İnsanı biyolojik değilse de medeni ölüme (ruhi imhaya) mahkûm eden, ölünceye değin infazı sürdüren müebbet hapis cezasının, aşırı, uzun süreli hapis cezası olarak uygulanmasının çağdaş infaz hukukunda yeri yoktur
İçeriden / Hüseyin Aykol
Bu hafta bana sadece bir tek mektup geldi! Hapishanelerden dışarıya mektup göndermek eskiden de çok kolay değildi; ama şimdilerde bu husus iyice zorlaştı. Öncelikle mahpuslar, giderek daha fazla tekli koşullarda kalıyorlar. Yani L ve T Tipi cezaevlerindeki gibi 20-30 kişinin kaldığı yerler, birer birer boşaltılıp, tek kişilik hücre tipli cezaevlerine sürgün ediliyor insanlar. Son yıllarda açılan S, Y ve Yüksek Güvenlikli cezaevleri genelde tek kişilik hücreli ve kendi havalandırması olmayan yerler. Bu cezaevlerinin koşulları bulundukları E Tipi cezaevlerinden oraya gitmemek uğruna insanların Ölüm Oruçları’nda öldüğü F Tipi cezaevlerini bile aratır oldu. Tek başına kalan mahpusun her geçen gün zamlanan mektupları göndermesi giderek zorlaşıyor. Mektup ve telefona gelen zamlara, bir de son dönemde iyice yoğunlaşan iletişim cezaları eklenince, benim posta kutusuna mektup pek düşmez oldu. Önce bana bu hafta gelen mektubu hep birlikte okuyalım:
Tekirdağ 1 nolu F Tipi Cezaevi’nde tutulan Nuri Akbulut, 19 Ağustos 2024 tarihli mektubunda şöyle diyor: “Kendimi birazcık anlatayım. İçeride 30 yılım dolmak üzere. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezamdan kaynaklı olarak son 15 yıldır tekli hücredeyim. Bana verilen tüm müddetnamelerde benim için ölünceye kadar, yazıyor. Demek ki dünyada ölünceye kadar diye bir ceza da varmış! Bana verilen cezaya göre, beni ancak ölünce tahliye edeceklermiş. Ben de ölmemek için, senin gibi hep genç kalmaya çalışıyorum. Biyolojik yaşım 60 oldu; ancak kendimi 30 yaşında hissediyorum. Yaşımı zindana girdiğim günden itibaren başlatıyorum. Bence iki tür zindan var: Birisi benim gibi mahpusların tutulduğu yerler; diğeri ise kapitalist modernite ilişkilerinin -bir ulus devlette- sömürdüğü ve baskı altında tuttuğu ülkemizdeki 80 milyondan fazla insanın yaşadığı yer…
Bu yüzden, ben kendimi 30 yaşında hissediyorum. İlk 15 yılımda mahpus arkadaşlarımla birlikte yaşamıştım. Son 15 yıl ise tek başıma ‘gençlik’ yıllarımı yaşıyorum. Aklıma ölmeyi hiç getirmiyorum. Ancak hasret biriktiriyorum. Dahası pek rüya göremez oldum. Ancak geçen gün gördüğüm bir rüyada 15 yıl kadar önce kaldığım Midyat Cezaevi’ni gördüm. Orada birlikte yattığımız Lütfü Taş ile havalandırmadaydık. Birbirimizi Avrupa’dan tanıdığımız için gece gündüz saatlerce sohbet ederdik. Rüyamda yine Lütfü ile havalandırmadayız. Bir duvar dibine çökmüş olarak sohbet ediyoruz. Havalandırma epeyce kalabalık durumda. Birden sen havalandırmaya giriyorsun ve elinde Özgür Gündem gazetesi var. Lütfü, bana seni tanıtıyor; İşte Hüseyin Aykol, diye. Ben şaşkınlıkla sana bakıyorum. Biraz yaşlı gibi ama daha çok gençsin. Derken rüyada renkler soluyor ve uyanıyorum.
Lütfü Taş, yıldızlaştığında ben Alanya L Tipi Cezaevi’nde tekli hücrede kalıyordum. Daha birkaç gün önce bana bir mektubu gelmişti. Dağ havasına alıştığı için bulunduğu kapalı cezaevinde bunaldığını yazmıştı. Ben de kendisine bir mektup yazıp, kendisini teselli etmeyi düşünüyordum ki, daha mektubun başına oturamadan, bir barış güvercini olarak yıldızlaşıp, sonsuzluğa ulaştığını duydum. Benim için o kadar zor bir andı ki, dayanamayıp hüngür hüngür ağladım. Yaşadıklarımı kâğıda döküp, bir yerlere göndermeyi hep istedim ama bunca yıldır bu konuda bir şey yazamadım. Kendisini dün rüyamda görünce, şimdi içimi sana açıyorum. Bu vesileyle Lütfü hevalimi saygıyla anıyorum!”
