Ahmet Tulgar – Pazartesi Söyleşisi
Kemal Aytaç kamuoyunun yakından tanıdığı bir hukukçu. Yıllardır ülkenin gündemindeki en önemli siyasi davalarda savunma sıralarındaki yerini alır, hak ihlali davalarını inatla takip eder, toplu savunmalara öncülük eder. Fakat Kemal Aytaç’ın bir başka özelliği de hem baro içinde hem de sokakta avukatlık mesleğinin gereğini bir demokrasi ve sivil toplum mücadelecisi olarak da yapmasıdır. Ve bunu yaparken toplumun diğer demokrasi ve sivil toplum güçleriyle de yan yana durur. Nisan 2017’den beri ise her hafta sürdürdükleri Adalet Nöbeti’ne öncülük ediyor. Kemal Aytaç ile Türkiye’nin hukuk meselelerini ve avukatlık mesleğinin bu döneme özgü sorunlarını konuştuk. Meslektaşı Gülendam Şan Karabulutlar da söyleşimize katıldı. Bunu da belirtmek isterim.
Adalet Nöbeti, adaletsizliklerin peşi sıra geldiği bir dönemde hukukçuların dirençle sürdürdüğü uzun soluklu bir eyleme dönüştü. Bu eylemle hedeflenen nedir, nelere işaret ediyorsunuz?
Adalet Nöbeti, Nisan 2017 tarihinde her ne kadar Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonda gözaltına alınarak tutuklanan üç meslektaşımız nezdinde başlamış olsa da nöbetin devam ettiği zaman boyunca avukatlara, gazetecilere, akademisyenlere dönük baskıların artması; gözaltına alınmanın tutukluluk ile sonuçlanmasının olağan hale gelmesi; içinde “barış, adalet, hak, hukuk” geçen her etkinliğe dönük orantısız müdahaleler, aslında özetle ülkemizde yaşanan hukuksuzluklar, adaletsizlikler arttıkça haftalık bir kürsü haline geldi. Avukatlar, bu yaşanan hukuksuzluklara karşı seslerini duyurabildikleri bir kürsü olarak gördü Adalet Nöbeti’ni ve sahiplendi bu eylemi. Hedefimiz, umudumuz aslında çok açık; demokratik bir yönetim, düşünce ve ifade hürriyetinin kullanılabildiği bir ortam, soruşturmaların ve yargılamaların talimatla yapılmadığı, içinde adaletin olduğu bir yargı sistemi.
Bugün Türkiye’de adaletin yeniden tesisi için size göre öncelikli olarak hangi kurumsal reformların yapılması gerekiyor?
Türkiye’de uzun zamandır kurumlara atfettiğimiz evrensel anlamlar liyakat eksikliği ve eşitlik ilkesinin ortadan kaybolması nedeniyle değerlerini gerçek anlamı ile kaybetmiştir. Bu nedenle de var olan kurumların sorgulanması önceliklidir. Dolayısı ile reform yerine başka çözümlerin, belki de bir sürecin yeniden inşasının düşünülmesinin gerekliliği ortadadır.
Yakın tarihe ya da son birkaç yıla baktığınızda, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olma vasfını tümüyle yitirişinde hangi aşamalar etkili oldu? İktidar adımlarını atarken, muhalefet size göre hangi hataları yaptı da bu duruma geldi hukuk düzeni?
Aslında ülkemizde; her bir darbe döneminde değişmiş Anayasamız ve temel yasalarımız var. Yaklaşık son yirmi yıldır ise; torba yasa diye adlandırdığımız yasalarla değişen temel yasalarımız ve akabinde 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra FETÖ ile mücadele adı altında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler ile değişen yasalar ve yargı usulleri var. Değişen bu yasaların temel amacı hukuk devletini tesis etmek için değil; devleti korumak için olduğundan maalesef gittikçe baskıcı bir yargı sistemi ortaya çıktı. Sulh Ceza Mahkemeleri’nin Sulh ceza Hakimlikleri’ne dönüştürülmesi ve bu hakimliklere neredeyse şehirleri yönetme, her türlü tedbiri alma, önüne geleni tutuklama yetkilerinin verilmesi; terörle mücadele kapsamındaki suçlara bakan savcıların yetkilerinin genişletilmesi; Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin özel yargılama usulleri ile donatılması ve daha da önemlisi savunmanın hareket alanının tam tersi azaltılması, işlevsizleştirilmesi, etkisiz hale getirilmesi ülkemizde hukuk devletinin işlevini yitirmesinde önemli aşamalar olarak görülebilir. “İktidar adımlarını atarken, muhalefet size göre hangi hataları yaptı da bu duruma geldi hukuk düzeni?” Bu soruyu cevaplamak biraz zor. (Gülüyor.)
