Yazıya başlamadan önce ne yazacağımı düşünürken telefon çaldı. Uzun zamandır görmediğim çok eski bir arkadaşım aradı. Emekli oluncaya kadar hakimlik yapan bu dostum, Ağır Ceza ve Hukuk mahkemelerinde başkanlık yapmış, koyu dindar ve Recep Tayyip Erdoğan’a “ama çok iş yaptılar, Türkiye’yi bu noktaya getirdiler” diye oy veren biridir. Hal hatır sorduktan hemen sonra söz günün sorunlarına geldi ve tabii ortak uğraşımız olan adliye öne çıktı.
Ne yazmam gerektiğine karar veremediğimi belirttiğimde, bana hemen “Eee, işte bu konuları yazsana” dedi ve anlatmaya başladı:
“Yahu iş sadece cezada değil, hukuk mahkemelerinde de durum kötü. Biz eskiden birinci sınıfa ayrıldıktan sonra birkaç yıl geçmeden İstanbul’u rüyamızda görmezdik, şimdi bakıyorum üç beş yıllık hakim İstanbul’a gelmiş. Yargıtay’da dosyalar okunmuyor bile, bir ceza davasında sanık lehine haksız tahrik nedeni olarak gösterilen sözler, mağdurun değil, sanığın mağdura söylediği sözler olarak gerekçeye girmiş. Buna dayanarak sanık haksız tahrikten yararlanmış.”
Tabii elli yıla varan hukukçuluk hayatımızda söz adalete gelince dertler sayılmakla bitmez.
Her mahkeme salonunun duvarında yaldızlı harflerle “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” yazısı yer alır. Hakimin onun anlamını ve ağırlığını hissederek karar verdiğine inanmak isteriz her an o yazıya bakarak güven duyan bizler. “Mülk”ten kasıt devlettir. Adalet olmazsa temelsiz kalan devletin çökmesi kaçınılmaz olur. Peki içinde bulunduğumuz bu dönemde ADALET ne durumda, var mı, yok mu bir düşünsek…
Son birkaç yılda gözümüze batan birkaç örnek vererek vicdanlara seslenmek istiyorum.
“Artık her şehide karşı iki DBP’li öldürülmeli” diyen ve bunu gazetesinde yayınlayanın eylemini düşünce özgürlüğü kapsamında gören mahkeme, karşısında “Çocuklar ölmesin” diyen Ayşe Öğretmeni, “Suça ortak olmayacağız, barış istiyoruz” diyen binlerce seçkin akademisyeni terör örgütü propagandasıyla suçlayıp cezalandırmak adaleti ne ölçüde yaralar? Daha yüzlerce örnek verilebilir.
Sayın Erdoğan’ın bir türlü alışamadığımız yaralayıcı dilinin ürünü olan, -affına sığınarak- küfür ve hakaret olarak algılanabilecek sözlerini bir yana bırakıp belki ancak “saygıda kusur” olarak nitelendirilecebilecek sözleri dolayısıyla binlerce ceza ve tazminat davaları açıp mahkumiyetle sonuçlandırmak ne denli adil?
Savunma görevini yerine getirmeye çalışan avukatları tahliye ettikten hemen sonra aynı heyeti toplayıp yeniden tutuklama kararı verilmesini sağlayan sistem adil midir?
Dört kadının sokak ortasında öldürülmesi olayının sanıklarını, “yorgunluk ve stres” gerekçesiyle yaralamaktan mahkum ederken adalet neredeydi?
AİHM kararlarını tanımayacaklarını söyleyip Sayın Demirtaş’ı tahliye etmezken, yine aynı mahkeme kararına rağmen yıllardır zorunlu din dersi ve Cemevleri’ni görmezden gelirken adaletten söz edilebilir mi?
Roboski’de otuz dört canın katırlarıyla birlikte bombalanması sonucu açılan davada emri veren, bombayı atan belli iken hiç ceza çıkmamasını nasıl açıklayabiriz?
Devam etsem sayfalar yetmez ama biraz da içinde bulunduğumuz “eşit ve demokratik” (!) seçim sürecinden söz edelim.
Tarafsız olması gereken, mutlak yetkili Yüksek Seçim Kurulu’nun akşama doğru karar değiştirerek yasaya aykırı bir biçimde mühürsüz oy pusulalarını geçerli sayması sonucu kullanılan milyonlarca oyun seçim sonuçlarını şaibeli hale getirmesinin neresinde adalet?
Yasalara aykırı biçimde görev süresi uzatılan ve yine Anayasa’ya göre bir yıl geçmeden yürürlüğe girmeyecek olan bir uygulama ile Yüksek Seçim Kurulu’nun tarafsızlığından söz edilebilir mi?
Seçim yasaklarının herkese eşit uygulanması gerekirken, Cumhurbaşkanı olması nedeniyle AKP Genel Başkanı’nın bundan ayrı tutulması ve sözlerinden dolayı eşit cevap hakkı verilmemesi mi adalet?
Anayasanın 94. maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’ndan istifa etmeden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olan sayın Binali Yıldırım’ın durumu adalete ne denli uygunluk gösterir?
Evet sevgili eski yargıç, şimdiki avukat dostum, başta nelerle uğraştığını sorduğumda, “Avukatçılık oynuyorum” demiştin. Biz de “Devletçilik”(ekonomik anlamda değil) oynuyoruz, “adaletçilik” oynuyoruz. Acaba mülkün temeli olan adaletten kaç taş kaldı yerinde?