‘Tavşan’ deyince koşucu, yarışçı ya da aday gibi bir öznenin akla gelmesi gerekir. Ama CHP yeniliklerin partisi: Adayı ırkçı, başkanı da tavşan olabiliyor. Olay ‘AKP kalesi’ Afyon’da gerçekleşti. CHP’li adayın seçilme şansı bulunmuyor ama ettiği kelamın etkisi il sınırlarını aşarak ülke sathına yayıldı ve partiyi sarstı. İçinde Saray parmağı olma ihtimali yüksek bir dış müdahale izlenimi veriyor. DEM Parti seçmeninin kritik büyük kentlerde CHP başkan adaylarına yönelmesinin önünü kesme operasyonu. Böylelikle Yeniden Refah Partisi’nin AKP desteğinde yarattığı hasarın tazmini planlanmış. CHP’nin Afyon’da şansı olmasa da yakın bölgede Bursa ve Balıkesir gibi illerde AKP’li yerel yönetimleri devirme ihtimali bulunuyor. Şimdi buralardaki başkan adayları da zor duruma düşecek. Daha önemlisi, İmamoğlu’nun İstanbul’da yeniden seçilmek üzere DEM Parti’yle kurmaya çalıştığı yerel ittifaklar riske giriyor.
Özgür Özel, Afyon adayının sözlerini düzeltme girişiminde bulunsa da aday sözünün arkasında durdu. Bunun üzerine İmamoğlu, seçimi kaybetmekle asıl genel başkanın kim olduğunu cümle aleme göstermek arasında bir tercihe zorlandı. Doğru olanı yaptı. Bu basiretsizliğin ardından Özel’in genel başkan koltuğundaki günlerinin sayılı olması gerekir ama CHP’de her şey mümkün. ‘Tavşan başkan’la yola devam ederlerse kimse şaşırmaz.
Krizin semptomları böyleyken bunlara neden olan derin bozuklukların yolu da görünür hale gelmiş olabilir. Yerel ama oldukça derin bir soruyla başlamak mümkün: Afyon sosyal demokrasisi neden ırkçı? Bu soru, aslında ülke coğrafyasının bütünü için geçerli olabilir. Ama yerel ya da bölgesel durum bazı ipuçları barındırıyor. 1980’li yıllar itibarıyla ülkenin kıyı kesimleri, Kürt coğrafyasıyla birlikte sol hareketin etkili olduğu bölgelerdi. Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinin çoğunluğu ‘kızıl’dı. 12 Eylül darbesi devrimcileri, işçi ve gençlik önderlerini hedef alan bir toplu imha harekâtı gerçekleştirdi. Toplum bu kapsamlı kıyımla sindirilmiş olabilirdi ama geniş kitlelerin zihniyetini de dönüştürmek gerekliydi. 1984’te başlayan Kürt savaşının, müesses nizam açısından bu anlamda bir fırsat da sunduğu anlaşılıyor.
Önce Karadeniz bölgesi halkı üzerinde milliyetçileştirme, dindarlaştırma ve muhafazakarlaştırma tedbirleri artırıldı. 1980 yılı itibarıyla çoğunluğu CHP’li olan Karadeniz seçmeninin 2000’li yıllar itibarıyla AKP/MHP seçmeni haline dönüşmesi böyle bir süreç içinde gerçekleşti. Bu ideolojik operasyon, Kürt savaşında bölge gençlerinin daha çok cepheye sürülmesiyle eşzamanlı yürüyordu. JİTEM şefi Veli Küçük’ün 1996’da Giresun’a tayini, bölgenin derin devlet operasyonları için müsait hale gelmiş olduğunun tesciliydi. Hrant Dink cinayetinin Trabzon’da planlanmış olması rastlantı değil.
