlerinin düşürülmesinden insan onuruna yaraşır bir ücret talebine, servet vergisi yaptırımından dolaylı vergilerin iptaline, herkese iş güvencesi yanında eşit yurttaşlık temelinde bir gelir güvencesi talebine kadar tüm emek talepleriyle doğrudan ilişkili bir mücadeleyi gerektirir çocuk işçiliği ile mücadele.
Ve elbette, çocuğun insan haklarını savunarak, çocukların özne olduğu kamucu bir eğitim ve yaşama hakkı ile birlikte.