3 Ocak 2013 yılında Ayla Akat Ata ve Ahmet Türk ile yaptığı görüşmede, ‘Kürt varlığını inkâr etmek Türk varlığını da inkâr etmektir’ değerlendirmesi yapan PKK Lideri Abdullah Öcalan 3 başlıklı eylem planına dikkat çekmişti
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 24 yıldır ağır tecrit koşullarında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan, 21 ayı aşkın süredir haber alınamıyor. İmralı Adası’nda 27 Temmuz 2011’de devreye konulan avukat görüş yasağı, her ne kadar 2019 yılında 5 görüşme gerçekleştirilse de 12 yıldır sürüyor. İmralı tecrit sisteminin hem hukuki hem siyasi bir durum olduğunun altını çizen Abdullah Öcalan, “çözüm” adı altında başlatılan süreçte dönemin Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Ahmet Türk ile Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Êlih Milletvekili Ayla Akat Ata’nın yer aldığı siyasi heyetle 3 Ocak 2013’te gerçekleştirdiği görüşmenin üzerinden 10 yıl geçti. Bu görüşmede 1993’ten beri barış için uğraştığını dile getiren Abdullah Öcalan, 30 yıl boyunca bütün bu çabaları heba edildi.
Tasfiyeyi amaçladılar
Bu görüşmede “Beni bile 14 yıldır çürütmek için uğraştılar” diyerek devletin imha politikalarına değinen Abdullah Öcalan, çözüm için Meclis’in ve bünyesinde kurulacak Hakikat Komisyonu’nun önemine vurgu yaptı. Abdullah Öcalan, Anayasa konusunda kurucu bir Meclis olması gerektiğinin altını çizerek, “Son 40 yıllık şiddeti Türk ve Kürt halkına aştıracak bir anayasa olmalı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri anayasada laik Kemalistler, Kürtleri ve İslami toplumu tasfiye etmeyi amaçladılar. Böylece Türk halkı da hak ve özgürlüklerinden yoksun kaldı” dedi.
Kürtlerin varlığı kabul edilmeli
Söz konusu Anayasa’nın Türk halkının ve İslami kesimin hak ve özgürlüklerini, Kürt halkının da varlığını kabul etmesi gerektiğini belirten Abdullah Öcalan, “Sadece dilinin değil beyninin, gövdesinin, yani varlığının kabul edilmesi gerekir. Kürt realitesi parlamento tarafından kabul edilmeden nasıl Anayasa yapacaksınız? Bu konuda 1921 Anayasasını ve 20 maddelik Kürt Reform Tasarısını esas alabilirsiniz. Orada Kürtlerin varlığının kabulü var. Biz Kürt Reform Tasarısını canlandırmak istiyoruz. Biliyorsunuz, 9 Şubat 1922 tarihli 64’e karşı 373 oyla kabul edilen Kürt Reform Tasarısı belgelerinin gizlenmesi Kürtleri tasfiye amaçlıdır. Oysa bu belgenin kabulünden sonra 30 Ağustos Zaferi gerçekleşmiştir. 1922 Türkiye’nin kurtuluş yılıdır. Bu belgeleri niye saklıyorsunuz?” diye sordu.
Yaşanan komplodur
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ile yine dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt arasındaki 4 Mayıs 2007 tarihli görüşmeyi anımsatan Abdullah Öcalan, “Erdoğan’la Büyükanıt görüşmesinde darbeci kesimle Kürtlerin dışlanması konusunda anlaşma ve uzlaşma var. Bu uzlaşmanın aşılması barışın şartıdır. Eğer barış ve çözümü realize edemezsek, KCK operasyonu provokasyonunu aşamazsak barış hikâyedir. 10 kişinin içeriye alınması komplodur, etkisizleştirmedir, bir çeşit öldürmedir. Barış için iki ayınız var. Daha sonra dokunulmazlıklarla birlikte kalan da tasfiye edilebilir. Daha sert darbeler de söz konusu olabilir. KCK operasyonlarının sonu gelmeli” ifadelerini kullandı.
3 başlıkta öneriler
Abdullah Öcalan, bunun sağlanması için 3 başlık altında şu önerilerde bulundu: “Çatışmasızlık ortamının sağlanması. Anayasal ve yasal süreç; Kürt Reform Tasarısı güncelleştirilmeli. Vatandaşlık tanımı için şöyle öneriyorum: Anayasamız bütün tarihsel kültürleri Türkiye’nin bir zenginliği olarak kabul eder, kendisini geliştirme, özgürce ifade etme ve örgütleme hakkını tanır. İspanya Anayasasında da böyledir. Bu tanım vatandaşlık sorununu da, diğer birtakım sorunları da çözer. AKP’nin önerisi gibi nötr bir öneri de olabilir. Ancak benim sunduğum gibi bir tanım birçok sorunu da çözer. Dil eğitimini tartışmıyorum bile. Yasama hakkı, ekonomik özerkliği olacak. Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekinceler kaldırılacak.”
Üç kelime yeter
Abdullah Öcalan devamında, “Normalleşme süreci; Kürt varlığını inkâr etmek Türk varlığını da inkâr etmektir. Kürt gider, İslam giderse Anadolu’da Türk de kalmaz. Bütün bu unsurlar dışlanırsa bu lobiler, egemen güçler sizi de dışlar. Tüm tarihsel kültürlere saygı, kendini ifade etme ve örgütlenme hakkının tanınması önemli. Böyle bir düzenleme durumu kurtarabilir. Bunun içine her şey girer. Anayasanın buna kapalı olmaması önemlidir. Saymaya gerek yok. Üç kelime yeter: Yurttaşlık, devlet bağıdır. AKP’nin Anayasa Komisyonunda önerdiği anadil ve kültürel kimlik hakkının bireysel temelde ele alındığı, kolektif bir hak olarak kabul edilmediği ifade ediliyor. Bu konu hakkında şunları belirtiyorum: Ne bireyin haklarını devletin içinde eritme, ne de devlete karşı bütün kültürleri ayrı ayrı konumlandırma olmalı. Siyaset gerçek tanımına uygun yapılmayınca, ülke insanına kaybettiriyor. Bu durumda politikacı çözümsüzlüğü derinleştiren insan oluyor” ifadelerini kullandı.
Haber: Özgür Paksoy / Ankara-MA