‘AKP-MHP faşist iktidarı, halkın dipten gelen öfke dalgasını gördüğü için çare arıyor. Acının ortaklaştıran gücünü ve başkaldırmanın bu güçten geleceğini fark eden iktidar, bildiği tüm yollardan toplumu susturmak istiyor. Ama artık çok geç’
Leyla Güven*
“Gittiler gecenin karanlığında ellerinde doğmamış güneşin izi” geride kalanlar ise ne ölü olacaklar ne de diri. Sonsuz bir yasa bürünüp “Neden ben değil onlar” sorusuyla yaşayacaklar besbelli. Acının tarifi yapılamaz kuşkusuz. Çünkü acı insanın ruhunda, her coğrafyada, her zeminde aynı hassasiyeti aynı tahribatı yaratır. Roboskî’de bombalarla katledilen çocuklarla enkaz altında kalan çocukların bir farkı olabilir mi? Taybet Anne’nin sokak ortasında 7 gün bekletilen cenazesi ile Hataylı annenin enkaz altındaki bedeni arasında bir fark olabilir mi? Ceylan Önkol’un, Uğur Kaymaz’ın bedenlerindeki yaralarla enkaz altındaki çocukların bedenlerindeki yaraların bir farkı olabilir mi? Enkaz kıyılarında çocuklarının kurtuluşu için çırpınan Hataylı, Maraşlı, Adıyamanlı, Malatyalı annelerin bir farkı olabilir mi?
Hep kavga olmadı mı yaşamları?
“Annem çok küçükken öldü beni öp, sonra doğur beni” diyor ya sevgili Cemal Süreya, işte bütün anneler evlatlarını, sevdiklerini 6 Şubat sabahı yeniden doğurmak istediler ama bu kez doğum sancıları çok farklıydı. Maalesef birçoğu ölü doğdu. Annelerin dizi boş kaldı. Annelerin acıları bununla da bitmedi. Bu kez de geride kalan çocukları için mücadeleye devam etmek zorundalar. Gerçeklik odur ki hayat sadece ölenler için duruyor. Geride kalanlar için ise devam ediyor. Bütün varlığı, hatıraları, umutları enkaz altında kalan anneler, bu kez de geride kalanlar için enkaz kıyılarında bir tas çorba, bir dilim ekmek, bir çadır, bir soba diye çırpınıyorlar. Zaten hep kavga değil midir kadınların yaşamı? Kadınlar yaşamak ve yaşatmak için sistemlerle, devletlerle, erkeklerle hep kavga etmek zorunda kalmadılar mı? Özdemir Asaf’ın “Siz hiç birikmiş bir özlemi, gelmeyecek bir gideni, olmayacak bir nedeni beklediniz mi?” dizelerini aklıma getirdi bütün bu yaşananlar.
Yaşamı anlatıyorlar…
Annelerimiz enkazın başında dokunuşlarıyla her şeye rağmen yapıcı, umut dolu sözleriyle, karşılıksız emekleriyle herkese moral ve yaşam kaynağı olmaya çalışıyorlar. Yaşamın devam ettiğini, yaşamanın aslında direnmek olduğunu anlatıyorlar. Maraş’ta, Sivas’ta, Dersim’de, Sur’da, Cizre’de öldürülüp tekrar dirilen halkının gerçekliğini anlatıyorlar. Yüreğimizin sızlayan yarası Dersim’in kayıp kızlarına Maraş’ın, Adıyaman’ın, Malatya’nın, Hatay’ın da kayıp kızlarının eklendiğini söylüyorlar. Annelerimiz çok dirençli olduklarını, nice badireler atlattıklarını, doğal afet de devlet afeti de gördüklerini anlatıyorlar. Van, Elazığ, Marmara depremlerini de gördük, kargo ile gelen evlatlarımızın cenazesini de gördük, Şırnak’ın Nusaybin’in, Yüksekova’nın kepçelerle yerle bir edildiğini de gördük. Dolayısıyla annelerin acıları da direnişleri de evrenseldir.
Kadınların öfkesi, onların kabusu olacak
Anneler Türkçe, Kürtçe, Arapça, Ermenice, Süryanice haykırdıkları ağıtlarda topluma halkların kardeşliğini anlatıyorlar. Bugün onların hawarları/çığlıkları dağlarda, ovalarda, vadilerde her dilde yankılanıyor. Nasıl ki Dersim Katliamı’na tanıklık eden kayalar ağlıyorsa depremi yaşayan illerimizin dağı, taşı, toprağı da bu hawarları/çığlıkları bağrında bir isyan olarak saklayacaktır. Charles Dickens “İnsan bedenini örten ne olursa olsun duygular onu deler geçer” diyor ya deprem meydanlarındaki insanların duyguları da başta devletin çürümüşlüğünü, riyakarı, arsızı, soysuzu delip geçiyor ama unutulmasın ki her şey halkın hafızasında kayıt altında. Hiç kimse hamasi nutuklarla bu sorumluluktan kurtulamaz. Annelerin, kadınların haklı ve meşru öfkesi onların kabusu olacaktır. Çünkü yaralayanlar ölene dek yaralanmışlardır.
