Ragıp Zarakolu
Stockholm. 5 yıl önce, 15 Temmuz’da Oslo’daydım. Ama ne gündü. Sabah bizim arabayı ön cam paralanmış bulmuştuk. Norveçli milliyetçiler, İsveç plakalı arabayı hedef almıştı anlaşılan!
“Narvik yolundan selam” diye yazmış ve şöyle devam etmiştim: “Steinbeck’ın sevdiğim kitaplarından biri de “At Battı” idi, lise yıllarında. Nazi işgaline karşı Norveç halkının direnişini anlatır. Naziler yıldırım savaşı taktiği ile Norveç’e yüklendiler. 400 bin kişilik bir ordu ile. Başkent Oslo’ya uzanan uzun fiyoryt içine Alman filosu daldığında niyet Kralı rehin alarak, Nazi yanlısı Quesling’e kukla bir hükümet kurdurmaktı.
Ancak fiyordun ortasındaki müstahkem mevki konumundaki adaya geldiklerinde, bir Norveç topçusunun paniğe kapılmadan salladığı bir top mermisi tam Amiral gemisinin bacasından aşağı inmez mi?
Amiral gemisi, bizim Çanakkale savaşında muhteşem İngiliz savaş gemisinin bir Osmanlı Ermenisi subayın salladığı top mermisi ile dibi boylaması gibi…
Alman planı altüst olur… Kral kuzeye kaçar ve en kuzeyde Narvik’ten ülkeyi terk etmeyi başarır. Ve Norveç antifaşist direnişinin simgesi olur.
Norveç dağları fiyortları muhteşem… Norveç PEN eski Başkanı Kjell Olaf Jensen’in cenaze töreni için Oslo’daydım. Jensen, müthiş bir eleştirmendi aynı zamanda. Ayrıca onlarca kitabın mütercimi… ’90’lı ve 2000’li yıllarda verdiğimiz düşünce, yayınlama ve basın özgürlüğü kavgalarımızda hep yanımızda olmuştu. Benden 2 yaş büyüktü. Son zamanlarda o kadar çok dostumuzu kaybettik ki, bu nalet illetten… En son, hâlâ kabullenemediğim, ’80’lerin başından beri dostum Helmut Oberdiek’in ölüm haberini almıştım.
Bizim devletin asla değişmediğini, mutlaka bir grubu düşman ilan edip şeytanlaştırmaktan vazgeçmediğinin hikayesini görmek için lütfen edinin onun “Dışardakiler” (*) kitabını, dağıtıcılar, sadece bestseller piyasasına odaklandığı için hâlâ baskısı var. Helmut, Belge’nin Cezaevi Yazını’nı desteklemek için ’80’li yıllarda başlattığı Yeni Sesler dizisinin ilk Türkçe yazan Alman yazarıydı. ’80’lerin siyasetçisi, hakimi, yargıcı neyse, bakanı neyse, hep aynı söylem, hep aynı iki yüzlülük bugün de.
“T.C. asla beceremeyecek demokratik bir yapıya dönüşmeyi…” demiştim, haksız mıyım?
1995 yılında Oslo Kitap Fuarı’nda Ahmet Altan ile Türkiye’de ifade özgürlüğü üzerine konuşma yapmıştım. O sıralar Ahmet Altan, “Atakürt” başlıklı yazısından dolayı mahkum olmuştu DGM’de. İsmail Beşikçi ise Ayşe Nur’un ‘90’da yayımladığı “Devletlerarası Sömürge Kürdistan” adlı kitabından dolayı hapisteydi. Ayşe Nur ise, “Ermeni Tabusu” kitabından… Tam gaz 28 Şubat doğru gidiyordu ülke. Ben de onları anlatmıştım Oslo’da.
Akşam doğum gününü kutlamak için oğlum Deniz’i aramıştım, endişeyle, çünkü Parlamentoda çalışıyordu. “Bir şeyler mi oluyor” diye sorunca, “sen ne diyorsun, jetler havada, bombalıyorlar!”
