PKK Lideri Abdullah Öcalan şahsında devreye konulan hak ihlallerinin binlerce insanın hayatına dokunduğunu ifade eden avukat Uysal, BK’nin bu durumu görüp ona göre hareket etmesi gerektiğine vurgu yaptı
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde 23 yılı aşkın süredir ağır tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 21 Mart 2021 tarihinden bu yana haber alınamıyor. Avukatların görüş talebiyle yaptıkları başvuruları ise yanıtsız bırakılıyor. Abdullah Öcalan’ın avukatlığını yapan Asrın Hukuk Bürosu’ndan avukat Newroz Uysal, görüş başvurularının engellenmesi, Abdullah Öcalan’ın “umut hakkından” muaf tutulması ve her geçen gün daha da derinleştirilen tecride dair Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Müjdat Can – Eylem Akdağ’‘ın sorularını yanıtladı.
- Bugün, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ailesi ile 11 Eylül 2016’da yaptığı yüz yüze görüşmenin yıldönümü. Abdullah Öcalan bu görüşmede, “Eğer devlet projelere hazırsa, biz 6 ayda bitirebiliriz” demişti. Abdullah Öcalan sizinle yaptığı son görüşmede de benzer mesajlar vermişti. Abdullah Öcalan’ın çözümdeki ısrarı ve rolüne dair neler söylersiniz?
1999’da yakalanmadan önceki süreçten tutalım 24 yıllık cezaevindeki sürece kadar Sayın Abdullah Öcalan, çözüm konusundaki rolünden hiçbir zaman geri adım atmadı. Sürekli kendisini sorumlu kişi olarak gördü. Avukat görüşmelerinde ve 2013-2015’teki heyet sürecinin tamamında hem kamuoyuna hem devlete dönük birçok çağrısı olmuştu. 11 Eylül 2016 görüşmeleri ise çok özgün gerçekleşen bir ziyaretti. 2015 Nisan’dan sonra görüşmeler kesilmişti. Bir buçuk yıllık süreçten sonra darbe girişimi gerçekleşmişti. O süreçte Sayın Abdullah Öcalan’ın da içinde bulunduğu İmralı Cezaevi’ne saldırma ihtimali çok yoğunca tartışılmıştı. Buna binaen 50 siyasetçi HDP Diyarbakır İl Örgütü binasında açlık grevine girmişti. Devlet bu açlık grevinin yaratmış olduğu hareketliliği ve kitleselliği gördükten sonra bir aile ziyaretine izin vermişti. O ziyarette Sayın Abdullah Öcalan geçmiş dönemdeki, 2013-2015’teki tecrübeleri dikkate alarak, ‘Hala geç değildir. 6 ay da sonuçlandırabiliriz, bitirebiliriz’ çağrısı yapmıştı.
Sayın Abdullah Öcalan, en son bizim görüştüğümüz Ağustos 2019 ziyaretinde ve öncesindeki 4 ziyarette de çözüm için kendisinin hazır olduğunu, çözüm konusunda projelerinin, önerilerinin ve yol haritasının bulunduğunu, ancak bunun karşısında hiçbir zaman bu sorunu çözmede iradenin bulunmadığını, bu iradenin varlığı halinde ancak yol alınabileceğini söylüyordu. Bizlerle görüşme gerçekleştiğinde Türkiye Rojava’ya saldırı hazırlığı içerisindeydi. Gittiğimizin aynı günü ABD’li yetkililerle görüşme sağlanacaktı. Sayın Abdullah Öcalan şöyle bir çağrıda bulunmuştu, “Yapılacak operasyon, savaş hali hiçbir tarafa kazandırmaz. Ciddi bir kayıptır. Sonuç alınabilecek bir şey değildir. Ben bir haftada olası çatışma ihtimalini ortadan kaldırabilecek güce ve iradeye sahibim” diyerek tekrardan bu çağrısını yineledi.
- Abdullah Öcalan’dan, çözümdeki ısrarı ve rolüne rağmen 18 aydır haber alınamıyor. En son 25 Mart 2021’de ailesiyle kesintili bir telefon görüşmesi gerçekleştirebildi. Bununla ne amaçlanıyor?
Sayın Abdullah Öcalan’ın çözüm konusunda, barış konusunda, Kürt sorunu ve Ortadoğu’daki bölgesel sorunların tamamının çözümü konusundaki ısrarı şuan mevcut tecrit politikasının ana sebeplerinden bir tanesidir. Çünkü Sayın Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasında hedeflenen temsil ettiği ideolojik hattın yok edilmesiydi. Ancak bu 24 yıllık süreçte bu ideolojinin asla bitirilemeyeceği, aksine daha da büyüdüğü, bütünselleştiği, bölgesel olmaktan çıkarak dünyaya yayıldığı görüldü. Bu görüldükçe de Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit daha da ağırlaştırıldı.
