Gurbet Çetinkaya tüm celseler boyunca sürekli bağıran, azarlayan, duruşma salonunda avukat azarlayıp tespih çeken, salondan avukat atan ve sanıkların ya da tanıkların kendilerini sakince ve korkmadan ifade edebilmesine müsaade etmeyen bir mahkeme başkanının karşısında, 5 celse boyunca hakim olmadığı Türkçe dilinde derdini anlatmaya çabalayıp, çalışmıştı. Her seferinde mahkeme başkanı bağırdı, çağırdı ya da onun sözünü kesti.
Tüm taleplerin reddedildiği, delillerin toplanmadığı, usul açısından bütünüyle eksik olan yargılamanın karar duruşmasında, Gurbet Kürtçe tercüman istedi, ancak bu talebi onun sürekli lafını kesen, bağırıp çağıran ve kendisini rahatlıkla ifade etmesine izin vermeyen, sözlerini tutanağa yanlış geçirip bunu her seferinde kavga dövüş avukatların itirazıyla düzelten mahkeme başkanı tarafından ‘şimdiye kadar ifade edebildiği, demek ki Türkçe ifade etme sorunu olmadığı,’ gerekçesiyle reddedildi.
Gurbet karar duruşmasında mahkeme başkanına şöyle dedi: “Sen beni hep azarlıyorsun, susturuyorsun. Ben kendimi ifade edemiyorum, çünkü lafımı kesiyorsun. Ben senden korkuyorum.”
Başkanın lafı hazırdı tabi: “Ben sana her türlü rahat ortamı hazırladığımı düşünüyorum. Kendini de gayet ifade ettin, ben senin sözünü mözünü kesmiyorum.”
Bunu, adı İstanbul’da duruşma salonuna polis çağırarak salondan avukat atmayı adet haline getirmiş, tanıklara bağırıp çağırma rekoru kırmış, taraflara yönlendirici ve objektif olmaktan uzak sorular soran, sanıklara hele ki kadınsa ağzını açtırtmayan, eli tespihli, yukarıdaki meziyetleriyle de ünlü erkek mahkeme başkanı diyor. “Pardon özür dilerim” demesini bekliyor muyduk? Elbette hayır.
Gurbet, hayatı boyunca akrabası olan erkeklere göre yaşamış, onların kontrolünde ve talimatıyla hayatını sürdürmüş sayısız kadından sadece biri. Tüm bu yükü tek başına üstlenmiş, erkekler duyarsa kıyametler kopar diye ses dahi edememiş.
Pek çok kadın gibi Gurbet de, başından geçenleri anlatırken, sanki işittikleri, yaşadıkları, kendisine yönelen erkek saldırısı onun ayıbıymış gibi davranıp, tıkanan, anlatamayan, lafı dolandıran, ama Türkçe’yi çok iyi bilmediği için her şeyi iyice karıştıran, her seferinde hakim bağırıp çağıracak korkusu yaşayan, bir kere de ailedeki erkeklerce yargılanmaktan korkan bir kadın.
Anadilinde savunma yapamadığı, yaşadığı erkek şiddetini, tüm hadiseleri anlatmasına izin verilmediği gibi, bir de kendine ait olmayan yükleri taşımış, tüm bu zaman diliminde kendi ifadesiyle gözyaşları kurumuştur.
O gece kendisini “sana da tecavüz ederim” diyen Rıdvan adındaki adama karşı korumasaydı, o adamı öldürmeseydi, yani meşru müdafaa dediğimiz fiili gerçekleştirmeseydi ne olurdu? Pek çok şey olabilirdi. O alkolik, kumarbaz, küfürbaz, kadın döven ve tehditkar adam, ona tecavüz edip öldürürdü muhtemelen. Sonra ne olurdu? O adam yakalanırsa sanık sandalyesine oturtulur, kendisini anadili Türkçe’de rahatlıkla ifade edip, traşlı ve takım elbiseli vaziyette ya ağlayıp duygu sömürüsü yapardı, ya pişmanım çok sevdim ama sevdiğim kızın annesi aramıza girdi deyip, dövdüğü, hakaret ve tehditler sıralayıp, altınlarını ve yüzüğünü zorla elinden aldığı, kumar borcu için dünyanın parasını isteyip geri vermediği kızın kendisini bu yüzden istemediği ve nişanı atıp can havliyle, kendisinden korkusuna
Diyarbakır’a kaçtığından hiç bahsetmezdi. Mahkeme başkanının tavrının, karşısına sanık olarak çıkarılmış ve hayatına sahip çıkan bir kadına olandan çok daha farklı olacağına şüphe yok.
Zira erkekler ve erkek egemenliği bizzat yargı eliyle de ihya ediliyor, kadınlar şiddet gördüğünde gelmeyen ya da çok geç gelen adalet kadınlara canlarını kurtarma ve kendilerini koruma hakkı vermiyor. Ve hep söylediğimiz gibi, onlara; “ya uğradığınız şiddet karşısında susun ya ölün, ölmezseniz biz sizi hapsederiz” diyor. Yani kadınlar için Ceza Kanunu’ndaki meşru müdafaa hükmü işlemiyor. O yalnızca erkekler için var.
Ona mektup yazmak için: Gurbet Çetinkaya, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi C-14 Bakırköy/İSTANBUL