Hukuk devletinden uzaklaşılması Türkiye toplumunu sosyolojik olarak nasıl etkiliyor?
Toplumun adalet duygusundaki sarsılma öncelikle insanları bir araya getiren ortaklık fikrinin aşınmasına ve yurttaşların kolektif eylemler yerine bireysel alanlarına çekilmelerine neden olmuştur. Bu yüzden yurttaşlar kamusal alanda söz söyleme ve eylemde bulunma yetilerini yitirdiler; yaşamlarını korku ve güvenlik arasındaki kısıtlı alana indirgeyerek yurttaşlık doğalarını kaybettiler. Bireylerin pratik ve işlevsel imkanlar alanlarının genişlemesine rağmen hakikat ve sorumluluk fikrinin ortaya çıktığı evrensel imkanlar alanlarının daralması öncelikle insanların toplumsal hayata yabancılaşmasına neden oldu. Bunun en somut örneğini normal koşullarda toplumsal hayata ve üretime katılmaları beklenen bireylerin umutsuzluğa kapılarak ülkeyi terk etmeleridir. Böylece toplum gidenler ve geride kalanlar olarak yapay bir şekilde bölündü. Sağlıklı bir toplumsal hayat kendi sorunlarına çözüm bulan bir hayattır. Toplumsal krizler belli bir irade gösterilerek yüzleşilmesi gereken süreçler olarak değil tam da böylesi bir karar alma, yüzleşme olanağının, ihtimalinin yokluğu olarak deneyimleniyor. Şu halde kolektif kararlar verilecek, hükümde bulunulacak, dahil olunacak bir kriz değil, bir tür maruz kalma hali ile karşı karşıyayız. Günümüzün tahayyülsüzlük ufku, dayanılmaz olanın görülmesini, yeni olanın ortaya çıkmasını ve özgürlüğün somut etkinliklerle içerik kazanmasını engelliyor.
İktisatçılar tarafından sık sık ekonomik krizin aşılması için tekrar hukuk düzenine geçilmesi gerektiği ifade ediliyor. Hukuk düzeninin gerekliliği, adaletin tesisinin aciliyeti ekonomiyle gerekçelendirildiğinde siz bir hukukçu olarak ne hissediyorsunuz?
Adalet tesisinin aciliyeti ekonomik koşulların iyileştirilmesi talebiyle ele alındığında var olan krizin çözümü olarak sunulan tasarılar krizi sonlandırmak yerine daha da derinleştirebilir. Ekonomik gerekçelerle hukuk düzeninin araçsallaştırılması özgürlükler alanının daha da daralmasına neden olabilir.
Avukatlık mesleğinin iktidar tarafından kriminalize edilmesi sivil toplum tarafından yeteri kadar ele alınıyor mu? Toplumsal dayanışma hissediyor musunuz size yönelik olarak?
Kamusal alanın daralması nedeniyle sivil toplum yurttaşların bir araya geldiği bir eylem birlikteliği olarak ortaya çıkamadığı için toplumsal dayanışma yeterince genişleyemiyor. Bu yüzden avukatlık ve akademisyenlik gibi mesleklerin organik dayanışma mekanizmalarının dışında kaldığını söyleyebiliriz.
Barolar, Türkiye’de iktidarı denetleme işlevini yerine getirebiliyor mu? Türkiye’deki bütün baroların birleştiği asgari bir hukuk kriteri var mı? Ülkenin bütün baroları arasında bir koordinasyondan söz edebilir miyiz?