Son dönemde hiçbir şekilde haber alamama hali gelmiş olduğumuz noktanın zirvesidir. Bu durum her türlü ihtimale, spekülasyona, her türlü manipülasyona açık bir hal doğurmaktadır. Çünkü Sayın Abdullah Öcalan’ın sadece insani olarak haklarının engellenmesi söz konusu değildir. Aslında politik olarak da Sayın Abdullah Öcalan’ın ortaya çıkarabileceği çözüm gücü engellenmektedir. Kendisinin, fikirlerinin ideolojik olarak ulaştırılması engellenmektedir. Bu amaçlar haliyle çözümsüzlüğü beraberinde getirmektedir. Bugün bunun sonuçlarını hem Türkiye coğrafyasında hem Kürdistan’da hem de Ortadoğu’da net bir şekilde görebiliyoruz.
- Abdullah Öcalan’dan haber alamama hali üzerine Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’ne (CPT) başvuru yaptınız. CPT’nin bu noktadaki sorumlulukları neler ve siz ne talep ediyorsunuz?
24 yıllık İmralı tecrit uygulamasına baktığımızda CPT İmralı’ya sadece 8 kere gelmiş. Biz CPT’yle yaptığımız tüm görüşmelerde ya da başvurularda İmralı Cezaevi’nin dünyada temel insan haklarına aykırı, sözleşmelerine aykırı, genel kurallara aykırı ve CPT ilkelerini alt üst eden bir cezaevi olduğunu ifade ettik. Sayın Abdullah Öcalan’a özel kurulmuş bir cezaevi olduğunu söyledik. Ancak CPT’nin en son raporunda ifade ettiği şekilde; İmralı Cezaevi rejiminin tamamen değişmesi gerekirken, bugün biz avukatların görüşünün engellendiğini, aile görüşlerinin sadece olağanüstü koşullarda gerçekleştirebildi. Hiçbir şekilde İmralı ile olağan koşullarda bir temas kuramıyoruz. Bunun yegane sorumlularından bir tanesi de uluslararası sorumluluğu ve yetkisi bulunan CPT kurumunun kendisidir.
Son başvurumuzda acilen defacto ziyaret gerçekleştirilmesini talep ettik. CPT, İmralı’yı son raporunda haber alınamayan, mutlak iletişimsizlik, mutlak haber alınamayan bir yer olarak ifade etti. Bunun sorumluluğuna denk bir hareketlilik içerisinde ve bir eylemsellik içerisinde olması gerekirken, sadece ‘biz yetkililerle görüşüyoruz ya da devletin ilgili kurumlarıyla temas halindeyiz’ demek yetmeyecektir. 24 yıllık tecridin, Türkiye devletinin ya da Türkiye’deki adalet yetkililerinin sorumluluğunda değil, CPT gibi bunları denetlemekle ilgili kurumların rızasıyla gerçekleştiğini düşünüyoruz. Çünkü temas etmekten kaçınmaları, raporlarına sahip çıkmamaları, bizim başvurularımızı sürekli bir sürüncemede bırakma halleri aslında mevcut var olan sistemin örtülü bir rıza halidir. Örtülü bir sürdürme noktasında cesaretlendirme halidir. Bunun bu anlama geldiği, olmaması konusunda ancak başvurularımız sürüyor. En son başvurumuzda da acil bir ziyaret talebimiz vardı. Kısa sürede bir ziyaret gerçekleşmesini umuyoruz. Bu tecridi ortadan kaldıracak bir uygulama tabiki değildir. Ya da tek başına tecridin uluslararası arenada, farklı bir noktada tartışıldığı anlamına da gelmeyecektir. Ancak bu konuların sorumluluğunu yerine getirmeleri, yazacakları raporların hem Türkiye hem de uluslararası anlamda bir etki gücü olduğu bir hakikattir. Bunun gerçekleştirilmesi için başvurumuzu yaptık. Umarız yakın bir zamanda bir ziyaret gerçekleştireceklerdir.
- Türkiye Abdullah Öcalan’ı “umut hakkı”ndan muaf tuttu. Böyle bir durum söz konusu olabilir mi, olursa sonuçları ne olur?
Ağustos’ta Bakanlar Komitesi’ne yeni bir bilgilendirmede bulunduk. Eylül ayındaki toplantıda Sayın Abdullah Öcalan ile ilgili kararın gündeme alınmasını, tartışılmasını, Türkiye’nin 8 yıllık kararı uygulamama konusundaki ısrarının görülerek, bu noktada Türkiye’ye karşı bir yaptırım ya da kararın tekrardan AİHM’e gönderilmesi konusunda bir talebimiz oldu. Türkiye buna bir cevap verdi. Bu Türkiye’nin ilk cevabı da değil. 2015 ve 2021’de eylem planı sunmuştu. Öncesinde de Türkiye’deki hukuk ve insan hakları örgütlerinin yapmış olduğu 9/2 bildirimine de Türkiye cevap sunmuştu. Bunların totalinde söylediği şey özetle aynı. Hükümet, Türkiye’de bir ‘umut hakkı’ndan yoksun bırakma halinin olduğunu inkar etmiyor. ‘Evet benim kanunlarımda koşullu salıverme düzenlemesi vardır, ancak ben bazı suçları ve bazı kişileri bu koşullu salıverme hakkında muaf tutuyorum’ diyor. Aslında bunun Komite ve Avrupa ülkeleri tarafından kabul olmasını istiyor.