Nelson Mandela Kuralları
Tek mektupla geçirdiğimiz bu haftada, sizlere bugünlerde adı çok sık geçmeye başlayan bir kavram hakkında bilgi vermek istiyorum: Mandela Kuralları…
Birleşmiş Milletler’de (BM) gözaltına alınan, hapsedilen bireylere ilişkin ilk küresel asgari standartlar dizisini teşkil eden Mahpuslara Muameleye Dair Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kuralları taslağını, 1955 yılında başlayan çalışma ile oluşturdu. 2015 yılında, Mandela’nın vefatından iki yıl sonra, BM Genel Kurulu bu kuralların güncellenmiş bir versiyonunu benimsedi ve Mandela’nın anısına yeniden düzenledi. Bu yeni belgeye “Nelson Mandela Kuralları” adını verdi.
Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz. Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz. Kanunun sözüne göre, “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.” Bu yasak savaş hali ya da olağanüstü hâl dönemlerinde dahi ortadan kaldırılamaz. Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanmalıdır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddi ve manevi koşullar altında çektirilmelidir.
Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, -ancak- İnfaz Kanunu’nda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir. Hükümlünün yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüğünü korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunlu olduğu gibi, mahkûma tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere, hukuka uygunluk ilkeleri esas alınmalıdır. Mandela Kuralları kapsamında mahpusun zihinsel rahatsızlığının sonucu olan herhangi bir eylemine yaptırım uygulanmamalı, derhal bir sağlık kuruluşunda tedavisi yapılmalı; disiplin yaptırımları, hiçbir koşulda işkence ya da zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezalandırma niteliğine dönüşmemelidir. Disiplin uygulamalarının da adil olması, mahkûmun kendini yeterli şekilde savunma, hukuki yardım alma ve ispat hakkı olmalıdır.
Özellikle çıplak arama, mutat bir uygulama olarak gündemdedir. Türkiye’de 12 Eylül cezaevi uygulamaları halen devam ettirilmektedir. Bunlara dair herhangi bir kayıt tutulmamakta, mahkumların verdikleri dilekçeleri ya da mektupları karşılığında bir alındı kâğıdı dahi verilmemektedir. İnfaz koruma memurları ile cezaevi yönetiminin suç niteliğindeki bu eylem ve davranışlarına karşı devlet aklının gerekli tedbiri almadığı, soruşturmadığı bilinmektedir. Oysa bu uygulama hem işkence ve kötü muamele ve hem de özel hayata saygı gibi temel insan haklarına aykırıdır. Hapis cezasının, kendisinde var olan zararlı etkilerini mümkün olduğunca azaltacak program, usul, araç ve zihniyet doğrultusunda olmalıdır. İyileştirme araçları hükümlünün sağlık ve kişiliğine olan saygısını koruma usul ve esasına göre uygulanmalıdır. Bunlar kanunlarda yazılı ve fakat uygulamada rastlanılmayan kurallardır. Uygulamada mahkumların haklarını korumaktan ziyade, hak ihlaline karşı duran mahkûmun bu direnişine müdahalenin yarattığı ek ihlallere ve bunun sonucunda da daha ağır cezalandırılmalarına dair disiplin uygulamalarına yol açılmaktadır.
Artık Türkiye’nin eskimiş kurallarını, asgari olarak Nelson Mandela Kuralları’na uyarlamasının zamanı çoktan geldi ve hatta geçti bile. Hiçbir mahpus, gerekçesi ne olursa olsun işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ve cezaya maruz bırakılmamalı, bütün mahpuslar böylesi muamele ve cezalara karşı korunmalıdır. Mahpuslar, mümkün olduğu ölçüde, evlerine veya sosyal iyileştirme yerlerine, yakın cezaevlerine yerleştirilmesi gerekirken, özellikle siyasi mahkumların evlerinden çok uzak hapishanelerde tutulduğu bilinmektedir. Hapishane koşullarında herhangi bir basılı esere, kablolu yayınlara, bilgisayar ve internet imkanına izin verilmemesi, düşünce, inanç, kanaat ve ifade özgürlüğü kapsamında geride kalmış bir uygulamadır.
İnsanı biyolojik değilse de medeni ölüme (ruhi imhaya) mahkûm eden, ölünceye değin infazı sürdüren müebbet hapis cezasının, aşırı, uzun süreli hapis cezası olarak uygulanmasının çağdaş infaz hukukunda yeri yoktur. Türk hukukunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası mahkumlarının koşullu salıverilmesine dair yasakçı bakış, sadece süre yönünden değil, uygulama olarak da, “umut hakkı”nın gereklerinden uzaktır. Avrupa İşkencenin ve İnsanlık dışı veya Onur kırıcı Muamelenin veya Cezanın Önlenmesi Komitesi (AİÖK), ömür boyu hapis cezası mahkumlarının durumuna dair yayınladığı 2016 raporu, mahkûmların çoğu zaman uygun fiziki koşullardan, (sosyal) etkinliklerden ve insan temasından mahrum olduklarını dile getirmiş ve maruz kaldıkları özel kısıtlamaların uzun süreli hapsin zararlı etkilerini şiddetlendirdiğini belirtmiştir.