Parti içi küskünlerle barışma gösterisine dolgun maaşlı bir pozisyonla dahil edilen Bülent Arınç bir kez daha gündem oldu. Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi olarak göreve atanır atanmaz 13 bin olan maaşının 18 bine çıkarılmasına yönelik eleştirilere, katıldığı bir TV programında maaşının yarısını burs yarısını da KHK’larla bağış olarak dağıtacağını söyleyerek yanıt verdi.
Elbette Arınç’a tepkilerin ardı arkası kesilmedi. Sosyal medyada KHK’lıların yaygınlaştırdığı “Bağışını değil maaşımı istiyorum” etiketi gündemden düşmedi.
Dile kolay Türkiye’de OHAL Komisyonu raporuna göre KHK’lar ile 125 bin 678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131 bin 922 tedbir işlemi var. 2019 Şubat’ında HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu tarafından yayınlanan ‘2. Yılında OHAL’in Toplumsal Maliyetleri’ raporuna göre ise KHK ile ihraç edilen 133 Bin 351 kişi var. 133 binden fazla insan bir gecede işsiz kaldı. Ekonomik ve sosyal hayata katılımlarını engelleyici bir dizi uygulamayla karşı karşıya kaldılar. Hızını alamayıp iktidar saflarından “ağaç kabuğu kemirsinler” diyenler oldu. Son yerel seçimde seçme hakları tartışıldı, seçilme hakları ellerinden alındı.
İşsiz kalan binlerce insana itiraz adresi olarak gösterilen OHAL Komisyonu basit bir oyalamadan fazlası olmadı. Gergelioğlu’nun raporuna göre bugüne dek itirazla işe iade edilebilenlerin sayısı 1592.
Arınç’ın çıkışını basitçe yüzsüzlük olarak değerlendirmemek lazım. KHK ihraçları kamuoyu nezdinde de hukuksuz ve gayri meşru bir uygulama olarak görülüyor. AKP içindeki kadroların geçmişte Gülen’le girdiği ilişkilerin hesabının sorulmadığı koşullarda, binlerce kamu çalışanı Bank Asya ilişkileri ve çeşitli sendikalara üyelikleri gerekçe gösterilerek ihraç edildi. Üstelik bu hiçbir hukuki süreç işletilmeden yapıldı. Bunun yarattığı toplumsal huzursuzluğun AKP de farkında. Arınç her zaman olduğu gibi “iyi polis” rolü oynayarak kendisini maaşı yerine bu konuyla gündem yapmayı seçti.
Peki KHK’lar “bizim”tarafta” nasıl bir süreç yaşadı? KESK’e bağlı sendikalar ihraç edilen üyelerine hukuki ve maddi destek veriyor. Başta İstanbul olmak üzere çok sayıda kentte periyodik “işimizi geri istiyoruz” eylemleri de yapıldı. Öte yandan KHK’lara yönelik en ısrarlı ve etkin karşı koyuş aylar süren oturma eylemlerinin ardından Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevinde simgeleşen Yüksel direnişçileri tarafından sergilendi. Bodrum’da Engin Karataş ve Düzce’de Alev Şahin’in sürdürdüğü direnişlere rağmen maalesef bu direniş tüm ülkeye yayılan bir harekete dönüşemedi. Benzer bir durum Ankara Sakarya’da Cemal Yıldırım’ın ısrarlı direnişi için de geçerli.
Birbirine benzemeyen farkı sendikalardan farklı dünya görüşlerinden binlerce kamu çalışanı KHK mağduruyken direnişin yaygınlaşamaması ve kitleselleşmemesinin nedenleri üzerine düşünmek gerekiyor. Bu kadar farklı görüş ve kesimden insanın bir araya gelmeleri ve etkin bir direniş örgütlemeleri imkânsız görünebilir. Fakat direnişin farklılıklara rağmen bir araya getirme gücü her zaman oldu. 10 yıl önce yaşanan TEKEL direnişi, direnme iradesi bir kez ortaya çıktıktan sonra direnişin tüm ezberleri bozabildiğini gösterdi.
KHK konusunda da direniş iradesini kitleselleştirebilecek öz örgütlerin mayaları çalınıyor. Bir süredir İstanbul, Adana, Ankara gibi kentlerde kurulan KHK’lı platformları şimdilik lokal deneyim ve imkanlar gibi görünse de bir ihtimali mümkün kılacak çabalar olarak umut veriyor. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun katıldığı farklı kentlerdeki KHK’lı buluşmaları da öyle. Bu platformları ortak mücadelenin imkânı olarak değerlendirerek bir yol açılması mümkün. KHK’lılar bir kere bu yola koyulurlarsa direniş iradesine güç vermek ve toplumsal dayanışmayı büyütmek ayrı bir görev olarak tüm emek örgütleri için ufukta belirecektir.