Sen ülkende cezaevinde belli suç tipleri için, belli kişiler için cezalandırmanın ötesinde kişiden intikam alma, öç alma hissiyatıyla muaf tutamazsın. Senin herkes için bir gün serbest kalma umudunu taşıyabilecek bir sistem oluşturabilmen lazım. Şu anki kanunlarda Sayın Abdullah Öcalan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olduğu için ve ilgili Ceza İnfaz Yasası’nın 107’nci maddesine göre de belli suçlardan ceza aldığı için koşullu salıverme hakkı yok. Sayın Abdullah Öcalan şuana kadar yaşamı boyunca, yani ölünceye kadar cezaevinde kalma cezası ile karşı karşıya. Bunun değişmesi için de Bakanlar Komitesi’nin Türkiye üzerinde mevcut hukuki ve siyasi baskısını arttırması ve Türkiye’nin en kısa sürede bir kanun değiştirmesi gerekir.
- Türkiye bu durumdan kaçabilir mi?
Hayır. Tabi ki er ya da geç bunu yapacaktır. Ama bunu 10 yıl sonra da bir ay sonra da yapabilir. ‘Ben değiştiriyorum’ diyebilir. Bu tamamen hukuki bir prosedür. Sözleşmesel bir taahhüt ve bunu yapmak zorunda. Ancak Abdullah Öcalan kararı olduğu için, devlet siyasi bakış açısıyla hareket ediyor. Şuan Türkiye’deki kanunlarına göre, Sayın Abdullah Öcalan ‘umut hakkı’ndan muaf. Bunun değişikliği için de Komite’deki denetim sürecinin daha düzenli, daha istikrarlı bir şekilde sürdürülmesi ve sonuç alınabilmesi için sivil toplum kuruluşlarının, baroların, insan haklarının bu konuda daha hareketli, daha sonuç alıcı hareket etmesi gerekiyor. Uluslararası arenada da bu ülkelerin dışişleri bakanlıklarıyla ne kadar büyük bir ihlal olduğunun anlatılması lazım. Sanki Sayın Abdullah Öcalan’a özel bir cezaymış gibi Komiteyi ikna etmeye çalışıyorlar. Halbuki binlerce kişi bundan muaf. Aynı şekilde Sayın Abdullah Öcalan’a özel çıkarılan bir kanun, binlerce insanın hayatına dokunuyor. Binlerce insanı etkiliyor. Komite’nin bu noktada, bekletme ve sürüncemede bırakma halini sonlandırması için başvurularımızı yapmaya ve süreci takip etmeye devam edeceğiz.
- Hukuki süreçleri bir kenara bırakırsak, haber alamama durumu ve tecrit Türkiye’yi politik açıdan nasıl etkiliyor?
Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin değişmesi ya da Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması demek devlet aklı bakımından Kürt sorunun çözümsüzlüğü konusunda bir şeylerin değiştiği anlamına gelir. Bunlar birbirinin neden sonuç ilişkisi, birbirini etkileyen iki emaredir. Tecridin kaldırılması çözümsüzlük konusunda devletin bir siyaset değişikliğini gösterir. Sayın Abdullah Öcalan’ın sözlerinin kamuoyuna ulaşması, aynı zamanda siyasal çözüm, uzlaşı ve barış arayışlarında bir umut yeşermesidir. Çünkü Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrılarının kamuoyunda yaratmış olduğu inanç, umut, çözüm konusunda göstermiş olduğu iradenin yayılma halinin tam tersi, umutsuzluk, inançsızlık ve öfke halini beraberinde getiriyor. Tabi ki bu atmosferin yaratacağı sonuçların devlet nezdinde karşılığı baskı ve şiddet yolunun tekrar gün yüzüne çıkma halidir. Bunların birbirini etkileme halini biz birçok kere örnek vermiştik. Sayın Abdullah Öcalan’ın sesinin dışarıya yansıması -aile ve avukat görüşmelerinin gerçekleşmesi- bir siyasi araç ya da şantaja alet edilmemelidir. Sayın Abdullah Öcalan bir hak öznesidir. Türkiye’de tutulan bir tutsaktır. Ailesiyle, avukatıyla, vasisiyle görüşme, mektupların ulaşması bunlar temel insani haklardır. Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması Türkiye, Kürdistan ve bölge için nefestir. Çözüm konusunda yeniden bir umut doğmasıdır.
DİYARBAKIR