Bir yandan da, ailemizin Talat Aydemir darbesinde yaşamını yitiren üyesi Albay Fehmi Erol gelmişti aklıma. “Şehit” demeyeceğim, sevmem bu kavramı. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda alnından vurulmuştu darbeciler tarafından. Anıtkabir’e gömülmüştü “şehitler”. Sonra 12 Eylül cuntası, darbe “şehit”lerini Anıtkabir’den aldı, Devlet Mezarlığı’na nakletti. Fehmi Albayın bacanağı, amcam Zeki Zarakol ise, 27 Mayıs darbesinden bir hafta sonra sekte-i kalpten gitmişti. İstifa etmişti Hava Kuvvetleri’nden 1959 yılında, yalaka paşasıyla takışıp, Hukuk Fakültesi’nde okumaya başlamıştı, “ülkenin adalete ihtiyacı var!” deyip. Şairdi Kuleli’deki gençliğinde Zeki. İlk diplomalı pilotlardandı.
İyi bir avukat olacağına inanıyorum Zeki amcanın, Ayşe Nur’un dedesi, Lamia Hanımın babası Binbaşı Şevki Çataloğlu gibi. Şevki Bey 80’ine kadar bifiil avukatlık yapmıştı Sultanahmet’deki bürosunda.
1995’de Oslo’daki Antifaşist Direniş Müzesi ilk ziyaret etmek istediğim yerlerden biri olmuştu. 21 yıl sonra yine Oslo’daydım ve asker akşamüzeri Beylerbeyi’nde yolu kesti haberi geldi. Acayip bir haber. Demokrat gazetesinden arkadaşım Yaşar Gören’i aradım, iki kelimeyle özetledi olayı: Talat Aydemir! Ben de “bunun sonu ona benzeyecek galiba” diye yanıtladım. Okuyun olayın birinci elden tanığı, Zihni Çetiner’in “Ölümü Paylaştılar Ama” kitabını.
5 yıl önce, “Talat Aydemir olayı trajikti” diye yazmıştım. “Onun şimdiki tekrarı ise trajikomik. Aslında komik dememeliyim, çünkü çok insan öldü” diye devam etmiştim. Yazının devamı şöyle gelmiş:
“Frankocu bir İspanyol zabitin, İspanyol Meclisini basıp rehin almasını hatırladım, demokrasiye geçildikten sonra. Gorbaçov’a karşı darbe sırasında Rus Parlamentosunun bombalanması ve Yeltsin’in sözde demokrasi kahramanı olarak pazarlanması geldi aklıma daha sonra…
Ama Jandarma komutanlığı, Bolu Komando, Şırnak özel kuvvetler vb. gibi isimler geçmeye başlayınca, askerlerin soyunuk resimleri geçtikçe, hava kuvvetlerinin bomba sallamaları aklımdan geçtikçe… Bırakın ’90’lı yılları, geçen yıldan bu yana Kürt kentlerinde yaşanan vahşet geçti aklımdan… Kandil’i bombalayan jetler şimdi TBMM’ye bomba sallıyordu.
Kürt gençlerini acımasızca infaz edenler, şimdi öfke, kin ve korku ile birbirini vuruyordu.
Roboskî ikinci kez bombalanmıştı birkaç gün önce… Yine Bahoz’un geçtiği haberi mi almışlardı!?
Galiba Alman Nazileri gibi, Türkiye’nin sivil/asker faşistleri yeri öpmeden, ülkem huzura, barışa, kardeşliğe, özgürlük ve demokrasiye ulaşamayacak” Demişim 5 yıl önce.
“Ağla Sevgili Ülkem!”**
(*) Helmut Oberdiek, Dışardakiler, Belge Yayınları 1991
(**) Alan Paton’un Güney Afrika’daki ırkçı apartheid sistemini anlatan destansı romanı. Can yayınları Türkçe çevirisini yayımladı.
(**) Yves Ternon , Bir Soykırım Tarihi / 20 Yıl Sonra Ermeni Tabusu Davası, Türkçesi: Emirhan Oğuz, Belge Y. 2012