‘Kürt ve Kürdistan adının kalmadığı bir dönemde Newroz ateşiyle insanlık ve kimliğin yeniden dirildiğini’ ifade eden Abdullah Öcalan, 21 Mart 1998’de Newroz ile ilgili ‘Direniş umutsuz olmaz’ değerlendirmesini yaptı
Demirci Kawa’nın zalim Asur Kralı Dehak’a karşı öncülük ettiği direnişle ilk olarak Milattan Önce (M.Ö.) 612 yılında yakılan Newroz ateşi, 2635’inci yılında Kürtlerin direnişiyle harlanıyor. Demirci Kawa’nın direnişi örgütlediği gün olan 21 Mart, 50 yıl önce Kürtler için yeniden doğuşun anlamı oldu. Kürtlerin özgürlük mücadelesinin “işaret fişeği” olarak tanımlanan ilk adım, 1973’te PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt gençlerini bir araya getirdiği Ankara’nın Çubuk Barajı’nda atıldı. 50 yıl önce Çubuk Barajı’nda yakılan ateş, Kürtlerin için yeniden doğuşun ve özgürlük bayramının başlangıcı oldu. Abdullah Öcalan ve 6 Kürt genci tarafından yakılan o ateş, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde işkence ve baskılara karşı 21 Mart 1982’de Newroz gecesi PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan’ın 3 kibrit çöpünü yakmasıyla, Kürtlerin direniş günü olarak simgeleşti. Kürt tarihine “Çağdaş Kawa” olarak geçen Mazlum Doğan’ın bu eylemi, bugün milyonların doldurduğu meydanlarda harlanıyor.
Diriliş Bayramı
Abdullah Öcalan’ın 50 yıl önce yaktığı ateş, Mazlum Doğan’ın bedeninde “Diriliş Bayramı” anlamını yükledi. Çubuk Barajı’nın kıyısında yakılan, Mazlum Doğan’ın bedeninde simgeleşen bu ateş, 50 yıldır Kurdistan ve Türkiye’nin dört bir yanına yayılarak, direniş ve diriliş ruhunu büyüttü. Nitekim PKK Lideri Abdullah Öcalan da Newroz’u Kürtler açısından diriliş, başkaldırı, isyan olarak tanımladı. Newroz’un özgür yaşam ısrarı olduğunu vurgulayan Abdullah Öcalan, 21 Mart 1998’de Newroz’un anlam ve önemi üzerine kapsamlı değerlendirmelerde bulundu.
25’inci yıl
Büyük tarihi düşüşün bir Mezopotamya Uygarlığı olan Med İmparatorluğu ile başladığını vurgulayan PKK Lideri, “2 bin 500 yıllık bir düşünün ardından her bir yılı bir yüzyılı bulan bu 25’inci yıl, gerçekten bir diriliş, kurtuluşa en yakın an oluyor. Tam düşünebilirsek, nerden geldiğimizi ve nasıl bir duruma sokulduğumuzu anlayabilirsek, nasıl olmamız gerektiğine dair düşünebilirsek, neler yapabileceğimizi kararlaştırırsak, yaşamın ölümden beter olacağını göreceğiz. Ve çıkacaksak kendi insanlığımıza, toprakla kaynaşmış özgürlük kimliğimize, bunun bir sınırlı nefes alışverişini bile ne kadar değerli olduğunu mutlaka takdir etmek gerekir” dedi.
