(…) Temel insan haklarını oluşturan bir protokolü Türkiye neden 2001 yılından bu zamana dek onaylamamıştır. Türkiye’nin ayrımcılığın genel olarak yasaklanmasını öngören 12 nolu protokolü yıllardır onaylamaması maalesef ki Türkiye’de ayrımcılığa ilişkin yasal zeminin yeterince korunmadığı gerçekliğini açığa çıkarmaktadır
Nazmi Ayaz
Gerek dünya ülkelerinde gerekse Türkiye’de mevcut anayasanın, kanunların mevcudiyeti o ülkeyi “hukuk devleti” kılmaya yetiyor mu? Bu sorunun cevabı aslında tarihsel gerçeklikte yatmaktadır. Öyle ki tarih sahnesinde birçok devletin kendi amacı ve yararına göre şekillendirdiği kanun ve mahkemelerin varlığı aslında bu sorunun cevabını özetler niteliktedir. Devletlerin baskı politikalarını ve resmi ideolojileri çerçevesinde yapmış oldukları eylemlerini meşrulaştırmak adına sürekli mahkemeleri araçsallaştırdıkları ve bu eylemlerini mahkemeler eliyle uyguladıkları yadsınamaz bir gerçektir.
Tarihsel gerçeklikteki bu konunun inşa etmiş olduğu sıkıntıların bu şekilde ardı kesilmez bir sorunsala dönüşmesine karşın uluslararası hukukta bu konu spesifik olarak değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Uluslararası hukukta inşa edilen evrensel kurallar bütünü sayesinde devletlerin kendilerine araçsallaştırdıkları kendi yargı sistemleri artık baskı politikası aracı olmaktan çıkıp olumlu anlamda değişim göstererek temel anlamda uluslararası bir anlam ile evrensel bir boyut haline gelmiştir. Özellikle büyük yıkımlardan sonra ezilen insanlık değerlerini yeniden yeşertmek amacıyla insan haklarına uluslarüstü bir boyut kazandırma uğraşı içinde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ilan edilmiştir. “İnsanın eşit ve devir kabul etmez haklarının mutlak uygulanması ile birlikte bu mutlak hakların, devletlerde hürriyetin ve adaletin temeli olmasını” idealize eden ve bu doğrultuda devletlerin yargı sistemlerine esin kaynağı olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre “insanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk düzeni ile korunmasının temel bir gereklilik” olduğunu vurgulamaktadır.
Dolayısıyla Evrensel İnsan Hakları Bildirisi’yle ilan edilen hakların evrensel düzlemde ve etkin biçimde tanınmasının ve bunlara uyulmasının sağlanması için sonrasında da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) imzalanmıştır. AİHS, süreç içerisinde beraberinde birçok hak ve hürriyeti güvence altına alırken, aynı zamanda AİHS’in güvence altına aldığı hakların olası ihlalinin değerlendirilmesi için de uluslararası düzeyde İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kurulmuştur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kesin kararları bağlayıcıdır. Bu bakımdan AİHS’e taraf olan devletlerin AİHM kararlarını mutlak suretle uygulama zorunluluğu mevcuttur.
Bu bağlamda Avrupa birliğine üye olma isteğinin sonucu olarak AİHS’ye de mecburi olarak üyelik şartından dolayı Türkiye de zorunlu olarak AİHS’e taraf olmuştur. AİHS’e taraf olan devletlerde olduğu gibi Türkiye’nin de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin maddeleri ve protokolleri konusunda seçim hakkının bulunmadığı bir gerçektir. Zira her ne kadar Türkiye gibi Avrupa Birliği’ne girme yolunda uğraş veren taraf devletlerin, zaman içinde çıkarılan ek protokolleri imzalama yükümlülükleri bulunmasa dahi ve buna ilişkin hukuksal bir mekanizma yoksa da Avrupa Birliği’ne üyelik için bu devletlerin çıkarılan ek protokolleri de kabul etmesi bir nevi bir zorunluluk halini doğurmaktadır. Bu nedenle AİHS’e taraf olan Türkiye için de bir zorunluluk halinden bahsetmek mümkünse de halihazırda 12 Nolu Protokol gibi hayati öneme sahip birkaç protokol uzunca süredir imzalamış olmasına rağmen henüz onaylanamamıştır.
Türkiye, uzun yıllar önce AİHS’e taraf olmasına ve AİHS’in iç hukukun önemli bir parçası olması gerekmesine rağmen AİHS’nin ayrımcılığın yasaklanmasına dair 12 No’lu Ek Protokolü’nü de 18 Nisan 2001’de imzalamış fakat maalesef ki henüz onaylamamıştır. 12 Nolu Protokol ayrımcılık yasağını düzenlemektedir. Dolayısıyla temel insan haklarının uygulanması ve ayrımcılığın ortadan kaldırılması amacı ile eklenen protokolün temel felsefesi “yasayla düzenlenen herhangi bir haktan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal ya da başka görüş, ulusal ya da toplumsal köken, bir ulusal azınlığa mensup olma, mülkiyet, doğum ya da diğer statüler gibi herhangi bir temelde ayrımcılık yapılmaksızın, herhangi bir kamu makamı tarafından herhangi bir temelde ayrımcılığa tabi tutulmayacağı” yönündedir. Bu yönde temel insan haklarını oluşturan bir protokolü Türkiye neden 2001 yılından bu zamana dek onaylamamıştır?
Türkiye’nin ayrımcılığın genel olarak yasaklanmasını öngören 12 nolu protokolü yıllardır onaylamaması maalesef ki Türkiye’de ayrımcılığa ilişkin yasal zeminin yeterince korunmadığı gerçekliğini açığa çıkarmaktadır. Bu sözleşme aslında Türkiye’de insan haklarına ilişkin yasal zemini sağlam bir temele oturtarak gerçek anlamda tüm bireylerin eşit olmalarını sağlamak açısından bir gereklilik iken ve en basitinden bireylerin anadillerini konuşmaları, öğrenmeleri ve anadillerinde eğitim görmelerinin yolunu açıyor iken, Türkiye’nin buna ilişkin çabasının olmayışı çoğulculuğu bir ölçüde reddettiği anlamına gelmektedir.
Öyle ki Kopenhag kriterlerinden olan 12 nolu protokolün, etnik, dilsel, dinsel ve diğer öteki gruplara karşı resmiyette olan ve olmayan her türlü ayrımcılığı yasaklamasına karşın Türkiye’nin hala onaylamadığı görülmektedir. Bu protokole ilişkin tutumun arkasında yatan endişenin ne olduğu kamuoyuna açık bir şekilde anlatılmalıdır. Herhangi bir endişenin olmadığı kanısına varıldıysa -ki yukarıda belirtilen maddelerin uygulanmaması endişe verici olarak görülmektedir. Bütün bu anlatılanlar temelinde kurulacak yeni hükümetin en güçlü adayı ve neredeyse kazananı olarak kendisini konumlandıran, en büyük vaadi temel hak ve özgürlükler olan ve ülkeye demokrasi, eşitlik, adalet, özgürlük sözü veren CHP’nin tutumu şimdiden merak konusu olmuştur.