Denilebilir ki politika insanın aklı, ahlak ise vicdanıdır. Nasıl ki akıldan yoksun bir vicdan kendi başına bir anlam ifade etmiyorsa, vicdandan kopuk bir akıl da bir o kadar tehlikelidir
Gençliğin Sözü
Geçen ay Amed’de, 8 yaşında, gülüşleriyle insanın yüreğine dokunan, uğruna kıyametler koparılacak bir kız çocuğumuz katledildi. Gelişen toplumsal tepkiye rağmen çocuğun neden ve nasıl katledildiği henüz tam olarak açıklanmamış olsa da cinayet kısmen deşifre oldu. Üzerine gidildikçe altından AKP’sinden tutalım HÜDAPAR’ına, devletine kadar birçok gücün iğrenç ilişkisi ve olaylar ağı ortaya çıkmaya başladı. Şimdi bu cinayetin bir istisna olduğu yansıtılmaya çalışılıyor, oysa bu tür vakalar günlük yaşanıyor. Narin cinayeti biraz deşifre olduğu için, üstüne gidildiği için gündem oldu, yoksa kimsenin haberi bile olmazdı.
Türkiye’de her yıl resmi verilere göre ortalama 450 kadın katlediliyor. Sadece geçen ay 178 işçi katledilmiş. Günlük onlarca taciz veya tecavüz saldırısı yaşanıyor. Her tarafta uyuşturucu ve fuhuş şebekeleri cirit atıyor. Mafyalar, çeteler her yanı mesken tutmuş. Cemaatler, tarikatlar din adı altında küçücük çocukların beyinlerine IŞİD zihniyeti aşılıyor. İktidarın örgütleyip silahlandırdığı çeteler şovenizm kusuyor, her gün gündeme yeni ırkçı saldırı haberleri düşüyor. Sosyal veya iş hayatında onlarca haksızlık oluyor, yasal kılıflar uydurularak büyük vurgunlar yapılıyor. Sosyal ilişkiler dejenere olmuş, insanların birbirine tahammülü kalmamış durumda. Şimdi kabaca bunları aktarmakla Türkiye toplumunun getirildiği durumun kısa bir özetini yapmaya çalıştık. Peki Türkiye toplumu bu duruma nasıl getirildi?
Biraz olayları okuma yeteneği olan biri, bu durumun Kürdistan’da yürütülen savaşla bağlantılı olduğunu rahatlıkla anlayabilir. Tek cümleyle söylersek; Kürt düşmanlığı üzerinden yürütülen siyaset Türkiye toplumunu ahlaken çökertti. Faşist iktidar, toplumu alıştıra alıştıra bu duruma getirdi. Hatırlayalım, devlet sokak ortasında Kürtleri katletti, susun dedi, susuldu; cenazelerini araçlara bağlayarak sürükledi, susun dedi, susuldu; yasaklı silahlar kullanılıyor, binlercesi hapislere konuluyor, susun deniliyor, susuluyor. Yok sayılıyor, her gün onurlarıyla onanıyor, susun deniliyor, susuluyor. İşte büyük suskunluğun korkunç sonucu! Sormak lazım; faşistlerin, katillerin, hırsızların, tecavüzcülerin, çete ve mafyaların iktidar olduğu bir ülkede ahlak mı kalır ?
Şimdi ahlak ile politika arasında bir bağ yokmuş gibi, ahlakın politikayı sınırlandırdığı yönünde bir anlayış hakimdir. Oysa durum tam tersidir. Örneğin haksızlığa karşı tavır almak, insanın yalnızca politik yaklaşımını değil, aynı zamanda ahlaki durumunu da ortaya koyar. Alınan tavrın kendisi politik bir davranış oluyor, nasıl bir tavır alındığı ise tavrın ahlaki yanı oluyor. Daha da ötesi ahlak politikayı belirliyor. Görüldüğü gibi ahlak ile politika arasında çok sıkı, kopmaz bir bağ vardır. Hatta ahlakın insanı harekete geçirdiğini, politik bir tavra yönelttiğini görüyoruz. Denilebilir ki politika insanın aklı, ahlak ise vicdanıdır. Nasıl ki akıldan yoksun bir vicdan kendi başına bir anlam ifade etmiyorsa, vicdandan kopuk bir akıl da bir o kadar tehlikelidir. Hiçbir ahlaki ölçü gözetilmeyen Türkiye’de durum biraz böyledir. Ve kesinlikle yaşanan mevcut ahlaki çöküş, iktidarın politik tükenmişliğinin yansımasıdır, başka türlü izah edilemez.
Öte yandan sosyal bir varlık olarak insan, önemli ölçüde içinde yaşadığı toplumun eseridir. Bu nedenle bireyin hal ve hareketleri, içinde yaşadığı toplumdan bağımsız ele alınamaz. Bu anlamda bireyin toplumla olan ilişkisi, topluma karşı takındığı tavır önemli ölçüde ahlakidir. Bireyin, benim topluma karşı bir sorumluluğum yoktur, demesi bile kendi başına topluma karşı bir tavır olduğundan hiçbir şeyi değiştirmez. Dememiz o ki, toplumsal olaylar karşısında hiçbir birey kayıtsız değildir. Kayıtsızlık da bir tavır olduğundan herkes bir ölçüde sorumludur. Ve rahatlıkla denilebilir ki, Kürt halkına karşı yapılan saldırılara karşı örgütlü bir tavır alınsaydı toplum bu hale gelmezdi.