Büyük umut savaşımı
Newroz’un Kürtler açısından bir diriliş olduğunun altını çizen Abdullah Öcalan, “Aynı zamanda bu korkunç bitişin, karanlığın eşiğindeki zayıf insanımızın kendine ‘Ben dürüst olacağım’ sözünü vermesi, hiçbir umut işaretinin olmadığı bir zamanda bile ‘Ben bu kimlikle bu söz için yaşayacağım’, ‘Gerekirse savaşacağım’ diyebilmesi işin özüdür. Başka türlü olmuyor. Kendim o günü şuan gibi hatırlıyorum. Düşmanların payitahtında, silik, iddiasız ve yutulma ile karşı karşıya olan bir gençlik döneminde, ben de sömürgeciliğin bütün çekici imkanlarıyla karşı karşıya iken, kendimize ait olan hiçbir şeyde ilgiye değmeyecek kadar geriyken, bitmişken, böylesi bir günde tercih yaptım. İmhacı sömürgeciliğin oldukça imkan dahiline giren yaşamına hayır dedim. Ne kadar hukuksuz, olanaksız ve belki de imkansız gibi gözüken bir özgürlük umuduna, herkesin mensupları da dahil hiç inanmadıkları belki her şeye bir anlam vererek, bir adım attık. Dünyada ve tarihte eşi yoktur. Biz bu kararı verdik. İki sözcükle olacaksa; ‘Ana topraklı ve kimlikli bir yaşam olmalı, yaşam olacaksa, özgür olmalı’ dedik. Ve gerçekten büyük umut savaşımına giriştik” diye belirtti.
Direniş umutsuz olmaz
Kürt ve Kürdistan adının kalmadığı bir dönemde Newroz ateşiyle insanlık ve kimliğin yeniden dirildiğini ifade eden Abdullah Öcalan, “Kimisi içinde kimisi dışında ama hepsi ilgilidir. Bu önemli bir gelişme ve kazanımdır. Diriliş bu olmadan olmaz, direniş umutsuz olmaz. Kurtuluşa daha zamanda olsa, önce bu gerekli. Güzel bir tespit, yerinde ve doğru bir adım. Bu yıllara o kadar iradeyle bağlandık ki yine kavgası o kadar soluk soluğa, o kadar nefes nefese, o kadar çelişkili, o kadar hırs ve kinli oldu ki bütün bunları öfkeyi müthiş kabartıyor. Ama öfkenin kabarması her bir hataya dönüşmezse, iyi bir kavga başlatıcısıdır. Kavga, anlamlı düzeyi ortaya çıkarmakta bir gelişmedir. Ben ne yapacağım, köleliğimizle zafer bile kazanmışız. Bana göre hiçbir işe yaramaz” diye konuştu.
Nasıl bir yaşam?
“Nasıl bir yaşam?” diye soran Abdullah Öcalan, şunları söyledi: “Bunu açığa çıkarmak, kurtuluştan daha değerlidir. Diriliş bunun acı sancılarıyla olmuştur. Nedir Newroz, gün ışığına çıkan çiçektir. Yaşama duruştur. Doğanın rengarenk açılışıdır. Bütün yaşam damarlarına kan yürümesidir. Diriliş için doğasında bir şey varsa, onun yeşillenmeye, çiçeklenmeye açma girişimidir. Ama birde bu Newroz günlerinde sert esen kasırgalar vardır. Bazen çiçekleri bile kasıp kavuran, meyveye kesilmek iddiasında olan meyve tohumlarını da yakan, onlar da içimizde yok mu? Var. Diriliş tohumlarını az mı kasıp kavurmaya zemin oluyoruz. Az mı kasıp, kavuruyoruz. Tarihi de güncelliğini de kasıp kavurmaları da ne kadar gerçekçi. Gerçeği olduğu gibi kabul etmek daha doğrudur. Biz her zaman şuna inanıyoruz. En son bir sözü şöyle söyledik. Hiçbir kanun özgür yaşam kanununun üstünde bir güce sahip olamaz. En büyük güç, kanun, özgür yaşam kanunudur” dedi.
