Hani bir kaşık oyunu var. İki kişi kaşıkları ağzıyla tutar ve karşısındakinin kafasına vurmaya çalışır. Tabii ki kaşıkları dişle sıkıştırıp karşı tarafa vurmak çok hafiftir. Bu arada devreye üçüncü birisi girer ve durumun farkında olmayan kurbanın kafasına kendi elindeki kaşıkla gayet sert bir şekilde vurur. Kafasına o sert kaşıkları yiyen taraf hileyi fark edene kadar, bu böyle devam eder.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi” tam da böyle bir kandırmaca. Neymiş, onlar şimdi devlette tasarrufa gidiyorlarmış. Neymiş, artık makam arabaları az olacakmış. Neymiş çok lüks otellere gitmeyeceklermiş. Ne büyük tevazu.
Bunun bir karşılığı olur değil mi? Devletlularımız bu kadar tutumlu olurken, kıt kanaat yaşarken, bizim gibi paryalar boş mu duracak? Bizlere de bazı büyük ve anlamlı fedakarlıklar düşer elbette.
Zaten bütün bu taklalar, bize o büyük bir fedakarlığı yutturmak için.
Onların fazla makam arabası olmayacak, biz de fazla ekmek yemeyeceğiz, ne var ki bunda? Onlar üç-dört yerden maaş almayacak, bizler açlık sınırının altında bir ücret ya da maaşla hayatta kalmaya çalışacağız. İşte Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yüksek adaleti.
Bu sahte tasarruf paketi alay-ı valayla ilan edildikten sonra, asıl ve tek fedakârlık emekçilerden, emeklilerden ve tüm halktan istenecek. Denecek ki biz yaptık, şimdi sıra sizde. Varlığınız AKP iktidarının varlığına armağan olsun. Hatta bunu kutsal bir görev olarak mutlulukla isteyin. Ne kadar güzel bir memleket, ne kadar güzel bir dünya değil mi? Hayat AKP’lilere güzel.
Muhteşem pakette ne kadar tasarruf yapılacağına dair bir veri yok ne hikmetse. Cumhurbaşkanı bu pakete atfen 100 milyar lira kadar tasarruf olabileceğini söyledi. Sırayla gidelim, peki 2024 bütçesinin açığı ne kadar? 2 trilyon 652 milyar. Gözünüzü seveyim milyar ve trilyonlara dikkat edelim, lira ve dolara da. Bu hesap içinde, yapılacak 100 milyar liralık tasarruf, size de devede kulak gibi gözükmedi mi?
Türkiye’nin Gayrisafi Milli Hasıla’sı kabaca 1 trilyon dolar diyelim. Tasarruf edilecek 100 milyar lira aşağı yukarı 3 milyar dolar eder. Bu kadar yaygarası koparılan tasarrufun paketinin karşılığı Gayrisafi Milli Hasıla’nın binde üçü yani. Binde üç, yüzde üç değil. Yaraya merhem olacak bir meblağ değil, gözbağcılık yapıyorlar.
“Palyatif çözüm” diye bir söz var kullanımda. Bu söz “pelerin” kelimesinden geliyor. Ana sorunu bir pelerinle örtmek gibi düşünebiliriz. Durum tam olarak bu. Koskoca iktisadi bir krizle karşı karşıyayız ama sanki bu kriz, basit bir tasarruf tedbiriyle çözüme kavuşur gibi gösteriliyor.
Asgari ücret, TÜRK-İŞ’in Nisan ayında açıkladığı 17.725 liralık açlık sınırının altında. 10.000 lira maaş alan emekliler bu açlık sınırının iki kez altında neredeyse. Buna rağmen denmek isteniyor ki Temmuz ayında ücret ve maaşlara herhangi bir zam olmayacak. Reva görülen açlık sınırının da ötesi ne olabilir? Demek ki ölümden öte köy yokmuş ama açlıktan öte köy varmış.
Sorun açlık ve yoksulluk koşulları. Bunun devam edeceği ilan ediliyor bu paketle. Durum böyle iken devlet kademesinde ufak çaplı bir tasarruf gündeme getiriliyor. Açlık ve yoksulluğa karşı, ücret ve maaşların yükseltilmesinden bahseden yok. Karnı tok, sırtı pek olmaktan, tam refahtan bahseden yok.
Halkın ihtiyaçları beslenme bazında bile karşılanamıyorken, halkın ihtiyaçlarını kamu hizmeti olarak karşılayacağız diyen yok. Onun yerine tasarruf tedbirleri arasında “sosyal tesisleri ekonomiye kazandırmak” başlığının altında kamu mülkiyetinin son kırıntılarını da yok etmeye çalışmanın sinsiliği var. Halkın bir gidip çay içtiği yer kalmışsa, o da satılacak yok pahasına.
Geniş tanımlı işsiz sayısı 10 milyona yaklaşmışken, paket diyor ki emeklilik olmadıkça personel alımları yapılmayacak. 6 saatlik iş süresinden ve tam refahtan bahseden yok.
Büyük sermaye için vergi muafiyet ve istisnaları devam ediyor. Kimse şirket ve bankaların yüksek kârlarından, ranttan, döviz mevduatından ve servetten vergi almaktan bahsetmiyor.
2002’den beri kamu ihale yasası toplamda 200 ve neredeyse ayda bir kere değiştirilmiş durumda. Devletin bu kaynakları ihaleler aracılığıyla kime akıtılıyor diye soran yok. Buradan on milyarlarca dolar akıp gidiyor.
Bizim ülkemizde büyük sermayeye serbest piyasa ekonomisi asla uygulanmıyor. Büyük şirketler eğer yolcu taşıyacaksa yolcu garantisi var. Eğer köprü yaptıysa geçiş garantisi var. Eğer sağlık alanını ele geçirdiyse hasta garantisi var. Her şey garantili ve planlı. Yolcu, geçiş, hasta olmazsa alicenap devletimiz bunların karşılığını tıkır tıkır ödüyor. Kapitalizm hiç sökmüyor onlara. Tersten, bırakınız yolcu olmasınlar, bırakınız geçmesinler, bırakınız hasta olmasınlar diyemiyoruz.
Erdoğan bize “Siz bir merminin fiyatını biliyor musunuz” şeklinde sorabiliyor. Gelgelelim biz ona “Sor bir bakalım biz o merminin atılmasını istiyor muyuz?” diye soramıyoruz. O merminin atılmasını, o merminin bize pahalıya patlamasını, sonra da başımıza kakınç edilmesini istemiyoruz.
Bu kadar büyük bir iktisadi krizin karşılığı küçük bir tasarruf paketini ortaya koyup ıslık çalmak değil, hakkıyla yerine getirilememiş hükümet olma görevini terk etmektir.
En büyük savurganlık bu hükümetin devam etmesidir.
Halktan affınızı isteyin.