Bazı sorular sorulmalı. Mezarlara kadar giden düşmanlığın bitmeyen sürükleyişine sorular sorulmalı. Kuşaktan kuşağa devredilen bu mezarsızlık siyaseti gündem olmalı. Evlerden sokaklara, dağlardan ovalara, oradan caddelere düşen ölülerin bedenleri toprağa kavuşmalı.
Devlet var, hükümet var, yasa var, yasak var, yani her şey var. O halde cevap verme hakları da olmalı. Rencide etmenin, acı çektirmenin bir yasası olmalı. Serf, köle, göçmen, devletsiz, mülteci, sömürge ne ise bir adı ve bir hukuku olmalı. Çünkü kaçak dövüşmek sadece kurnazlık değildir. Devletler iyi bilir; devri dönmez, devran görmez anlık bir dövüştür kör dövüş. Unutkanlığını kanıksatır. Yok, eğer öyle bir dövüş değilse açık açık adını koymalı. Yani yasa olarak konulmalı ve denilmeli: size mezar bile yok. Cizre’de su yoktu, öğrenmiştik. Şimdi de mezar yok, mezarlık yok, cenazeler de sürgün.
Bu yokların feriştahıyla sınanmış Kürtler, hiç yoktu zaten. Düşünmesen yok oluyorlardı bazen. Yokluğuna dair hikâyeler uydurulan, varlığına dair de kanıtlar aranan Kürtlere ölüleri verilmiyor artık. Arada verilse de cenazeye parmak sayısı kadar katılacak kişiler belirleniyor, cenaze namazını kıldıran imamlar azarlanıyor. Ha, bir de karanlıkta gömülmesi emrediliyor. Bazı Kürtler bunu “şans” olarak görüyor. Anadillerinde ise “zulüm” diyorlar.
Tüm bunlar denilirken denilmeyip uygulanan vahşetlere karşı herkes eşyasından ölüsüne ona göre davranmalı. Bir fal değil, kader değil nasıl olsa. Gelen devriliyor devredeceğini miras bırakarak. Umudundaki çekmecelerden devletin mühürlü, imzalı çekmecelerine kadar.
Devlet yaşayanı es geçip ölüyü ölüye tanık yaparak yasalar ve yasaklar icat etti. Harıl harıl, aşırı çalışkan yasaklarla bahaneler kondurdu hayatlarımızın içine. Yeni yüzyıl icatlar çağıydı, yasaklar çağı olmalıydı oysa. Devletler icatlarını yasa ve yasaklarlarla doğrudan adımlarımızın izine katıyor. Formül bu. Suçunu dağıtıyor, adaleti cimri bir insan evladı gibi saklıyor.
Mardin Nusaybin’de, 2016 yılında yaşanan çatışmalarda oğlu Abdullah’ı kaybeden baba Metin Karaduman, dört yıldır oğlunun cenazesini arıyor. Bu dört yıllık süreçte yaklaşık elli cenaze gösteriliyor babaya. Ölü göre göre öldürülmüş oğlunu arıyor bir baba. Korku filmi değil, 1800’lerin dünyası değil. Yani ne tarih yanlış ne de konu. Düpedüz işkence. Yıl 2020, yer Türkiye.
Oysaki yası tutulmuş, taziyesi mazisi olmuş oğlunun mezarı olsun diye ha bire kan veriyor baba ve yetkililerle konuşuyor. Adli Tıp kurumlarına da gidiyor. Yılmıyor ama haklı olarak isyan ediyor. Baba Karaduman, şunu diyor: “Tüm aileler bu eziyeti çekiyor. Bu DNA’ların bir an önce çıkması ve cenazelerin teslim edilmesini talep ediyoruz. Bize işkence yapılıyor. Nusaybin’den çıkan cenazeler teşhis edilmiyor. Bir buçuk senedir ben dosyama ulaşamıyorum. Yetkililerden cenazelerimizi bize teslim etmelerini istiyoruz.”
O tarihlerde yetmişi aşkın cenaze farklı şehirlerde ve adına kimsesizler mezarlıkları denilen mezarlıklara gömülmüş. Bazılarından DNA alındı, bazılarından ise alınmadı. Onlarca aile o şehirden bu şehire ölü evlatlarını arıyor. Kimsesiz evlat yetiştirmedik diyorlar. Kimliksizlere kimsesizliği dayatıyorlar sadece.
Dini vecibeleri yerine getirmeyi inançları gereği yapan imamlar potansiyel şüpheli oluyor, bazen haklarında davalar açılıyor. Manastırının kapısına gelen insanlara yine inancı gereği yiyecek veren bir rahip tutuklanabiliyor. Oysa camilerde kindarlık vaazı veren, milliyetçiliği inancının üstünde gören imamlar kutsanıyor.
Tarihten önce bile vardı: Her ölenin mezar hakkı vardır. Yas da bir defa tutulur.
Bu bir rivayet değil bir gerçek. Rivayet olmayan bir başka şey ise şu: Bazıları bazılarından daha eşittir. Beka meselesi de bunun tek cetvelidir. Neyse ki uydurulan bekaların bakiyesi çabuk tükenir. Tarih öyle yazar.
Mezarlıklara yürümeliyiz. Ölülerimizin toprağına fidanlar dikmeliyiz. Artık yeni dönem, devrilen bir miras gibi. Artık yeni devran; ölülere bir fidan borcumuz var.
Boris Vian’ın bir kitabının ismidir: Mezarlarınıza Tüküreceğim. Umuttur bazen. Artık bir slogan veya bir odadan diğer odaya giderken bir sayıklanan. Yine de güzel bir öfke adıdır. Boris’e hürmet, öfkesinde yatan isyana hasret, buradayız.