Özgür yaşam iradesi
Anayasa’da en büyük kanun olan özgür yaşama yer verilmediğini belirten Abdullah Öcalan, şunları söyledi: “İlk çıkışımızda ben şunu söyledim; en büyük kanun özgür yaşam iradesidir. Ve galip gelen de tüm yönleriyle olması da budur. Bu yasalar, ölüm yasaları. En güçlüsüdür diyenler ve her gün bu yasaları kan kusturarak uygulayanlar, açıktan düşmanın ölüm yasaları kadar, bir de hainlerin, hiç özgürlüğü tanımayanların yasaları. Bir de çürümüş, kendisinin olamamış, kendisini tanımlayamamış, bir ilkenin ve bir özgürlük mücadelesinin sahibi olamamış siliklerin, maymunların yasaları. Bukalemun yasaları. O çok söylenen muğlak, en kutsal amacın karşısında bile bir türlü doğruya gelemeyenlerin yasaları. Onlar da çok güvendiler kendi yasalarına. Böylece 3 temel yasa koyucu açıktan, katliamcı yasa, hain yasa, düşkün, sinik, Bukalemun yasası karşımızdaydı. Biz de ‘Özgür yaşamın yasası olacak’ dedik. Ve bu yıllara bu yasayı dayattık. Ve görüyoruz ki bu yasa en güçlü yasadır.”
Özgürlüğün savaşçıları
“Özgürlük ağacının bağrındaki kurtçukları da perişan ediyoruz” diyen Abdullah Öcalan, şöyle devam etti: “Mezopotamya’da Hammurabi’nin yasaları da var. Asur’un en başta yasa koyucu olduğu bilinir. Korkunç yasalardı. Tarihte yasalar bu topraklarda doğdu. Gerçekten bir de özgürlüğün savaşçıları da vardı bu topraklarda. Gerici en katı Asur İmparatorluğu çözüldüğünde, yalnız Kürtlerin değil, Asur halkı da dahil bütün halkların bir özgürlüğü de başladı. Bu anlamda Mezopotamya bir özgürlükler ülkesi ve tarihidir. Demirci Kawa’dan Mazlum Doğan’a kadar çok soylu özgürlük savaşçıları vardır. Hallacı Mansur’lardan Pir Sultanlara, Sivas’ta yakılan Nesimi’lere hepsi bu toprağın özgürlük savaşçılarıdır. Ama gerçekten Türkiye şahsında en son kendini dile getiren, egemenlerin acımasız yasaları da vardır. Bunlar büyük bir savaşın içindeler. Biz bu savaşta yerimizi iyi dahil ettik. Halkların direniş tarafında yer almak, özgürlük yasalarına bağlı kalabilmek… İnsanlıkla burada başlayan özgür yaşama veya özgürlük tarihinin bu beşiğine bir kez daha sahiplik etmek, bağlı kalabilmek. Bize çok çekici geldi ve bugün bizi buraya getirdi. Mutluyuz, gerçek kutlamanın içindeyiz.”
Zekiyeler, Zilanlar, Ronahiler
PKK Lideri, Newroz’un Kürtler açısından önemine vurgu yaparak, “Bundan sonra bütün günler Newroz’dur. Geçen bütün günler, gerçekten Newrozlu günlerdi. Sözümüz buydu, çiğnetmedik. Fakat, zalimlerin dayattığı acılar, işkenceleri vardı. Kasıp kavurmaları vardı. Yaktılar nice insanları her türlü teknikle, silahla, işkenceyle yaktılar. İşte yüreğimiz diyor ki bu yakılanların anısına nasıl sahip çıkılacak. Zekiyeler, Zilanlar, Ronahiler bugünlerin büyük şehitleri olurken, aslında tam da ‘Özgür yaşam nasıldır?’ sorusuna ulaşmak için bunu yaptıklarını, bizzat sözlerinden, vasiyetlerinden biliyoruz. Mezopotamya, Zagrosların eteklerindeki yaşamın belirişi, bütün kutsal kitapların anlatmak istediği cennet ülkesi, Nuh’un tufan sonrası yeni yaşam alanı… Bu topraklarda oldum olası, insanlar özgürlük tutkularıyla yaşamışlar. Belki de hiçbir ülkedekine benzemez, belki de yazılan hiçbir kitaba da benzemez. Belki de kitapta dahi yazılmamıştır ama bir özgürlük savaşı vardır. Belki de kitabı tam yazılmamışsa, kurtuluşu tam olmadığı içindir. Yazılan kitaplar daha çok yarım kalan kitaplarsa, o da kurtuluşun tam olmamasındandır” şeklinde konuştu.
