Bir güzel insanı, gazeteci-yazar Necmettin Salaz’ı kaybettik.
İki gün önce ajanslara düşen haberde; ‘Süleymaniye’de yaşayan gazeteci ve yazar Necmettin Salaz, hayatını kaybetti’ diyordu. Yakalandığı Siroz hastalığıyla uzun zamandır mücadele eden Salaz son bir haftadır yoğun bakımda tutuluyordu.
Ölüm karşısında çaresizdir insan. Bir tanıdığımızı kaybettiğimizi duyduğumuzda başta inanası gelmez insanın. Kabullenme zor gelir. Sonra çaresizliğini anlar, gerçek kabullenilir ve anılar şeridi başlar hafızada.
O, mesleki etik bakımından örnek gösterilecek bir duruş sergiledi her zaman, en zor koşullarda bile bu duruşundan ödün vermedi.
Hangi kaynaktan bakarsak bakalım yaşam öyküsünde direngen bir mücadele görürüz.
Necmettin Salaz, 1958 yılında Van’da doğdu. 1979 yılında Van Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu. 1970’li yılların ortalarına doğru Kürt sol hareketlere yakınlaşmaya başlayan Salaz, sınıf ve ulusal mücadeleye yönelik etkinlik ve eylemler içerisinde yer aldı. Yürüttüğü çalışmalar nedeniyle 1980 Askeri Darbesi’ne kadar birçok kez tutuklandı.
1980 yılında gerçekleşen 12 Eylül askeri darbe ile Diyarbakır’a götürüldü. Bu süreçte öğretmenlik mesleğinden atıldı, kamu hizmetlerinden de ömür boyu men edildi.
Medya Haber TV’de de Başur Gündemi isimli bir program sunan Salaz’ın, ‘Bir Özgürlüğe Yürüyüş Destanı – Adule’, ‘Bir Derenin Gözyaşları – Zilan’, ‘Ortadoğu’nun Hiroşiması – Halepçe’, ‘Roboskî’ye Ağıt’, ‘Kürtmüşüz’ ve ‘Gözlerin Gözlerime Kapı Komşu’ adlı kitapları ve çok sayıda makalesi yayımlandı.
Bir söyleşide söylediği şu sözler Onun kimlik ve kişiliğinin özeti gibidir:
“…İstediğim her yerde yaşayabilirdim. Avrupa’ya rahatça sığınabilirdim, ancak halkıma dair sorumluluklarım ve yapmam gerekenlerden dolayı, farklı bir parçasında dahi olsa ülkemde kalmayı tercih ettim. Coğrafya kader değil, koşulları yaratan ya da yaratılmasına seyirci kalanlardır ‘Kaderi’ yaratanlar… Ben kendimi Diyarbakır Zindanı’ndan sonra beleş nefes alan biri olarak görüyorum. Orada ölmüş olabilirdim. Bu yüzden ölümden korkmuyorum galiba.”
***
Hem tanığı hem de sanığı olduğu 12 Eylül darbesi döneminde kaldığı Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’ni ‘Kürtmüşüz’ adlı kitabında anlattı:
“Anlaşıldı mı?” diye sordu.
“Anlaşıldı!” dedik.
“Anlaşıldı komutanım, diyeceksiniz ulan, anlaşıldı komutanım!”
Ses etmedik, birbirlerine baktılar ve çavuş yanındakine başıyla işaretini verdi, er bağırdı:
“Dayak vaziyeti alll!”
Dayak yemeyi anladık tamam da, bu ‘vaziyet’ nasıl alınacak, onu bilmiyoruz işte! Biz içeride, onlar dışarıda ve aramızda demir parmaklıklar var. Ama öğrenmemiz uzun sürmedi, önce ellerimizi parmaklıklardan dışarıya uzattık, patlayıncaya kadar vurdular, sonra da sırtüstü yatıp ayaklarımızı çıkardık. Zaten akşamdan parçalanmış el ve ayaklarımın sızısı yeniden beynime dolmaya başladı. Çığlıklarımız bütün cezaevinden duyulana kadar devam eden bir falaka faslı yaşadık. Sonra birkaç marşın yazılı olduğu kağıtları içeriye atıp: ‘Bunlar yirmidört saatte ezberlenecek, yoksaaa…’ dediler ve gittiler.
Burası bir cehennemdi. Burası bir cezaevi filan değildi, düpedüz bir kamptı.”
Birçok alanda kimlik sahibiydi. Daha çok bir özgür basın emekçisi olarak bilinse de aynı zamanda bir eğitimci, şair-yazar ve yönetmendi.
Şiirlerinde daha çok siyasi mesajlarla didaktik bir söylemi tercih etti;
“Her zaman bir yerlerde güneş vardır demiş / Hatırlayamadığım şair / Tamam tamam da, üstümdeki / Bu bulut ne zaman dağılacak / Ben hep böyle gölgede mi yaşayacağım / (…) Özelde Ve genelde / İhanet vurdu seni! / Ellerin hep soğuk mu kalacak Adule? / İhanet bazen susmaktır / Konuşmak gerektiğinde / Ve bazen de konuşmak”
Necmettin Salaz, tevazu sahibi, arkadaş canlısı ve kalender bir kişilikti. Yaşadığı gibi yazdı, yazdığı gibi yaşadı.
Anısına selam olsun.