DEM Parti dışındaki partilerin içi karmakarışık. AKP’de “kuzuların sessizliği” hakim… Bütün bu partilerin içini karmakarışık eden “el” AKP’nin içinde Türkiye’yi fırsat bulduklarında ne hale getireceklerse AKP üyelerini o hale getirmiş bulunuyor. Herkesin dosyası, görülmeyen davaları, kasetleri ve bilumum sicilleri olan aday adayları içlerinden ne geçirirlerse geçirsinler “şeriatın kestiği parmak acımaz” havasına mecburen girdiler. Üstelik birçoğu “hakkı yenmiş” olsa da, ağızlarına seçilen aday ya da parti yönetimi tarafından bir parmak bal çalınacağını bildikleri için “buna da şükür” diyerek balın miktarını tahmin etmekle meşguller. Çünkü AKP’de yerel yönetimlerin rantını “şahsi” becerisiyle cukkalama hakkına hiç kimse Saray’ın izni olmadıkça sahip değil. Belediyelere döşenen “rant emme basma tulumbasının” kolu “tek kişinin” elinde.
Diğerlerinde ise durum farklı. Belediyeyi alan “şahıs” özerk. Bu partilerde “bal tutan parmağını yalayacak.” O nedenle kavga büyük. İstifa edenler, parti değiştirenler, ortalığı birbirine katanlar medya manşetlerinde. Bunların tepesindeki parti yönetimleri kendilerine yakın olanları aday yapmış olsa da ellerinde Erdoğan’ın elindeki “disiplin sopasına” benzer bir sopa yok. İtirazcıları hizaya getiremezler. Çünkü o yönetimlerin içinde de “AKP üyelerini rapt u zapt” altına alan el bir tür “mikser” gibi çalışmakta. AKP’de bu el “disiplini”, diğerlerinde ise “anarşiyi” mükemmel bir şekilde tezgahlamakta.
“Ballı parmak” peşinde koşanların sayısı da müthiş. 81 ille sınırlı değil. Toplam belediye sayısı 1393. Bir de bunların Belediye Meclis üyeleri var. Nüfusa göre minimum 9, maksimum 55’er kişi. Ortalama 25 kişiden hesaplasanız on binlerce kişi eder. Dahası da var ama kafa şişirmenin de anlamı yok. Mahalle ve köy muhtarlarını da hesaplarsanız sayıyı aklınızda bile tutamazsınız. Yerel seçimin aday adaylarının toplamını bulmanız için bu sayıları seçime katılacak olan parti sayısıyla çarpmanız gerekir. Diyeceğim işte bu “kitlesel şahıslar” sözü edilen partilerin içinde geçtiğimiz gün kesin adaylar YSK’ya verilene kadar amansız bir kavgaya tutuştu. Meydan muharebesi gibi bir şey yani. Tahmin edeceğiniz gibi bu kavgacılar öyle “ideal, ütopya, müfkure, ülkü mülkü” peşinde değiller. Rant kapısından bal peteğine ulaşma hevesindeler.
Bu iş ezelden beri böyleydi böyle olmasına da, şu anda bu aday ve adaycıklar, devleti yöneten kişinin vaktiyle bayat simitleri beş kuruşa alıp, anasının ıslatması ve fırınlamasıyla taze simit gibi on kuruşa satarkenki haline bakıyorlar, bir de İstanbul Belediye Başkanı olduktan sonra yürüdüğü yolun sonunda bugün geldiği hali düşünüyorlar, haliyle zıvanadan çıkıyorlar. İşe muhtar olmakla başlayıp, “Allah’ın yürü ya kulum” diyeceği zamanlara sıçramak için her türlü “cihad” yolunda kendilerini paralıyorlar.
Her neyse. Bir fıkra anlatayım: İki Trakyalı bir sıcak yaz günü duvar dibine çömelmiş, sohbet ediyorlarmış. Derken o güne kadar hiç görmedikleri bir deve kervanı yolun ucunda belirmiş. Hüsmen şaşkınlıkla arkadaşına “bunlar nedir büle be kızanım” diye sormuş. Arkadaşı bakmış bakmış bir şeye benzetememiş, lakin bilmem dese küçük düşecek, “Te be bunlar hepten büledir” demiş. Biz de böyle deyip geçelim.
Gelgelelim, iş DEM Parti’ye dayanınca manzara farklanır. Bu parti şehitler, tutsaklar partisidir. Belediye kapısından ilk adımını atan DEM Partili, belediyenin öteki kapısında kendisini nelerin beklediğini bilir. DEM Parti adayları büyük ölçüde halk oylamasıyla aday olmuştur. Aday adayları arasında kimisi pek hoş olmasa da yaşanan rekabet “menfaat rekabeti” değildir. Bu bir bakıma savaş halinde, komutanın ucunda ölüm bulunan tehlikeli bir görev için “üç gönüllü öne çıksın” dediğinde üç yüz savaşçının birbirini ite kaka ön safa çıkması gibi bir şeydir. Mücadelenin ön safında olmak için yaşanan rekabete sadece şapka çıkarılır.
“Mücadelenin ön safında” olmak, halkın haklarını korumak için göğsünü zorbalığa karşı siper etmek isteyen bir DEM Partili, diyelim ki kendisine karşı haksızlık yapıldığını düşünse ve bunda haklı olsa bile, ölçüyü aşan bir tepki ya da dayatma içinde olmamalıdır. Çünkü mücadelenin ön safı yalnızca parlamento ve yerel yönetimler değildir.
Her yerdir.
Ve o her yerde Parti Eş Genel Başkanı’yla ilçeyi sabahın köründe açıp çayı demleyen parti üyesi arasında; Belediye Başkanı’yla o belediyede çalışan kanalizasyon işçisi arasında en küçük bir fark yoktur. Bugün başkansın, yarın ilçede temizlik nöbeti tutacaksın. “Ahlaki politik toplumun” ferdi olmak böyle bir şeydir.
Bitirirken ne zamandır dile getirmeyi düşündüğüm bir tuhaflıktan izninizle söz etmek isterim: Heval ya da yoldaş ya da arkadaş hitabı dururken, ağzımıza pelesenk olan şu “vekilim, başkanım, müdürüm” hitaplarından acilen vazgeçersek iyi olacak. Çünkü bütün bu hitaplarla anılan insanlar, bizzat o hitapları kullananlar tarafından o görevlere getirilmişlerdir. O görevler geçici, hevallik, yoldaşlık, arkadaşlık kalıcıdır.
Hele şu hevallik yok mu, zor, hem de çok zor bir zenaattir.