Tarihin özüne yanıt
Newroz’un tarihin özüne bir yanıt olduğunu belirten Abdullah Öcalan, “Kolay değil, insanın beşiğindeki insanın mezardan daha kötü bir yaşam tutsağı da demeyeceğim, yaşam dışılığını kabul etmesi çok zor. Burada insanlık dile geldi. Burada ilk kanunlar yazıldı. Burada ilk umutlar insanlar adına dile getirildi. Her toprağa dokunuşta bir eser meydana geldi. İlk hayvanlar evcilleştirildi. İlk bitkiler tahıl oldu ambarlara dolduruldu. İlk köyler burada kuruldu ve ilk şehirlerde. Devletler ilkin burada doğdu. Ve şiir, müzik ilkin burada yapıldı. Bütün insanlar ilk burada doğdular. Kimi yerde bir sınıf gerçeği oldu. Bir köleci imparatorluk oldu. Bir aşiret yasası oldu, halen tüm gücüyle sürüyor ama bir şey daha oldu. Sanki bütün bunlar olmamış gibi, bir silikliğin alanı oldu. İnsanlığın kimliği yok, umudu bile kalmadı. Nasıl oluyor bu büyük çelişki. Hem tüm ilklerin anayurdu hem de şimdi hiçbir eserin kalmayışı. Bu büyük çelişkiyi çözmek gerek. Gılgamış’ın büyük destanı. İlk arkadaşlığın oluştuğu yer. Şimdi en hainin yürüdüğü yer haline geldi. Hem de içimizden. Bunu çözmek gerek. Bu büyük tarih nasıl düştü?” diye sordu.
Haziniler kaybedildiği yerde aranır
PKK Lideri, bunun yeniden diriliş tarihi olacağını vurgulayarak, “İşte heyecanın kaynağı burasıdır. Hazineler kaybedildiği yerde aranır. İnsanlık doğduğu yerde kökleri üzerinde araştırılır ve bulunacaksa burada bulunur. Amerika’da bulunmaz. Rusya’da, Sibirya’da bulunmaz. Merkezi burasıdır. 25 yıldır insanı arıyoruz, önce kendi insanını. Ve bu insan ilk insandır. Ve belki de olacaksa doğrusu en son insanda o olacaktır. Olmak durumunda. Eğer yaşama selam duracaksa, Newroz gibi her şey yaşamla gülüşecekse, onun dilini yakalamak gerek. Onun için yaşam kolay değil. Kendim halen büyük bir yaşam arayıcısıyım. Her şeyi durdurdum. Hiçbir ön yargıya saptanmadan, hiçbir kalıba girmeden, hiçbir kesin yargıya da gitmeden hep anlamak, daha derin anlamak nedir, ne olmalıdır nasıl olmalıdır? İşte yoğunlaşma denilen olay bu. Kendimi kolay tanımlamamak. Hele kirli binlerce yılı bulan, bu özgür insanı tanınmaz hale getiren uygarlığı kendimde tanımlamamak, kendimde tanımamak, kendimde yaşamamak, kendimde yaşatmamak. Verilen tüm isimleri kendi ismim olarak almamak. Dayatılan tüm iradelerden kuşku duymak. Ve halen yaşamaya bile karar verememek, vermemek, verdirmemek. Olacaksa en doğrusu, en güzeli ve en buranın kök tarihine, beşikliğine uygun. Tıpkı Gılgamış’tan başlayan bütün bu yaşam arayışçılarının, ölümsüzlük peşinde koşanların gerçeğine sadık bir yaşam tanımı. Tam da yaraşan bu toprakların özgürlük insanına boğuluyor” ifadelerini kullandı.
Haber: Özgür Paksoy / MA