1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren bu kez Ege ve Akdeniz’de milliyetçi histeri yükseldi. Denizli, Afyon, Uşak gibi karasal İç Ege bölgesinde muhafazakâr nüfus zaten çoğunluktu. Ama sahil bölgelerinde muhafazakarlaşma operasyonu coğrafyanın tabiatı gereği mümkün değildi. Bu durumda, Erdal İnönü’nün demokratikleşme vurgusuna karşı Bülent Ecevit ve Deniz Baykal iki kanaldan ulusalcı bir zihniyetle merkez-sol partilerin başına geldiler. Baykal CHP’si de Ecevit DSP’si de ‘laikçi’ gürültüler yaparken asıl söylemlerini Kürt düşmanlığı üzerine kurmuşlardı. Onların vazettiği ‘çağdaş hayat tarzı’ başörtüsü, takke ve takunyayı bir nebze tolere edebilirdi. Değiştirilemez, ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ olan ise Kürt kimliğinin inkârıydı. İslamcı ve sağ partilerin egemen olma imkânı olmayan koşullarda merkez-sol siyasetin ırkçılaştırılması bir çözüm olarak böyle hayata geçirildi. Aynı yıllarda bölge halkından gençlerin de Kürt savaşında daha çok ölmeye başladıkları görülebilir. Savaş karşıtlığı ve barış talebi yerine Kürt nefretini körükleyen şehit cenazeleri, CHP’nin de katılımıyla Ege bölgesinin önemli ritüelleri haline geldiler. Müesses nizam, 1990’lı ve 2000’li yıllar boyunca Türkiye toplumunu bölge bölge Kürt düşmanlığı üzerinden yeniden formatlama operasyonu gerçekleştirdi.
Afyon sosyal demokrasisindeki ırkçılığın röntgeni çekildiğinde meselenin bir belediye başkan adayının söyleminden ibaret olmadığı anlaşılıyor. Bölgede on yıllardır yürütülmekte olan zihniyet dönüştürme operasyonları sonucunda ırkçı olmak, Afyonlu seçmenden oy almanın ön şartı haline gelmiştir. Aynı durumun, Aydın belediye başkanı açısından da geçerli olduğu yakın geçmişte görüldü. Efrin’e atılacak bombaları, füzeleri imzalamasıyla namlıdır. Bolu ve Tanju Özcan fenomeni üzerineyse kelam etmeye gerek bile yok. Yüzeyde görünür olan örnekler böyle. Altı biraz kazındığında bütün Ege illerindeki CHP parti yönetimi kademelerinde de seçmen kitlesinde de aynı bozukluklar teşhis edilebilir.
Özetle, Afyon adayının cürümü, birçok CHP yönetici ve taraftarına içkin bir zihniyeti kritik bir anda ortaya saçmaktan ibaret. Herkesin bildiği bir ‘sırrın’ ifşasıdır. Bu ifşanın zamanlaması, seçmen tercihlerini manipüle etme amaçlı ve büyük ihtimalle saray kaynaklı bir operasyon kokusu yayıyor. Bu bağlamda Kürt olmanın ve Kürt haklarını savunan siyasetin ‘suç’ ve ‘suçlu’ olmakla eşanlamlı olması bir ön kabul olarak paylaşılıyor. Biri “sen demlendin” diye ötekini suçlarken o da “hayır, ben değil sen demlendin” diye yanıtlıyor; hatta “sen daha çok demlendin, işte Habur ve Oslo” diye karşı saldırıya geçiyor. Yani AKP’nin savaş siyasetine teslim olması değil iktidarının ilk yıllarında barış girişiminde bulunması ‘suç’ olmuş oluyor. Böyle ırkçı ve savaş taraftarı muhalefetin üzerinde iktidar her türlü manipülasyonu rahatlıkla icra edebiliyor.
Afyon vakasının daha kalıcı, CHP’nin seçmen kitlesinden öte parti ideolojisine ve siyasetine toptan ayar verme hedefleri olduğu da görülüyor. Emir yalnızca AKP’li yönetimden gelmiyor. Derin iktidar, CHP’nin olası demokratik açılımlarına karşı Türkçü ve ırkçı özüne dönme emri veriyor.
Tavşan başkandan pek umut yok ama İstanbul’un bu operasyona direnme ihtimali belirdi. İşte CHP ancak öyle kurtulur.