Avukatlığın amacı, Avukatlık Kanunun 2. Maddesinde; “…hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini…” diye tanımlanır. Yine aynı kanunun 76. Maddesinde Baroların kuruluş amacını diğer unsurların yanında; “…insan haklarını savunmak ve korumak” olarak tanımlar. Türkiye Barolar Birliği de bütün baroların katılmasıyla oluşan bir kuruluştur. Barolar birliği mevcut iktidara yaslanan bir tavır ve tutum içindedir. Ülkemizde hukuku ve demokrasiyi savunma ihtiyacı son derece önemli iken Barolar Birliği bunun yerine siyasi iktidarla örtüşen söylem ve tutumlar izlemektedir. Mevcut 79 baro kendi içinde farklılıklar arz etmektedir. Barolar yapısı gereği birbirinden bağımsızdır ancak büyük barolarımızın hukuku ve demokrasiyi savunma noktasında tutum aldıklarını söyleyebiliriz. Önümüzdeki süreç barolar ve Barolar Birliği açısından çetin mücadelelere konu olacaktır. Yüzlerce Barolar Birliği delegesinin istifa çağrısına rağmen Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu halen orada oturmaktadır. Başta büyük barolarımız olmak üzere tüm barolarımızın önünde avukatlığı, hukuku, demokrasiyi savunacak bir Barolar Birliği’ni göreve getirmek bir vazife olarak durmaktadır. Ben bunu yapacaklarına inanıyorum.
Avukatların karşı karşıya oldukları tehdit ve riskler onları nasıl etkiliyor?
Ülkemizde genel olarak hukuk güvenliğinin olmayışı, yargı kurumlarına olan güvensizlik, bütün halkı olumsuz etkilemektedir. Hal böyle olunca halkın hak arama özgürlüğünün temsilcisi olan avukatların bundan çok daha fazla etkilenmeleri doğal bir durumdur. Bu aynı zamanda savunma kurumun temsilcisi olan avukata karşı da bir güvensizliği ve değersizliği ortaya koymaktadır. Siyasal iktidarın sürekli olarak avukatlara ve savunmaya karşı olumsuz tavır ve tutum içinde olması hem mesleği yerine getirmenin hem de diğer bakımlardan da, yani ekonomik sosyal, kültürel her bakımdan toplumum önüne bir engel olarak olarak çıkmaktadır. Ülkemizde avukatlık ne yazık ki bu derece zor koşullarda adeta yapılamaz hale getirilmektedir. Bundan kurtulmanın bir tek yolu avukatların baroların ve toplumun diğer tüm kesimlerinin hukuk ve demokrasi mücadelesini işletmesinden geçmektedir. Bunu yapmalı ve başarmalıyız; başka seçeneğimiz yok.
Türkiye için bir gelecek umudunuz var mı kısa veya orta vadede?
Elbette var, umut olmadan mücadele olur mu? Ülkemizde son yıllarda hukuka, adalete olan inanç ve güven son derece düşük, neredeyse hiç yoktur. İnsanlık tarihi bu arayış ve bunun mücadelesi ile doludur. Ne kavgalar, ne uğraşlar verilmiştir. Umut ve inancımız gereği iki yılı aşkın zamandır Adalet Nöbeti’ni sürdürüyoruz ve sürdüreceğiz. Savunmaya özgürlük ve herkes için adalet taleplerimizle.
Vicdanlı olanlar konuşmalı
Cumhuriyet çalışanlarından bir grup yine cezaevinde. Anayasa Mahkemesi de, yine Cumhuriyet yönetici ve yazarlarının ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği gerekçesiyle yaptıkları bireysel başvuruları reddetti. Bu konuda yorumunuz nedir?
Cumhuriyet çalışanlarına gelince; Cumhuriyet davası hukukun nasıl ayaklar altına alındığı, ikiyüzlü bir yargılamanın nasıl olabileceği konusunda önemli bir örnek oluşturmuştur. Yargının sorumluları yani savcılar ve yargıçların nasıl kitabın kurallarını, kanunun gereklerini yerine getirmeyip yürütmenin talimatlarıyla adeta bir infaz kurumu haline geldikleri bizim için bir ibret belgesi olmuştur. Bu davada suç ve suçlu yoktur ama yaratılmıştır, sahte, uydurulmuş delillerle, gizli tanık komiklikleri ile ve daha bir dolu hukuksuz tavır ve tutumlarla da insanlara cezalar verilmiştir. Adaletin sürekli ve düzenli katledildiği bir süreçten geçiyoruz. Hukuku ve demokrasiyi savunmaktan başka çaremiz yok. Ve buna hepimizin, herkesin ihtiyacı var. En çok da vicdanımızın buna ihtiyacı var. Namuslu ve vicdanlı yürekler susmamalı, konuşmalı, mücadele etmeliyiz. Bu hain saldırıyı bertaraf etmek bizim elimizdedir. Adalet için mücadeleye devam.