Hukuk ile ahlak ilişkisine kısaca değinirsek ikisi arasındaki fark daha iyi anlaşılır. Hukukun ilk çıkış hali ahlakın katılaşmış hali olarak değerlendirilir
Ziya Güler
Türkiye kamuoyu bir aydır çocuk Narin’in gündemi ile çalkalanırken Tekirdağ’dan gelen Sıla bebek haberi ile insan olduğumuzdan utanır hale geldik. Ölüm nedenini henüz anlayamadığımız Narin’in katliamı tüm topluma, kardeşinize, abinize, babanıza hatta annenize güvenmeyin mesajı verirken, Sıla bebek olayı toplumsal güveni yerle yeksan etti. İnsanoğlu, dinine, ırkına bakmaksızın kendi eliyle oluşturduğu değerlerin karşısında yenilgiye uğratıldı. Toplumda “kimseye güvenmeyin” algısı oluşturulmaya çalışıldı ve bu konuda oldukça başarılı da olundu. Güvensizlik belli bir ideolojiye, tarikata ya da cemaate değil tüm topluma yayılmaya çalışıldı. Toplum, özellikle Narin’in katliamında kimin ya da kimlerin suçlu olduğundan çok olayın magazin yönüne yönlendirildi. Cinayetin tarikat, cemaat ya da herhangi bir ideolojik düstur ile yapılıp yapılmadığını henüz bilmiyoruz, fakat ortaya çıkan haberler bu cinayetin siyasi yönleri olduğuna işaret ediyor. Bu konu açıklığa kavuşunca ana akım medyada (özellikle CNN) neden bu kadar gündemleştirildiğini daha iyi anlayacağız. Ancak bu haliyle bile devlet topluma karşı kendi vazgeçilmezliğini, hukukun ne kadar değerli olduğunu empoze etmiş durumda. Cinayetin sebebi henüz netleşmemiş ama sonuç ne çıkarsa çıksın devlet bu durumdan yararlanmayı başaracak.
İçinde sol gruptan da olan birçok yakın arkadaşlarımın sohbetlerinde veya sosyal medya paylaşımlarında idam istiyoruz paylaşımları olduğuna denk geldim. Sosyal medyadaki hemen her kesimden insanların da ip resimlerini paylaşarak idam istediklerini hemen herkes görmüştür. Ancak toplumu sadece cinsiyete ve tüketime yönlendiren bu sistemin suçları teşhir edilmeden ve mahkum edilmeden idamlar çare olmayacaktır. Mevcut hükümet ne anayasa tanıyor ne de yasaları uyguluyor. Türkiye tarihinde hukuk (90’lı yıllar dahil) bu kadar çiğnenmemiş, bu kadar hiçe sayılmamıştır. Zindanlardaki hukuksuzluklar, tecrit, Şenyaşar ailesinin dramı, Engin-Dilan Polat olayı sadece bizim bildiklerimiz. Bu kadar hukuksuzluğun olduğu bir dönemde idam getirilirse önce doğru söyleyeni asarlar.
Narin cinayetinde hükümetin ikinci hedefi ise ahlakın yerine hukuku geçirmektir…
Hukuk ile ahlak ilişkisine kısaca değinirsek ikisi arasındaki fark daha iyi anlaşılır. Hukukun ilk çıkış hali ahlakın katılaşmış hali olarak değerlendirilir. Devletli sistem toplumun kendi içinde oluşturduğu yazılı olmayan “değişim dönüşüme açık” ve toplumun tüm kesimlerinin katılımı ile oluşturulan ahlaki kuralları yazılı hale getirerek hukuk adını verir. Bir tür toplumsal sözleşme diyebileceğimiz ilk çıkış hali daha sonra devletler tarafından kutsanarak devletin dini haline getirilir. Dinamik bir yapıya sahip olan toplum, kendi ahlakını oluştururken toplumun sürekliliğini, ekoloji ile ilişkisini, kendi toplumunun diğer toplumlar ile olan ilişki çerçevesini de göze alarak oluşturur. Toplumsal ahlak oluşturulurken birey biraz arka planda kalır ama öz olan toplumdur ve toplumun sağlıklı yapısı bireyi dönüşüme uğratır. Toplum ahlakına uyum sağlamada zorluk çekenler, toplumundan koparak (ya da kaçarak) devletli sistemin içine girerler. Tarihte bu kaçışlar rahip devletlerinin ya da kent konseylerinin emrine girerdi. Günümüzde ise bu kaçışlar genelde metropollerde son bulur. Tabii günümüzdeki her toplum ya da aile binyılların emeği ile oluşturulan ahlak ile hareket etmiyor. Bazıları yozlaşmış olsa da bunların sayısı bir elin parmağını geçemeyecek kadar azdır. Özellikle de Anadolu ve Kürdistan’da toplumsal bağlar hala çok güçlüdür. Devletin Narin cinayeti ile hedeflediği aslında bu toplumsal bağlardır ama buna geçmeden önce hukuk ile ahlak ilişkisine biraz daha değinelim.
