ABD başkanı Joe Biden, 31 Ağustos itibarıyla Afganistan’dan askeri çekilmenin tamamlanmış olacağını ilan etti. ABD ordusunun süratle boşalttığı alanlar, aynı hızla Taliban güçleri tarafından dolduruluyor. Taliban, şimdiden ülkenin çoğu vilayetinde ve sınır kapılarında askeri ve idari kontrolü sağladığını duyurdu. Afgan ordusu ise başkent Kabil’e ve ülkenin kuzeyindeki üslere doğru sürekli geri çekiliyor. Ordudan kaçan binlerce gencin İran sınırından batıya ve Tacikistan sınırından kuzeye akın ettiği görülüyor. Yirmi yıl önce, 11 Eylül’e misilleme olarak İslamcı terör rejimi Taliban’ı bitirme iddiası taşıyan işgal süreci, Taliban’ın travmatik geri dönüşü ile sonlanmak üzere.
Bundan sonra yaşanacak olanlar, ülke yakın tarihine bakarak tahmin edilebilir. Önce, 1996’da başlayan birinci Taliban iktidarı dönemine bakıldığında, modern zamanların en vahşi İslamcı terör rejimi görülecektir. Terör, esas olarak kendi toplumuna yöneliktir. Taliban’ın Kabil’i ele geçirdikten sonra kurduğu Şeriat devleti, yakın zamanda IŞİD terör devletinde gördüğümüz bütün pratikleri içinde barındırıyordu. Afganistan, Taliban rejimi altında cihatçı terörün de küresel karargâhı haline geldi. El Kaide’nin 11 Eylül saldırısı oradan organize edildi ve ABD işgalinin tetikleyicisi oldu. Taliban, ülke genelinde tam kontrolü sağladığı takdirde bunlar muhtemelen yeniden yaşanacaktır.
Taliban ilerlemesi kadar işgalci bir gücün kaçışı da söz konusu olduğundan 1989’da Sovyet ordusunun geri çekilmesi, bir başka analojik dönüm noktası olarak beliriyor. 1989 ile 1996 arasında, on yıl boyunca Rus işgaline karşı ‘cihat’ eylemiş farklı silahlı gruplar arasında kaotik bir iç savaş yaşandı. Ana hatlarıyla Tacik, Özbek ve Peştun olmak üzere farklı etnisitelere dayanan ve ülke coğrafyasının farklı bölgelerinde egemen olan bu İslamcı gruplar, birbirlerine karşı toplu katliam yürüttüler. Bu iç savaş ortamı içinde Pakistan Gizli Servisi ISI, ülkenin güneyinde Taliban örgütünü kurdu, silahlandırdı ve ülke içine saldı. Günümüzde de Taliban tam kontrolü sağlayana kadar benzer bir kanlı savaş süreci ufukta görünüyor.
Üçüncü senaryo, 1979 öncesine referansla anlaşılabilir ki en kuvvetli ihtimalin bu olduğu söylenebilir. 1970’lerin Sovyet etkisine açık, laik ve modern Afgan hükümeti ve toplumu hafızalardan henüz silinmiş değil. Ama çoğulcu parlamenter sistemin tıkanıklığı ve ABD/Pakistan güdümlü İslamcı muhalefetin yükselişi karşısında bunalan bir kısım Afgan elitinin 1979’da Sovyet ordusunu ülkeye davet edişiyle bu tablo hızla değişti. Sovyet işgaline misilleme olarak ABD, İslamcı Afgan örgütler kurarak silahlandırdı. Bu gruplar ‘Mücahidin’ çatısı altında birleştiler ve Sovyet/Afgan ordusuna karşı on yıl savaştılar. Sonunda Rus ordusu Afganistan’dan çıktı ve bu trajedi Sovyetler Birliği’nin çökerek dağılmasına neden oldu. Bu dönüm noktasından sonra olanlar, önceki paragraflarda yazılı.
Rusya, yakın zamanda bir Taliban heyetiyle görüştü ve Afganistan’da yaşanacaklara seyirci kalmayacağını ifade etti. Öyle görünüyor ki ABD yönetimi, yirmi yıldır küresel ölçekte taşıdığı ‘İslamcı terörle mücadele’ bayrağını, Suriye’de de Afganistan’da da Rusya’ya devretme eğilimi taşıyor. Bu da bizi, Afganistan iç savaşı filminin en başına, 11 Eylül öncesinden de geriye, 1970’li yıllara götürüyor.
Bu yazıya devamla, iki soru üzerinde durulacak: Birincisi, Afganistan neden süper güçlerin biri ya da öbürünün işgali altında yaşamak zorunda olan bir ülke? Ve ikincisi, Erdoğan yönetimi Afganistan’daki Türk askerî varlığını sürdürmeye neden bu kadar hevesli?