Duvarlar her zaman sınırların ve sınırlandırmaların işareti ola gelmiştir. Kimi duvar örer evinin sınırlarını belirler, kimi duvar örer beyliğinin, devletinin. Ama hepsinin temel gayesi sınır çizmek, hakimiyet alanı belirlemektir. Bundan dolayı ‘duvarlar’ kişiye veya topluma sınır çizmenin ve hakimiyet alanı oluşturmanın meteforudur. Tarihte kurulan tüm kaleler bu gayeyle kurulmuştur.
Duvalar bazen taşla, betonla, telle örülür, bazen haritalarda. Ancak çoğunlukla zihinlerde. En tehlikelisi de haritalarda, zihinlerde örülen duvarların fiziki olarak inşa edilmesidir. İşte o zaman duvarlar kamplaşmanın ve kutuplaşmanın simgesi haline gelir. Tıpkı Berlin Duvarı’nda olduğu gibi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölünen Almanya’da 1961 yılında örülen Berlin Duvarı dünya genelinde tırmanan kutuplaşmanın ve kamplaşmanın boyutunu göstermektedir. Tarihe ‘Utanç Duvarı’ olarak geçen Berlin Duvarı, varlığını 1989 yılına kadar sürdürdü.
Berlin Duvarı’nın yıkılması sadece bir beton yığınının yıkılması değildi. Dünyadaki kamplaşmanın ve toplumların, halkların, hatta ailelerin arasına örülen katı duvarların da yıkılmasıydı. Dünya genelinde büyük coşku ile karşılanan Berlin Duvarı’nın yıkılmasını, duvarın kurulmasında esas rol sahibi olan, Sovyetler Birliği’nin son Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov bile ‘Avrupa halklarının bayramı’ olarak nitelendirmişti.
Tüm dünya globalleşmenin sakıncalarını konuşmaya başlarken bile Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sınırların ve kamplaşmanın kalkacağına dair umutlanmıştı. Berlin Duvarı tecrübesine ve 21’inci yüzyıldaki teknolojik gelişmeye rağmen dünya son yıllarda yeniden duvarları konuşmaya başladı. ABD’nin Meksika duvarı, Türkiye’nin Suriye duvarı. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bugüne kadar ne değişti ki, umut yerini tekrardan umutsuzluğa terk etti… gerekçe her ne kadar ‘güvenlik’ olsa da. Tabi en manidarı ise şimdi Afrin’de örülen duvar.
Oysa Afrin bir Kürt yurdu, Suriye toprağı. Devam eden Üçüncü Dünya Savaşı’nda Rusya ve İran ile saf tutan Türk devletinin Afrin’de duvar örmesi, Suriye topraklarının bölünmesi, Afrin’in kendi topraklarına dahil edilmesi demektir.
Afrin halkı Türk devletinin Afrin’e girdiği günden bu yana demografik yapının değiştirildiğini, içerde kalanlara yönelik baskı ve işkencenin son haddine vardığını, halkın malının mülkünün gasp edildiğini basbas bağırıyor. Afrinlilerin sesini kimse duymak istemese de uygulamalar Doğu Berlin’dekileri kat be kat aşıyor. Çünkü Sovyetler Birliği Doğu Berlin’e girdiğinde kimse göç etmedi, halka işkence yapılmadı, dışardan kimse getirilip kente yerleştirilmedi. Afrin öyle mi?… Kamışlı kentinde Şerif isminde bir Afrinliyle yaptığımız sohbet buna tam da ışık tutuyor. Şerif içindeki yangını haykırmak ister gibi anlatıyordu: “Askeri eğitimlerini tamamlayan çeteler (ÖSO) geçtiğimiz gün mezuniyet töreni yapmışlardı. Görüntülerini gördüm.
Türk askerleri de törene katılmıştı. Tam bizim evin önünde oturuyorlardı.” Şerif ‘tam bizim evin önünde oturuyorlardı’ derken, gözlerinde hasret, özlem, öfke okunuyordu. Afrin’in Şiye kasabasından olan Şerif, Türk askerleri ve ona bağlı silahlı grupların Afrin’e 20 Mart günü girmesinden bir gün önce evini terk etmişti. Bir tek Şerif değil, Afrin nüfusunun yüzde 90’ı o gün evini terk edip göç etti. Geri kalanların ise en az yarısı karşılaştıkları baskı ve işkenceler yüzünden kaçmak zorunda kaldı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Berlin’de yerli halkın yüzde kaçı göç etmek zorunda kaldı? Tabi bu duvarın örülmesinin maskesi de, ‘güvenlik’. Sözde kendisini YPG saldırılarından koruyacak. Kuzey Suriye’den Türkiye topraklarına yönelik ciddi, belgeli tek bir saldırı olmamasına rağmen, Kuzey Suriye sınırına boydan boya duvar örerken de adına ‘güvenlik’ demişti. Ancak daha birkaç ay önce Kuzey Suriye sınırına askeri yığınak yaptığı dönemde Kuzey Suriye tarafında kazılan birkaç kanal için kıyamet koparmıştı. Türk devleti kuzuyu yemeyi aklına koyan kurt gibi, kuzu ne yapsa yapsan kurt bir defa onu yemiyi aklına koymuştur. Afrin’deki duvar için de istediği kadar ‘güvenlik amaçlı’ desin, esas niyet Afrin topraklarını kendine bağlamak, Suriye topraklarını bölmektir.
İşin ironik yanıysa tüm dünyanın, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından dem vurmasına rağmen, Türk devletinin bu bölme girişimine sessiz kalmasıdır. Tıpkı Berlin Duvarı’yla Almanya’nın bölünmesi gibi. Çünkü o zaman Sovyetler Birliği güçtü ve dünya dengelerinin önemli bir tarafıydı. Türk devletinin Afrin’i işgaline ve Suriye topraklarının bölünmesine de kimse ses çıkarmıyor, çünkü Türk devleti bölgede önemli bir güç.
Tabi bu durumun Ortadoğu ve dünya düzenine kesinlikle bir faturası olacaktır, yeniden kutuplaşma ve kamplaşma. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla tüm insanlık dünyada sınırların anlamını yitireceğine ve kamplaşmaların kalkacağına dair umutlanmışken, Afrin’de örülen duvar bu umudu yeniden umutsuzluğa dönüştürmektedir. Afrin’den başlayarak yeniden buz gibi duvarlar, demir perdeler örülmekte, dünya Türkiye, Rusya ve İran’ın başını çektiği cephe ile Batılı devletler arasında kamplaşmaya doğru gitmektedir.