Dünyada yükselişte olan sağ, faşist, faşizan hareket ve partiler anaakım siyaset sosyolojisi ve siyaset bilimcilerin ilgisine mazhar oldu. Bu hareket, partilerin ve iktidarların güçlü Marksist analizlerinin ne yazık ki zayıf etki alanlarına karşın siyaset spektrumunun liberal kısmında konumlandığını iddia eden siyaset bilimcilerin zayıf analizlere ama hegemonik bir etki alanına sahip olduğu da aşikâr.
Genç, hırslı ve oldukça agresif olan bu akademik kadro AKP’li yıllarda küçük, mütevazı adımlarla kurulan medya kuruluşlarında politika yorumlarıyla adım adım geniş kitlelere hitap eden hegemonik bir söyleme ulaştılar. Ulaştıkları noktada örneğin 6’lı Masa’nın adaylık konusundaki tartışmalarına gündemi belirleyecek düzeyde bir müdahalede bulunabiliyorlar, açık mektuplarla masayı sıkıştırabiliyorlar.
Faşizmin gündelikleştirilmesi
Derdimiz 6’lı Masa değil, akademinin bu hırslı isimlerinin yarattıkları etki alanı. Siyasetin yorumlanması bu isimlerin kurguladıkları siyasal evrenin kavramlarıyla sınırlanıyor. Otoriterleşme, otoriterlik, rekabetçi otoriterlik, sağ popülizm gibi kavramlar etrafında dünya ve Türkiye’deki rejim ve hareket incelemeleri ile bu hareket ve iktidarlara alternatif olan muhalefet partilerine siyasal danışmanlık yapılıyor. Ancak bu yapılırken milyonlarca insanın doğrudan kaderini etkileyen rejim dönüşümü akademik kavramlarla yumuşatılıyor, örneğin faşizm, kavramlar evreninde uygun kılıflar altında gündelikleştirilip normalleştiriliyor.
Bir seçim sürecinde olduğumuz söyleniyor ancak tüm tartışmalar adayın kim olması gerektiği ve kimin daha fazla oy alacağı ile ilgili tartışmayla sınırlı. Bu tartışmalar bir yönüyle haklı olabilir ancak demokratikleşme, milyonların günlük yaşamda yaşadıkları yıkımın durdurulması, krizlerin çözülmesi, vergi adaletsizliği, işsizlik, pahalılık gibi sorunlara kalıcı kökten çözümler getirilmesi gibi konular seçim sonrasına, belirsiz ve uzak bir geleceğe iteleniyor. Açıklanma usulü tartışmalarını bir yana bırakırsak, oluşan atmosferde HDP’nin kendi adayını çıkarmak gibi son derece doğal bir yönelimi bile HDP’nin siyaseten aforoz edilmesine yol açması, bu darlaşmış siyasal ufkun etki alanını gösteriyor.
Aday tartışmalarının gizlediği
Oysa adayın kim olacağından ziyade hakiki bir demokratikleşme için ilkelerin, programların, orta ve uzun vadeli dönüşüm vizyonlarının, yükselişte olan faşizmin durdurulmasının merkezde olduğu bir tartışma zemini hiç de yadırganmazdı.
Siyaseten belirleyici olan siyaset akademisinin yöntemi birçok defoyu da gündelik siyasete sokuyor, gündelikleştiriyor. Siyasal rejimin dönüşümünün ekonomik yapıyla ve onun kriziyle olan güçlü bağı silikleşiyor örneğin. Bir yerlerde bir çarpıklık var, bu çarpıklık kurumsallaşmadan değil de bireylerin tercihleri, keyfilikleri, çılgınlıkları yüzünden oluyormuş gibi. Çılgın liderler, çılgın ve dizginsiz oldukları için keyiflerince otoriter rejimler inşa ediyorlar, bazı sermaye gruplarını [beşli çete gibi] da devlet destekleriyle kayırıyorlar gibi (oysa devlet rekabeti düzenlese yeterli olacaktı). Onlara göre hem bu keyfiliklere son vermek hem de otoriterleşmeden çıkmak için siyaset sahnesine bir kurtarıcı gelmeli. Bütün tartışma da o kurtarıcının kim olması gerektiğine indirgeniyor böylece.
Programatik tartışmalara ihtiyacımız var
Daha vahimi ise yukarıda belirtilen rejim ve hareketlere getirdikleri dar ve hafifletici yorumlar. Popülizm, otoriterlik, otoriter rekabetçilik gibi kavram setleri faşistleşmeye ciddi manada manevra alanı ve meşruiyet kazandırıyor. Bu hafifletme beraberinde bu olgulardan kolaylıkla kurtulunabileceği izlenimi yaratıyor. Böylece faşizmin birçok veçhesi gündelikleşerek normalleşiyor.
Yazdıkları mektup ve 6’lı Masa’nın bu mektubu muhatap alan yaklaşımı göz önüne alındığında, masayı sıkıştırma hamlesi gibi görünen ama aslında milyonlarca insanın yakıcı gündeminin üzerini ustaca ve sessizce örten bir mizansenden öte bir şey çıkmıyor ortaya. Adaylık tartışmaları da Millet İttifakı’nın oyalayıcı ve işi uzatıcı tavrı da tüm gerçek açmazlarına rağmen bu yönüyle manipülatiftir.
Solun, halkçı güçlerin kendi siyasal evreninin kavramlarını tartıştırması ve siyasal alana bu yönde bir müdahalede bulunması gerekiyor. Adaylık tartışmaları bir yana, programatik tartışmalar ve halkın çıkarlarını ön planda tutan ilkesel tutumları tartışmak, anaakım siyaset biliminin manipülasyonundan sıyrılmak gerekiyor. Gerçekten kaybedecek neyimiz kaldı?