Günümüzde Avrupa ve ABD hukukunun üstünlüğü çok dile getirilir. Hemen her kesim tarafından gıpta ile söz edilir. Berberde konu futboldan açılır, Avrupa’daki hukukun üstünlüğüne vardırılır. Alt sınıftan burjuvaya kadar herkes Avrupa hukukundan ya da Türkiye’deki hukuksuzluktan söz eder (buna rağmen idam da isterler).
Bu kesimlerin istekleri elbette haklıdır. Devlet varsa hukuk olmalıdır. Devlet ile toplum yan yana yaşayacaksa bunu toplumsal sözleşmeler ile yapmalıdır. İkisi arasında bir sözleşme yapılır ve güçlü olan devlet olduğu için topluma pozitif ayrım yapılır. Devlet toplumu başta kendi gücüne karşı korur, ve varsa dış saldırılara karşı korur. Toplum dinamik yapısı gereği gerekli gördüğünde kendi toplumsal değişimlerini devlete bildirir ve devlet o toplumu öyle kabul eder. Devlet ile toplum arasındaki sözleşme yani anayasa aslında bu kadar kısa ve nettir. Devletin kendi sembolleri olur ve toplum o sembolleri herhangi bir kesime ait görmeden sadece devlete ait görür ve saygılı yaklaşır. Yani özetle devlet ile toplum ayrı yapılardır ve yan yana yürürler.
Şimdi bu durum Türkiye’de zaten içler acısı bir halde ve her şey yeniden yazılmalıdır. Ancak hukuk durumu Avrupa’da da çok iç açıcı değil. Avrupa’da gelişkin olan hukuk devletin bireye karşı olan hukukudur. Birey kendi özlük haklarını çok iyi koruyabiliyor ve Avrupa devletleri tüm vatandaşlarına eşit muamele yapıyor. Bu da büyük bir ilerleme sayılır ancak toplumsal ahlakın oluşumunda yetersizdir.
Avrupa’da ahlak yerine geçen hukukun gelişimi ise en kısa haliyle şöyledir: Biri ahlaksız suç işler ve devlet aynı suçun tekrar işlenmemesi için o pratiği suç sayar ve yasalaştırır. Yani hukuk haline getirir. Bu durumda hukuku ne kadar ilerliyorsa ahlak o kadar geriliyordur. Yani hukukun çok geniş olması ahlaksızların çok olmasındandır. Avrupa ahlaksız pratiklerin önüne böyle geçmeye çalışırken insanlar aile ve toplumdan öğrendikleri ile değil devletin oluşturduğu hukuk ile kendi vicdanlarına sınır koyabiliyor. Yani devletin hukuku çiğnenmiyorsa her şey mübahtır. Hukuk bizim vicdanımıza ne kadar hüküm edebilirse bizim vicdanımız o kadar geniştir. Hukuk anneye bakmayı zorunlu kılmıyorsa anneyi atabiliriz. Hukuk aç olan komşumuza bakmayı zorunlu kılmıyorsa komşu neden umurumuzda olsun? Hukuk yakalanmadığımız sürece bizi vicdansız ilan etmeyecekse neden yasa dışı hareket etmeyelim? Bize ne engel olsun ki. Utanacağımız bir aile ya da toplumumuz yoksa ve hukuk da yakalamıyorsa her şey serbesttir, yeter ki o hukuku delebilecek yol bulalım. Bu özet Avrupa’nın tüm insanlarını temsil etmiyor tabii. Çok duyarlı ve vicdanlı insanlar var. Ancak genel durumda hukuk ile ahlak arasında kesin bir ayrım vardır. Ahlak suçun neden yapılmamasının vicdani sonuçlarını açıklarken, hukukta bu son cezaevi ile açıklanır. Ben küçükken annem kuşları vurmamamız gerektiğini söylerken, “onların yumurtaları ve yavruları vardır, sen de benim yavrumsun, biri beni vurursa sen üzülmez misin” derdi. Bunu bana hakim anlatırsa “seni cezaevine atarım” der. Yani biri korku, diğeri vicdandır.
Gelelim Narin cinayetindeki devletin hedefine. Cinayetin gerçek failleri ortaya çıkarılır mı bilmiyorum ama bu cinayetin siyasi ayağı (yani Hüdapar ve Hizbullah) ortaya çıkarılmayabilir. Suçu düşünceye ya da örgütsel yapıya değil bir iki bireye yıkacaklar. Ve devlet bu işin sonunda hepimize şunu söyleyecek: “Siz vicdansız insanlarsınız, bu yüzden ben yeri geldiğinde sizin çocuklarınıza el koyabilirim.” O yerin nasıl geleceğini tabii ki devlet belirleyecek. Sistem dağıttığı toplumsallığı tek tek bireylere bölerek ve bireyleri hukuk ile kendine bağlayarak şahlandıracak…