İlham Bakır
İster ki insanlar yoksulluklarının, açlıklarının farkına varsalar bile bu açlığın, yoksulluğunun müsebbibinin kim olduğunu görmesinler, onları yoksul düşürüp sadakaya muhtaç edenlere minnet ve şükran duysunlar
Faşizm, halkların yaşamını baştan başa bir zulüm çarkıyla kuşatmışsa, en sıradan, en demokratik hak arama mücadeleleri bile büyük bir faşizan baskıya maruz kalıyorsa, bu koşullarda sanat üretmek, sanatla ilgilenmek sadece bir lükstür. Her gün sokak ortasında onlarca kadın baba, koca, erkek devlet tarafından öldürülüyorsa, çocuklara, bebeklere tecavüz ediliyorsa, hırsızlık, sahtekarlık adeta bir erdeme dönüşmüşse ve halk bütün bu ahlaki çürümeye sessiz kalıyorsa neyin şarkısını söyleyeceğiz, neyin filmini yapıp kime izleteceğiz? Ülkenin yöneticileri, televizyon kanallarından her gün ne kadar insan öldürdüğü ile övünüyorsa ve bütün medya buna alkış tutuyorsa böylesi koşullarda sanat yapmaya soyunmak, bir film festivali, bir konser, bir resim sergisi yapmak halktan, insandan, insanlıktan hatta kendi vicdanından kopmak değil midir? Böylesi koşullarda üretilmiş sanatın, sanat eserinin halkın sorunlarına merhem olacak bir yanı var mıdır?
İktidara yakın bir medya kuruluşunda yazan bir köşecinin, “muhalefet bir yandan halkın açlık ve sefalet içinde olduğunu iddia ederken bir yandan da muhalefetin elindeki belediyeler müzik, sinema festivallerine, resim sergilerine, çeşitli sanat eğitimi veren kurslara tonlarca para harcıyor. Bu etkinliklere harcadıkları parayla halka ekmek dağıtsalar ya. Sanat karnı tok olanın işi değil midir?” diye yazmış. Gerçekten de öyle mi? Sanat karnı tok olanın işi midir? Yoksa sanat aynı zamanda karınları aç bırakanlara karşı bir direnme, bir isyan biçimi midir? Şaşalı festival etkinlikleri yapmak, israf elbette eleştirilecek bir şeydir. Fakat muktedirin yazarının asıl derdi, sanatın insanları bir araya getirmesinden duyduğu kaygıdır. Sanatın umut verme, farklılıklar içinde insanları ortaklaştırma, zulmün, baskının, açlık ve yoksulluğun kaynağının neresi olduğuna dair ortak bilinç uyandırma kapasitesidir muktedirin köşecisini telaşa düşüren. İster ki insanlar yoksulluklarının, açlıklarının farkına varsalar bile bu açlığın, yoksulluğunun müsebbibinin kim olduğunu görmesinler, onları yoksul düşürüp sadakaya muhtaç edenlere minnet ve şükran duysunlar. İster ki uyku haplarıyla uyuşturuldukları, yatırıldıkları uykudan uyanmasınlar. Çünkü bilir ki sanatın uyandırma kapasitesi son derece güçlüdür.
Baskının, açlığın, zulmün arttığı böylesi dönemlerde bırakalım sanatın kendini yaşamın içinden çekmesini, sanatın toplumu derleyen, toplayan, örgütleyen, isyan ve itiraz eden bir direnme biçimine dönüştürülerek hayatın kılcal damarlarına kadar yaygınlaştırılması gerekir. Böylesi acının ve zulmün ağırlaştığı dönemde konser yapmanın, film festivali düzenlemenin, tiyatro oyunu sergilemenin utanılacak bir şey olduğunu düşünmek, sanatın salt bir eğlence aracı olduğunun düşünülmesine dair yargıdan kaynaklanmaktadır. Sanatın salt bir hoşça vakit geçirme, bir eğlence olduğu algısı da sanatı, muhalefet etme gücünden düşürmek için muktedirler tarafından yaratılmış bir manipülasyondur.
Her şey kötü gittiğinde, bütün umut mumları bir bir söndürülmekteyken, yaşam muktedirler arası mücadelenin kanlı bir arenası haline getirilmişken zincirleri kıran Spartaküs olmak; korku bulutları kapladığında göğümüzü, dehşet çığları düştüğünde yüreğimize, yaşam baştan başa buz kestiğinde tanrılardan ateşi çalıp yaşamın orta yerinde düşüren Prometeus olmaktır sanatın çağlar aşan serüveni. Sanat bir isyandır. Kanlı diktatörlerin yüzünde büyüyen bir çıban, bir çocuğun yüreğinde açan umut renkli çiçektir. Bir sinema filmi, bir şarkı bir zulme direnişin bayrağına, işaret fişeğine dönüşebilir pekala.