Azad Barış
ABD’nin geçen sene aldığı çekilme kararıyla beraber Taliban’ın Afganistan’da kurduğu nizamın bütün boyutlarını burada ele almak mümkün olmasa da uzun yılardır Taliban’la anılan Afganistan’ın bu karmaşık düğümünün kısa bir izahatı mümkündür.
1979 yılında Sovyetler’in Afganistan’a müdahalesine karşı yerel bir milis güç olarak organize edilen örgütün öncüleri olan Mücahitler, komünizme karşı paramiliter bir grup olarak ortaya çıktı. Batı medyasında uzun süre omuzdan fırlatılan uçaksavar füzeler nedeniyle “fenomen savaşçılar”, “öfkeli oğlanlar” diye adlandırıldıktan sonra, kökten dinci anti seküler bir yapı ve Batı karşıtı bir küresel cihat ordusu olarak 11 Eylül olaylarının ardından ABD ile çatışacak konuma geldi.
1989 yılında ABD’nin Vietnam’da yaşadığı yenilgiye benzer şekilde Afganistan’dan çekilen Sovyetler’in ardından çeşitli kökten dinci gruplar birleşerek Sovyet destekli komünist rejimi (Necibullah) 1992 yılında devirdi ve Afgan İç Savaşını başlattı. 1996 tarihi itibariyle Taliban Afganistan’da güç devşirerek özellikle Pakistan, Katar ve Suudilerin yerel müttefiki haline geldi. Komünizm karşıtlığı üzerinden ortaya çıkan Taliban, Sovyet destekli rejime karşı Cihat ilan ederek İslam dünyasının desteğini aldığı gibi Batı’nın da gözdesi haline geldi. Taliban ABD tarafından verilen modern silahlarla kendini donatarak, dağlarda gördükleri gerilla tipi eğitimlerle Afgan ordusu için de büyük bir yıkım haline geldi.
Geçen hafta itibarıyla Afganistan’ın tamamını ele geçiren bu kökten dinci grubun fikriyatı El Kaide ve IŞİD’le örtüşmektedir. Taliban’ın dünya anlayışı, devlet kurgusu, siyasi eylemi, sosyal hayatı ve ekonomik faaliyetlerinin temelini şeriat hukukunun oluşturacağı aşikârdır. Bu yapının mevcut haliyle Batı’nın onayını almış olması beslendikleri kaynaklardan uzaklaştıkları anlamına gelmemelidir. Kabil’in düşmesinde ortaya konulan pratik bunu açıkça göstermektedir.
Öte yandan, yıllardır halkların başına musallat olmuş olan IŞİD ve benzeri terör gruplarının Suriye ve Irak’ta varlık sürdürmelerinin önü alınmamışken Taliban’ın Afganistan’daki zaferi beraberinde yeni endişeleri körükleyeceği gibi Sünni-radikal unsurlar için yeni bir şahlanış olarak da okunmalıdır. Dolayısıyla bölgenin yeniden aşırılık yanlıları için bir çekim merkezi haline geleceği ve buradan diğer ülkeleri istikrarsızlaştıran olaylar ortaya çıkacağı kuvvetle muhtemeldir.
Ayrıca, Taliban’ın Afganistan’da kurduğu nizamı hangi isimle anarsak analım, İslam coğrafyasında bütün kalkışmaların kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışıldığı ve birden fazla yerde süren savaşların hala devam ettiği bir dönemde böylesi bir “sona gidiş” önemli bir iştir. Taliban açısından bu hadise tarihidir ve modern çağda Sünni-Müslümanlığın cihadist bir zaferini imlemektedir. O nedenle bu mesele sanıldığı gibi salt Afganistan ve Orta Doğu ile sınırlı bir durum değildir bütün dünyayı ilgilendirmektedir. Tüm Batı’nın düşündüğü ama sadece Biden’ın pratikleştirme cesareti bulduğu tekinsiz ve tekil bir vakadır. Öncesi olmayan ve sonrası tamamıyla tekinsiz bir olgudur ve zamanla bütün dünyaya dalga dalga yayılabilecek yeni bir sürecin başlangıç momentidir. O nedenle Taliban meselesi salt bir Sünni-fundamentalist mesele değil, İslam dünyasının ağırlıklı ekseriyetine ilham veren yeni bir kurucu ethostur.
Afganistan’da somutlaşan, Orta Doğu’ya dalga dalga yayılma ihtimali olan bu gelişmeler Türkiye açısından ayrıca önemlidir. 2011 yılıyla beraber bölgede yeniden biçimlendirilen cihatçılığın, Türkiye’deki tezahürünü hesaba katarsak, bunun ivme kazandığını söylemek mümkündür. Buradan hareketle Erdoğan’ın kendi İslami siyasi çizgisini batı dünyasına bir rol modeli olarak sunmaya kalkışması ve bunun kısmen karşılık bulacak olması yeni dönemin önemli kodlarından biridir. O nedenle içerdeki çoklu krizlere çözümler bulmak yerine kendi konum ve iktidarını küresel ölçekte tahkim etmeye çalışacaktır. Hem küresel bağlamda hem de içerdeki sorunlara dair stratejiler oluştururken bu gerçeği görerek hareket etmekte fayda vardır.