Hicri İzgören
“Geçmişi, yaşananı yok saymak, iktidarda olan bazılarının iddia ettikleri kadar kolay değildir. Bu dünyada hâlâ olanları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan bile varsa bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter; ahlaki çölde haykıran bir insan, önce biri, sonra biri daha, adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter. Tarih bizi dinliyor olabilir, tarih bize cevap verebilir” diyor Ariel Dorfman.
İşte o ‘bir tek insan’dan biri… Günlerdir aylardır orada. Kar, kış demeden, baskı, gözaltı demeden, acısıyla çığlığıyla orada… Adalet dağıtmanın, hak-hukuk gözetmenin adresi olması gereken mahkeme kapısının önünde adalet nöbeti tutan, vicdanlara seslenen o anne orada. Adaletin yerini bulmadan yarasının kabuk bağlamasına izin vermeyen o anne: Emine Şenyaşar.
***
Emine Anne’nin sürdürdüğü bu eylem artık salt kendi sorununu topluma duyurmanın ötesinde genel olarak barışın, adalet ve hakkaniyetin simgesi haline geldi. Kişi ve kurumlar bu onurlu duruşu görüyor ve desteksiz bırakmıyor.
Sağlığın olmazsa olmazı barış ve demokrasi olduğu bilinciyle bunun çabasını sarf edenleri unutmamak, bir adım öne çıkmışlarımızı onurlandırmak, barış ve demokrasi mücadelesini yürütenleri bir araya getirmek üzere Diyarbakır Tabip Odası tarafından 1990’lı yılların savaş ortamında 14 Mart Tıp Bayramı Haftası etkinlikleri kapsamında “Barış, Dostluk ve Demokrasi” ödülü verilmeye başlandı.
Bu yılki ödül; her türlü baskılara, müdahalelere, gözaltılara, soruşturma açılmalara, kötü hava koşullarına rağmen kararlı bir şekilde adalet nöbetini sürdüren, benzersiz sivil itaatsizlik eylemiyle Türkiye’deki adaletsizliği teşhir eden, adalet arayışının sembolü olan, adaleti tesis etmekle yetkili olanların körlüğü ve sağırlığı adalet talebini sokağa taşıyarak hepimize gösterdiği gerekçesiyle Emine Şenyaşar’a verildi.
Ödülünü TTB Yüksek Onur Kurulu Üyesi Dr. Mahmut Ortakaya’nın elinden alan Emine Ana, adalet için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğini söyleyerek kararlı olduğunun bir kez daha altını çizdi.
***
Türkiye yakın tarihi, katliamların, kayıpların ve faili meçhul bırakılmış cinayetlerin yaşandığı sümen altı edilmiş dosyalarla doludur. Yaşananların toplum nezdinde normalmişçesine kanıksanması ve unutulması için türlü yöntemler kullanıldı. Cezasızlık bunların başında gelir.
Bu alandaki dosyaları zamanın unutkanlığına terk ettiler, dava dosyalarını raflarda bekleterek zaman aşımına uğratıp, çoğunu kapattılar. Bu alanda cezasızlık rutin bir hal aldı.
Hukukçular, cezasızlığı fiili veya yasal olarak bir hak ihlalinin faillerinin var olan veya olması gereken yargı süreçlerine tabi tutulmaması veya uygun şekilde cezalandırılmaması ve mağdur edilenlerin onarım hakkına erişememesi olarak tanımlarlar.
Yasal mevzuat yokluğu, mevcut yasaların hak ihlallerini gidermeye uygun olmaması, mevcut yasaların hak ihlallerini gidermeyi engellemesi, hukukun etkili şekilde uygulanmaması veya hukukun uygulanmasının fiili olarak engellenmesi nedeniyle soruşturmaya konu olması gereken bir hak ihlalinin faillerinin olması gereken yargılama süreçlerinin herhangi bir aşamasında korunarak soruşturulmaması, tutuklanmaması, yargılanmaması veya uygun şekilde cezalandırılmaması ve mağdur edilenlerin onarım hakkına erişememesidir. Burada altı çizilen konu devletin sorumluluğudur.
Cezasızlık, devletin veya devletin desteklediği, yönlendirdiği veya göz yumduğu aktörlerin yarattığı insan hakları ihlalleri ile ilgili devletin yükümlülüklerini yerine getirmemesiyle ortaya çıkar.
Türkiye’nin bu konuda sicili bir hayli bozuk. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru yolunu açmasının ardından insan hakları ihlalleri nedeniyle AİHM, Türkiye hakkında defalarca ihlal kararı verdi. Yüzlerce vakada, ihlallerle ilgili etkili soruşturma yapılmadığı ve fiili bir cezasızlığın sürdüğünü ortaya koydu.
Birçok olayda olduğu gibi Şenyaşar Ailesi de adalet istiyor. Yasaları uygulayın. Suça ortak olmayın. Şenyaşar Ailesi için adalet. Herkes için adalet.