Dayanışma 8 Mart’ı
Hiç kuşku yok ki 2023 yılının tüm etkinliklerinin tek gündemi deprem olacaktır. Ülkedeki bütün kadın hareketleri, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliklerini, felaketi yaşayan illerde kadınların, annelerin yaralarını sarmak, onların acılarına, kederlerini ortak olmak için değerlendiriyor. Çünkü bu doğal afet zaten zirvede olan yoksulluğu, sefaleti, kadına yönelik şiddeti ve her türlü imkansızlığı daha da büyütecektir. Bu nedenle de bütün kadınların görevi, enkaz altında, yanında, yakınındaki kadınların sessiz çığlığını yüksek sesle duyurmaktır.
Bu zihniyeti teşhir etmek önceliğimiz olmalı
Hayatın zaten hiçbir zaman normal olmadığı bu coğrafyada kadın olmanın dayanılmaz acılarına yenileri eklenince yük çok ağır oluyor. Çocukların evden ekmek almak için çıkıp “terörist” damgasıyla mezara girdiği, çocuk istismarının “münferit”, maden göçüğünde ölmenin “fıtrat”, erken müdahale edilmediği için enkazda donmanın “kader” olduğunu belirten zihniyeti teşhir etmek biz kadınların önceliği olmalıdır. Bu ülkede toprakların yüzde 93’ü, nüfusun ve sanayi kuruluşlarının yüzde 98’i, barajların yüzde 95’i ve enerji santrallerinin yüzde 50’sinden fazlası deprem bölgesi içinde kalıyor. Bu konuda hiçbir önlem almayan erk zihniyet Kürt’ün inkarı üzerinden kurduğu savaş konseptiyle sınır içinde ve sınır ötesinde ülkenin bütün kaynaklarını seferber ederek dağı, taşı bombalıyor.
Hesap soracağız
Tam da 8 Mart vesilesiyle yıkılan kentlerin kadınlarıyla bu konuda erkçi sistemden hesap soracağız. AKP-MHP faşist iktidarı, halkın dipten gelen öfke dalgasını gördüğü için çare arıyor. Acının ortaklaştıran gücünü ve başkaldırmanın bu güçten geleceğini fark eden iktidar, bildiği tüm yollardan toplumu susturmak istiyor. Ama artık çok geç. “Yoksul vahşilere” medeniyet götüren beyaz adam kibri ve pespayeliği ile ortaya koyduğu hiçbir projesi tutmayacaktır. Bu hayatta kalmaktan belki de utanan kalabalığın, cesedi korumak için battaniyeden yaptığı siperler ve yok oluşun sembolü ölüm torbasına aktarmış görüntüleri toplumu hiçbir noktaya saptırmadan direk iflas etmiş düzene, tükenmişlik yaşayan devlet olgusuna götürmektedir.
Biz kadınlar acılarımıza tutunup bu kadar büyük bir yıkımdan çıkmanın yeni bir başlangıç ile mümkün olacağını biliyoruz. En etkin protesto ışığın sızdığı çatlaktan bir isyan yaratmaktır. Acıya verilen ilk tepki kaynağını tespit edip bertaraf etmektir. Biz kadınlar günlerdir dinmeyen acımızın kaynağını biliyoruz. Artık dayanışma ile sevgi ile umut ile sorumlulardan hesap soracak ve hepsini tarihin çöp sepetine gönderecektir.
Yaralı yüreklerden öpüyoruz…
Bizler zindanlarda kısıtlı imkanlarla takip edebildiğimiz acı görüntülerde asılı kaldık. Her yurttaş gibi bizim de yüreğimiz enkaz başında bekleyenlerle, afetten etkilenenlerle birlikteydi. Elimizden gelebilecek tek şey belki de yanınızda olup elinizi tutabilmekti ama maalesef onu da yapamadık. Bizler tutsak kadınlar olarak, bu yıkımı yaşayan halkımızın yaralı yüreğinden öpüyoruz.
*Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Leyla Güven’in Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi’nden kaleme aldığı bu yazı JinNews’te yayınlanmıştır.