Adaylık başvuruları da tartışmaları da doğru aday arayışları da haktır. Bunların hiçbirini yadırgamıyorum, aksine bu tartışmaların tamamı demokratik işleyişin, katılımcılığın, halkçı siyasetin gereğidir. Toplumun kendisini temsil edecek adayları belirlemesi sadece sandıkla sınırlandırılamaz. Aday belirleme süreçlerine dahil olması da bu hakkının ve hatta sorumlu-luğunun gereğidir. Aksine her şeyin tek merkezden belirlendiği, yönetildiği, sorgusuz sualsiz kabul edildiği bir yöntem olsa olsa otoriter bir aklın ürünü olabilir.
Bütün bu ön kabullerle birlikte yine de adaylık tartışmalarının rahatsız eden bir tarafı olduğunu kendi adıma söylemek zorundayım. Mesele adaylık tartışmaları değil, tartışmanın yöntemi ve biçimidir. Bu tartışma yürütülürken ölçü nedir, kural nedir, yöntem nedir? Sistem içi partilerde yandaşlığın, taraftarlığın, çıkarın, makam ve mevki konusunda kendisini öne çıkarmanın, bunun için örgütlenmenin anlaşılır tarafı olabilir. Ama değerler üzerine kurulan yapılarda, bedel ödeyen halk hareketlerinde bunlar kabul edilebilir mi? Aday belirleme süreçlerinin eksiksiz, en doğru yöntemlerle işletildiğini iddia edemem. Bu konuda yapılan pek çok eleştiri yerindedir, doğrudur, hatta daha fazlasını yapmak pekâlâ mümkündür. Mesela HDP-Yeşil Sol Parti gibi bir kadın partisinde kadın adayların yüzde 50’den az olması, seçilebilecek yerlerde kadın aday sayısının düşük kalması haklı bir eleştiridir. Mesela halklara, inançlara, kimliklere yeterince yer verilmemiş olması eleştirebilir. Engellilerin yeterince temsil edilmemesi, işçilerin, emekçilerin listelerde yeterince yer bulmamasına yönelik rahatsızlık anlaşılırdır. Halkın kendisini temsil edecek daha nitelikli ve gerçekten kendi değerleriyle yetişmiş insanları talep etmesi de doğrudur. Fakat Yeşil Sol Parti’ye “Neden toplumun değişik kesimlerinden aday belirliyorsunuz?” gibi bir eleştiri yapılamaz. Yapılırsa bu partinin kimliği, programı, varlık gerekçesi, politik öncelikleri inkâr edilmiş olur. Demokratik siyaset açısından değerlendirilecekse adaylığı da vekilliği de hak edecek çok daha liyakatli, nitelikli binlerce ve hatta on binlerce insan var elbette. Fakat buna dayanarak yürütülecek bir “sen ben” tartışması “demokratik” bir tartışma olamaz.
Buradaki en büyük sorun temsiliyetin sadece vekilliğe, belediye başkanlığına yani sandık demokrasisine indirgeniyor olmasıdır. Pek çok insana “O kadar bedel ödedin, onca emeğin var sen neden aday olmadın?” ya da “Şunu şunu aday göstereceklerine en çok sen hak ediyorsun, seni neden aday yapmadılar?” denildiğine bizzat şahit oldum. Bu yaklaşım temelden sakattır. Mücadele, vekil olmak için, bir yerlere seçilmek için veriliyorsa şartlıdır, pazarlıklıdır ve asla sonuç vermez. Siyaset de mücadele de parlamentoyla sınırlı değildir, olmamalıdır. Gerçek halk öncüleri ve temsilcileri esasen sokaktadır, mücadele alanlarındadır, bedel ödüyorlar. Toplumsal temsiliyeti parlamentoya, belediye başkanlığına indirgemek bu halka da bu harekete de yapılabilecek en büyük kötülüktür. Kaldı ki faşizmi yenme iddiasıyla seçime girecek bir partinin kadroları kadar programı, beyannamesi, siyasetidir esas önemli olan. Bunlar adaylar, isimler kadar tartışılmıyorsa, adaylık tartışmalarındaki katılımcılık bu konularda gösterilmiyorsa bir sorun var demektir.
Ayrıca, “Kim aday oldu, kim olmadı?” tartışmaları sürerken faşizm boş durmuyor. Tecrit hayatımızı kuşatmaya, bir yönetim biçimi olarak kalıcılaşmaya devam ediyor. Her gün savaşta gençler ölüyor, doğa talan ediliyor. Depremde hayatını kaybeden 50 bin insanın yası sürüyor, hiçbirinin hesabı sorulmadı daha. Kürt halkının kimlik, dil ve özgürlük talepleri olduğu yerde duruyor. Bu halk yoksullaşmaya, acı çekmeye devam ediyor. Emine Şenyaşar hâlâ adalet için nöbet tutmayı sürdürüyor. Sömürü derinleşiyor; haksızlık, hukuksuzluk almış başını gidiyor. İşin özü bütün bunları durduracak bir toplumsal siyaseti örgütlemektir. Bu sorunlar sadece parlamentoya, seçilecek vekillere havale edilemeyecek kadar köklü, derin sorunlardır ve ancak örgütlü bir toplumun müdahalesiyle çözülebilir. Örgütlü toplum hayatın her alanında olduğu gibi parlamentoyu da bir mücadele alanı olarak görüp güçlü bir temsiliyet ile yer alabilirse mücadele açısından sonuç alıcı olabilir. Seçilmişlerle sınırlı ve temsili demokrasiyi yıllar içerisinde temsili mücadele şeklinde kabullenme yaklaşımı ciddi çıkmazları, derin sorunları kendisiyle beraber getirir ki bugün bunun pek çok emaresi mevcuttur.
Adaylık da dahil hepimizin daha fazla nitelikli, ön açıcı, kazanımcı tartışmalara hakkı ve hatta ihtiyacı var. Ama bu tartışmaları zamanında tüketip işin esasına yoğunlaşmak, meselenin özünü kaçırmamak aynı zamanda hepimizin sorumluluğudur. Önümüzde kazanılacak özgür bir yaşam, faşizmi yenme hedefi var. Bu hedef benim için isim tartışmalarından çok daha değerlidir.